Александр Дюма

Üç Silahşörler


Скачать книгу

içinde gerçekleştirmişti. İçinden gelen bir ses bu Yabancı’nın gelecekteki hayatına fazlaca tesir edeceğini söylüyordu.

      Dartanyan gözlerini mor kıyafetli Yabancı’ya dikedursun beyefendi midilli ile ilgili çok ince tespitlerde bulunuyor, dinleyicilerinin daha da gürültülü kahkahalar patlatmasına sebep oluyordu. Kendisi bile alışkanlığının aksine hafif tebessüm ediyordu. Bu kez hiç şüphe yoktu. Dartanyan’a hakaret ediliyordu. Bunun üzerine şapkasını gözlerinin üzerine indirdi. Seyahat eden Gasconlu genç asillerden kaptığı soylu havaları taklit ederek bir elini kılıcının kabzasına, diğer elini de beline koyarak ilerlemeye başladı. Ne yazık ki her adım atışında öfkesi biraz daha şiddetleniyordu. Tepkisini ortaya koymak üzere hazırladığı hafif ve münasip giriş cümlesi yerine dilinin ucuna berbat bir insana ait cümleler geliyordu. Bir de buna eşlik eden öfkeli jestler…

      “Size diyorum beyefendi. Kepenkin arkasına saklanan size… Evet, beyefendi… Neye güldüğünüzü söyleyin de beraber gülelim hadi!”

      Beyefendi konuşmayı bırakıp gözlerini adama çevirdi. Bu tuhaf ifadelerin kendisine yöneltildiğinden emin olmak ister gibi bir hâli vardı. Kendisine hitap edildiğine ikna olduktan sonra kaşlarını hafifçe çattı. Tanımlaması imkânsız alaycı ve saygısız bir ses tonuyla Dartanyan’a cevap verdi.

      “Size söylemiyordum beyefendi.” dedi.

      “Ama ben size söylüyorum.” dedi genç adam. Muhatap olduğu hakaret ile kibarlığın, küçük görme ile nezaketin sebep olduğu bir öfke patlamasıyla.

      Yabancı hafif bir tebessüm ile pencereden ayrılıp yavaş adımlarla otelden çıktı ve atın önünde durmaya başladı. Dartanyan ile arasında bir buçuk metre gibi bir mesafe vardı. Sessiz tavrı ile suratındaki alaycı ifade hâlâ pencere kenarında duran iki adamın neşesini daha da arttırmışa benziyordu.

      Adamın yaklaştığını gören Dartanyan kılıcını kınından az miktar çıkardı.

      “Bu at kesinlikle bir düğün çiçeğine benziyor. Ya da gençliğinde düğün çiçeği gibiymiş.” diye devam etti Yabancı konuşmasına. Penceredeki dinleyicilerine hitaben bir şeyler söylemeye devam ediyor, adamlarla arasında duran ve öfkeden çıldırmış Dartanyan’a en ufak bir tepki göstermiyordu. “Bu renge Botanik’te fazlasıyla rastlanır. Fakat atlarda pek nadirdir.”

      “Atın efendisine gülecek cüreti olmayanlar ata gülerler.” diye haykırdı delikanlı öfkeyle.

      “Ben sık sık gülmem beyefendi.” diye cevap verdi Yabancı. “Yüzümdeki ifadeden de anlayacağınız üzere. Yine de gülmek istediğim zaman gülerim.”

      “Ben de!” diye haykırdı Dartanyan. “Benim istemediğim durumlarda gülünmesine izin vermem.”

      “Pekâlâ beyefendi.” diye devam etti Yabancı. Her zamankinden daha da sakindi. “Bu çok doğru!” dedi ve otele girmek üzere geri döndü.

      Fakat Dartanyan kendisiyle alay etme cüretini gösteren bir adamın elinden kaçmasına izin verecek biri değildi. Kılıcını kınından tamamen çıkardıktan sonra adamı takip etmeye başladı. “Dön, dön şakacı beyefendi! Yoksa seni arkadan vurmak zorunda kalırım.”

      “Hadi vur beni.” diye cevap verdi Yabancı arkasını dönerken. Genç adamı nefret ve hayret dolu bakışlarla incelerken, “Neden delikanlı? Çıldırdınız galiba.”dedi. Daha sonra kendi kendine konuşurcasına bastırılmış bir ses tonuyla devam etti.

      “Bu çok sinir bozucu. Hâlbuki majesteleri için bir lütuf olabilirdi. Kendisi silahşor olarak işe alabileceği cesur adamları arıyor her yerde.”

      Sözlerini henüz bitirmişti ki Dartanyan öfkeli bir darbe savurdu ona. Eğer çevik bir hareketle geri çekilmiş olmasaydı muhtemelen bunlar söylediği son sözler olacaktı. Olayın basit bir şakadan daha ciddi bir hâl aldığını fark eden Yabancı da kılıcını çıkardı. Rakibine selam verdi ve kendini savunmaya aldı. Fakat o sırada iki dinleyici de ona katılmıştı. Sopalar, kürekler ve maşalarla Dartanyan’ın üzerine çullandılar. Dartanyan darbeler almaya devam ederken Yabancı kılıcını kınına soktu ve biraz önce başrolünde oynadığı kavgayı seyretmeye koyuldu. Her zamanki vurdumduymaz tavrıyla, “Şu Gasconlulara lanet olsun. Bırakın turuncu atına binip defolsun!” diye söylendi.

      “Seni öldürmeden asla, korkak!” diye bağıran Dartanyan, kendisine saldırmaya devam eden üç adamın karşısında bir adım dahi geri atmıyordu.

      Yabancı homurdanmaya devam etti.

      “Şerefim üzerine yemin ederim ki bu Gasconlular iflah olmaz. O hâlde dansa devam, mademki öyle istiyor. Yorulunca belki bize söyler.”

      Ne var ki Yabancı nasıl bir inatçı kişilikle muhatap olduğunun farkında değildi. Dartanyan merhamet dilenecek bir adam değildi. Bu sebepten kavga bir müddet daha devam etti. Fakat Dartanyan bir darbe sonucu ikiye bölünen kılıcını nihayet bırakmak zorunda kalmıştı. Alnına aldığı bir başka darbe delikanlıyı yere sermişti. Üstü başı kan revan içindeydi ve bayılmak üzereydi.

      Bu sırada insanlar dört bir taraftan olay yerine koşuyordu. Bu durumun sonuçlarından endişelenen otel sahibi hizmetçilerinin de yardımıyla yaralı adamı içeri taşıyıp yaralarını tedavi etmeye çalıştılar.

      Beyefendiye gelince, kendisi pencere kenarındaki yerini aldı ve belirgin bir sabırsızlıkla ahaliyi incelemeye koyuldu. Hâlâ dağılmamış olmalarına sinirleniyor gibiydi.

      “Pekâlâ, çıldırmış adam ne hâlde?” diye haykırdı. Kapı sesiyle birlikte içeri giren Otel Sahibi’ni gördü. Kendisinin yara alıp almadığını sormaya gelmişti.

      “Ekselanslarının sağlık durumu nasıl?” diye sordu Otel Sahibi.

      “Ah evet! Çok iyiyim beyefendi. Genç adama ne olduğunu merak etmekteyim.”

      “Kendisi daha iyice. Bayılmış.”

      “Evet.” dedi beyefendi.

      “Fakat bayılmadan önce bütün gücünü topladı ve size meydan okudu.”

      “Neden? Bu adam insan kılığına girmiş iblis olmalı.” dedi Yabancı.

      “Hayır, hayır beyefendi. Kendisi iblis değil.” diye cevap verdi Otel Sahibi. Yüzünde küçümseyici bir sırıtış vardı. “Kendisi bayılırken valizini aradık ve temiz bir gömlek ile ekü dışında hiçbir şey bulamadık. Fakat yine de bayılırken eğer bu olay Paris’te yaşansaydı pişman olacağınızı söyledi.”

      “O zaman…” dedi Yabancı sakin bir şekilde. “Kendisi tebdil-i kıyafet gezinen bir prens.”

      “Size söyledim Sayın Beyefendi.” diye devam etti Otel Sahibi. “Kendinizi korumaya almanız gerekirse diye.”

      “Peki herhangi bir isim verdi mi?”

      “Evet, cebine vururken şöyle söyledi. ‘Mösyö de Treville’in himayesi altındaki birine böyle davranılmasına ne tepki vereceğini göreceğiz.’”

      “Mösyö de Treville?” diyen Yabancı daha dikkatli dinlemeye başlamıştı. “Elini cebine koyarken Mösyö de Treville adını zikretti öyle mi? Sayın Otel Sahibi bu genç adam her ne kadar bilinçsiz de olsa cebinde ne olduğunu incelemeyi ihmal etmediniz değil mi? Cebinde ne vardı?”

      “Mösyö de Treville’e yazılmış bir mektup vardı Sayın Silahşorlerin Lideri.”

      “Gerçekten mi?”

      “Tam da size söyleme şerefine nail olduğum gibi oldu ekselansları.”

      Ne var ki Otel Sahibi, söylediği sözlerin Yabancı’da ne gibi bir tesire sebep olduğunu fark edecek idrak kuvvetine sahip değildi. Adam pencere