58
Harbiye Nezareti Yüksek Makamına,
C. 2 Haziran 1919 şifre:
Sivas ve civarında, evvelce bulunan Ermenileri ve sonradan gelen mültecileri dehşete düşürecek hiçbir hadise olmamıştır. Ne Sivas’ta ne de civarında endişe verici bir hâl vardır. Herkes sükûnet içinde iş ve güçleriyle meşguldür. Bunu kesinlikle arz ve temin ederim. Bu itibarla İngiliz notasındaki istihbarat kaynağının ne olduğu âcizlerince bilinmek lazımdır. İzmir’in ve Manisa’nın işgaline dair gelen acı haber üzerine, Müslüman halkça yapılan ve Hristiyan azınlıklar hakkında hiçbir düşmanca maksat gütmeyen toplantılardan belki de bazılarının ürkmüş olması hatıra gelebilir. İtilaf Devletleri milletimizin haklarına ve istiklaline saygı duydukları müddetçe ve millet, vatanın hiçbir tecavüze uğramayacağından emin bulundukça, Müslüman olmayan azınlıkların korkuya kapılmalarına hiçbir sebep yoktur ve bu hususta devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tamamıyla emniyet buyrulmasını istirham ederim. Fakat milletin istiklal ve varlığını yok eden, millet hayatını tehlikeye düşüren işgal, suikast ve zulüm gibi, İzmir bölgesinde görülmekte olan tecavüzlerin, benzeri hadiselerin yeniden meydana gelmesine karşı, ne milletin heyecan ve vicdan ızdıraplarını ne de bundan doğan millî nümayişleri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede kudret ve kuvvet göremeyeceğim gibi bu yüzden çıkacak olay ve hadiselerin karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne komutan ne sivil idareci ne de hükûmet tasavvur ederim.
Bu nota sureti ile tarafımdan verilen cevap sureti bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara bir genelgeyle bildirildi.
Bu tarihlerde, bütün milletin İngiliz Muhipleri Cemiyetine katılarak, İngiltere himayesinin istenilmesinin, bu cemiyet adına Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telgrafla bildirildiği ve bu telgrafın tesirini hükümsüz bırakmak için milleti gerektiği gibi aydınlatmakla beraber hükûmet nezdindeki teşebbüslerim de malumunuz olmuştur (Ves. 25). Bundan başka 27 Mayıs 1919 tarihinde Türkiye-Havas-Reuter adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrası hakkında verdiği haberlerde “Şûrayı teşkil eden üyelerin hepsinin fikri, Türkiye’nin büyük devletlerden birinin himayesini sağlamak merkezindedir.” havadisini her tarafa yayması üzerine, Sadrazama: “Milletin, millî istiklalini korumaya kararlı olduğunu, bütün uğursuz akıbetlere karşı en son fedakârlığı göze aldığını ve millî vicdanı ifade etmeyen haberlerin endişe verici akisler uyandırdığını” yazmakla beraber, bütün milleti de bu durumdan nasıl haberdar ettiğimi başka bir münasebetle söylemiştim.
Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris’e bilinen daveti üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk toplandığı günlerde, bazı demeçler vermiştim. Bu meseledeki görüş ve hareket tarzımın ne olduğunu açıklamak maksadıyla şu vesikayı aynen arz edeceğim.
Şifre
Aceledir.
Kişiye özeldir.
Samsun’da 3’üncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi’ye, Erzurum’da 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Paşa Hazretleri’ne, Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendi’ye,
Erzurum Valisi Münir Beyefendi’ye,
Sivas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretleri’ne, Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi’ye,
Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri’ne, Konya’da Yıldırım Orduları Müfettişi Cemal Paşa Hazretleri’ne, Diyarbakır’da 13’üncü Kolordu Komutan Vekili Cevdet Beyefendi’ye, Van Valisi Haydar Beyefendi’ye,
Fransa siyasi temsilcisi Mösyö Defrance’ın Sadrazamlık yüksek makamına gelerek Osmanlı Devleti’nin haklarını konferans huzurunda savunmak için Paris’e gidebileceklerini bildirdiği, Dâhiliye Nezaretinin resmî tebliğlerinden ve ajans haberlerinden anlaşılmıştır. İzmir vakası üzerine, milletimizin gösterdiği vatanseverce hassasiyet ve bu suretle istiklalini korumak hususunda beliren azminin neticesi olan bu mazhariyet, şükranla karşılanmaya layıktır. Fakat buna rağmen Yunanların, İzmir vilayetini işgali önlenebilmiş değildir. Her hâlde milletin, haklarını müdrik ve onları çiğnetmemek için yekvücut olarak fedakârca harekete hazır olduğu, İtilaf Devletleri’ne karşı gösterilmeye ve ispata devam edildikçe, adı geçen devletlerin milletimize ve onun haklarına saygılı olacağına şüphe yoktur.
Sadrazam Paşa hazretlerinin konferans huzurunda Osmanlı Devleti’nin haklarını savunmak için ellerinden geleni yapacakları tabiidir. Ancak milletçe, kesin olarak savunulması istenilen ve lüzumlu görülen haklar bilhassa iki noktada önem kazanır: Birincisi, devlet ve milletin mutlak şekilde tam istiklali; ikincisi de ana vatan topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir. Bu hususta Paris’e harekete hazırlanan heyetin görüşü ile millî vicdanın kesin arzusu arasında tam bir uygunluk bulunması şarttır. Aksi takdirde, millet gayet güç durumda ve telafisi imkânsız oldubittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır: Sadrazam Paşa hazretleri, duyduğumuz demecinde bir Ermeni muhtariyeti esasını kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun hududunu zikretmedi. Bundan doğu vilayetleri halkı tabiatıyla üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemeye mecbur oldu. Toplanmış olan Saltanat Şûrası üyelerinin hemen hepsi, millî istiklalin korunmasını ve millet mukadderatının bir millî meclisin iradesine bırakılmasını istediği hâlde, yalnız hükûmetin dayandığı İtilaf ve Hürriyet Partisi adına Başkan Sadık Bey’in yazılı ifadesinde, İngiltere’nin himayesi teklif olundu. Geniş bir Ermenistan muhtariyetini ve devletin bir yabancı himayesini kabul meselelerinde, millî arzu ile bugünkü hükûmetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa hazretleri ile beraberinde hareket edecek olan heyetin, milletin haklarını savunmakta takip edeceği esaslar ve program milletçe bilinmedikçe yukarda arz edilen noktalarda endişeye düşmemek mümkün değildir. Bu suretle vilayetlerde ve onlara bağlı yerlerdeki Müdafaaihukukumillîye ve Reddiilhak Cemiyetlerinin temsilciler heyetleri ve henüz teşkilatı tamamlanamayan yerlerde de belediye heyetleri, Sadrazam Paşa hazretlerine ve doğrudan doğruya Zatışahaneye (Padişah) telgraflarla başvurarak, millî istiklalin mutlak dokunulmazlığı ve milletin çoğunluk haklarının korunmasının milletin başlıca şartı olduğu söylenmeli ve buna göre gidecek heyetin savunacağı esasların millete resmen ve açıkça bildirilmesi istenmelidir. Milletin bu tarzda hareketiyle, gidecek heyetin savunmaya çalışacağı esasların hakikaten milletin arzu ve isteği olduğu İtilaf Devletlerince anlaşılacak ve hiç şüphesiz daha ziyade önemle dikkate alınarak heyetin vazifesini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekli kimselere bir an önce ulaştırılmasını ve duyurulmasını, vatanımızın mukadderatı adına vatanseverliğinden şüphe etmediğim yüksek şahsiyetinizden bilhassa istirham ederim. Bu telgrafın alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim.
İstanbul’a Geri Çağrılışım
Bu tarihten beş gün sonra yani 8 Haziran 1919’da İstanbul’a Harbiye Nazırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sormam üzerine, kimler tarafından ve niçin istenildiğimi, devlet adamlarımızdan bir zatın haber verdiğini daha önce bir münasebetle yaptığım açıklamamda ifade etmiştim. O zat Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genel Kurmay Başkanlığı) makamında bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine İstanbul ile yapılmış olan yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da istifa ettiğim tarihe kadar muhtelif Harbiye Nazırlarıyla ve doğrudan doğruya Sarayla devam etmiştir.
Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu müddet zarfında bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış ve millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir hâle getirilmiş,