ve çantası da yanında mı? Ceketini (doublet) çıkardı mı?”
“Her şey mutfakta. Ama eğer bu çılgın sizi sinirlendiriyorsa…”
“Kesinlikle sinirlendiriyor. Hanınızda olay çıkardı ki bu saygın insanların tahammül edemeyeceği bir şey. Hadi git hesabımı getir ve hizmetçime haber ver.”
“Ne oldu mösyö, bizden bu kadar erken mi ayrılcaksınız?”
“Aynen öyle yapacağım. Atımın eyerlenmesini emretmiştim. Emirlerime karşı mı geliniyor?”
“Ekselanslarının da göreceği üzere eyerlendi. Atınız büyük kapıda, yolculuğunuz için hazır.”
“Çok iyi. O zaman sana söylediklerimi yap.”
“Aman aman!” dedi Hancı kendi kendine. “Acaba bu çocuktan korkuyor olabilir mi?” Ne var ki yabancının attığı buyurgan bir bakış üzerine Hancı sustu. Alçak gönüllülükle eğildi ve oradan ayrıldı.
“Bu adam sevgilimi görmemeli.” diye devam etti Yabancı. “Yakında gelecek zaten. Hatta geç bile kaldı. Atıma atlayıp onu karşılamaya gitmeliyim. Treville’e hitaben yazılmış mektupta ne yazdığını bilmek isterdim doğrusu.”
Kendi kendine söylenmeye devam eden Yabancı mutfağa yöneldi. Bu arada Yabancı’nın genç adamın varlığından dolayı hanından ayrıldığından emin olan Hancı eşinin odasına çıktı. Dartanyan o sırada yeni yeni kendine geliyordu. Yabancı gibi soylu bir beyefendiyle – adamın güçlü bir asilzade olduğu kanaatindeydi – kavgaya giriştiği için polisin delikanlıya fazlasıyla zorluk çıkartacağını söyledi Hancı. Sonra da güçsüz olmasına rağmen derhâl ayağa kalkıp mümkün olan en kısa sürede oradan ayrılmasını söyledi Dartanyan’a. Hâlâ yarı şaşkın vaziyette olan delikanlının ceketi (doublet) üzerinde değildi. Başının etrafına da keten bir bez parçası sarılıydı. Dartanyan Hancı’nın desteğiyle ayağa kalktı ve merdivenlerden inmeye başladı. Fakat mutfağa geldiği sırada gördüğü ilk şey hasmının ağır bir arabanın eşiğinde sakince konuşmasıydı. Arabaya iki iri Normandiya atı koşulmuştu.
Adamın konuştuğu kişi araba penceresinden başı görünen yirmi – yirmi iki yaşlarında bir kadındı. Dartanyan’ın bir yüz ifadesini ne kadar hızlı okuduğu bilinen bir şey. Tek bakışta anladığı üzere bu genç ve güzel bir kadındı. Delikanlının o zamana kadar yaşadığı güney eyaletlerinde gördüğünden tamamen farklı bu güzellik onu fazlasıyla sarsmaya yetmişti. Açık tenli ve sarı saçlıydı. Uzun lüleleri omzundan dökülüyordu. Geniş, mavi gözleri ile mahzun bakışları vardı. Dudakları gül rengiydi ve su mermeri gibi elleri vardı. Yabancı ile konuşurken pek canlıydı.
“O zaman Sayın Kardinal buyuruyor ki…” dedi genç kız.
“Derhâl İngiltere’ye dönmenizi ve Londra’dan ayrılır ayrılmaz haber vermenizi söylüyor.”
“Peki, başka bir emir var mı?” diye sordu güzel gezgin.
“Hepsi bu kutunun içinde. İngiltere sınırlarına ulaşmadan açmamalısınız bu kutuyu.”
“Pekâlâ. Ya siz… Siz ne yapacaksınız?”
“Ben Paris’e döneceğim.”
“Ne yani, küstah çocuğa haddini bildirmeden mi döneceksiniz?” diye sordu genç kız.
Yabancı tam cevap vermek üzereydi ki konuşmaları işiten Dartanyan kapı eşiğinde belirdi.
“Küstah çocuk diğerlerine haddini bildirir.” dedi. “Bu kez haddini bildireceğim kişinin daha önce olduğu gibi kaçmayacağını ümit ediyorum.”
“Kaçmayacağını mı?” diye cevap veren Yabancı kaşlarını çattı.
“Kesinlikle. Bir hanımefendinin önünde kaçmaya cüret etmezsiniz zannediyorum.”
Yabancı’nın kılıcına davrandığını gören Milady,
“En ufak bir gecikmenin her şeyi mahvedebileceğini unutma.” dedi.
“Haklısın!” diye bağırdı beyefendi. “Sen yola çık o zaman. Ben de en kısa zamanda çıkacağım zaten.”
Hanımefendiye başıyla selam verdikten sonra atına atladı. Bu arada arabacı atları kuvvetle kırbaçlamaya başladı. Böylece ikisi de ters yönde dörtnala ilerlemeye başladılar.
Yabancı uşağına, “Hesabı öde.” dedi. Hancı’nın ayağına iki ya da üç gümüş fırlatan uşak da dörtnala efendisinin peşinden gitmeye başladı.
“Korkak herif! Sahte asilzade!” diyen Dartanyan da uşağın ardından atına atlamaya çalıştı. Fakat yaralarından dolayı o kadar zayıf düşmüştü ki bu iş onu epey zorladı. Henüz on adım dahi ilerlemeden kulaklarının çınlamaya başladığını hissetti. Başı dönmeye başladı ve gözleri kanlandı. Yolun ortasında yere düştüğü anda dahi bağırmaya devam ediyordu. “Korkak, korkak, korkak…”
“Gerçekten de korkak.” diye mırıldanan Hancı, Dartanyan’ın yanına gitti. Bu ufak jest sayesinde delikanlıyla arasını düzelteceğini umuyordu.
“Evet, tam bir korkak.” diye homurdandı Dartanyan. “Fakat kız çok güzel…”
“Kız ne?”
“Milady” diye mırıldanan Dartanyan bir kez daha bayıldı.
“Hepsi de aynı.” dedi Hancı. “İki müşteri kaybettim ama burada kendisinin bir kaç gün boyunca kalacağına da eminim. Nereden baksan on bir ekü kazandım.”
On bir ekü Dartanyan’ın çantasındaki paranın tamamı demek oluyor hatırlanacağı üzere.
Hancı on bir gün boyunca kalmanın karşılığını günlük bir eküden on bir ekü olarak hesaplamıştı. Ne var ki bu hesabı misafirinin fikrini almadan yapmıştı. Ertesi sabah saat beşte Dartanyan ayağa kalktı. Kimsenin yardımı olmadan mutfağa indi. Ne olduğunu bilmediğimiz birtakım malzemeye ilaveten bir miktar yağ, biraz şarap ve biberiye istedi. Annesinin verdiği karışımın yanında bir de merhem yaptı ve bu merhemi yaralarına sürdü. Sargılarını kendi kendine değiştirdi ve herhangi bir doktordan gelecek yardımı kabul etmedi. O günün akşamında yürümeye başlayan Dartanyan ertesi sabah neredeyse iyileşmişti bile.
Sıkı bir perhiz uyguladığından dolayı biberiye, yağ ve şarap ile at yeminin ücretini ödemek istedi. Atı sahibinin aksine normal bir atın üç katı kadar yem tüketmişti. (En azından Hancı böyle söylüyordu.) Ödeme yapmak üzere cebine uzanan Dartanyan eski kadife kesesinde on bir ekü dışında hiçbir şey bulamadı. Mösyö De Treville’e yazılmış mektup kayıptı.
Delikanlı büyük bir sabırla ceplerini defalarca aradı. Valizinin altını üstüne getirdi. Cüzdanını tekrar tekrar yokladı. Mektubu bulamayacağına ikna olduğundaysa kendisine neredeyse taze şarap, yağ ve biberiyeye mal olacak üçüncü bir öfke patlamasına kapıldı. Sinirden deliye dönen delikanlının mektubu bulunmazsa hanındaki her şeyi mahvedeceğinden korkan Hancı eline bir şiş aldı. Karısı süpürgesini kaptı diğer hizmetçiler de daha önce kullandıkları sopalara davrandılar.
Dartanyan bağırıyordu. “Tavsiye mektubum! Ya tavsiye mektubumu bulursunuz ya da ahdım olsun sizi kiraz kuşu gibi şişlerim.”
Ne yazık ki Dartanyan’ın bu tehdidini gerçekleştirmesinin önünde kuvvetli bir engel vardı. Hatırlayacağımız üzere delikanlının kılıcı yaşadığı ilk sürtüşmede ikiye bölünmüştü. Dartanyan bunu tamamen unutmuştu. Bu sebepten tam da kılıcını çektiği sırada yirmi santim uzunluğunda bir metal parçası buldu. Hancı bu parçayı kılıfa dikkatlice