Александр Дюма

Üç Silahşörler


Скачать книгу

edemediği bir aşk… Bir parça kurdele, kaçamak bir bakış, tesadüfen söylenen bir sözle teselli bulabilen bir aşk. Sizi ilk kez üç yıl önce gördüm Madam ve o günden beridir de seviyorum. Size o gün ne giydiğinizi söyleyeyim mi? Altın ve gümüş işlemeli yeşil saten bir elbise giyiyordunuz. Elbisenin kollarına iri elmaslarla armalar işlenmişti. Gözümü kapattığımda o zamanki hâlinizi görüyorum. Açtığımdaysa şimdiki hâlinizi…

      “Çılgınlık bu!” diye söylendi Avusturyalı Anne. Dükün tasvirinde herhangi bir kusur bulacak cesarete sahip değildi Kraliçe. “Böylesine gereksiz bir tutkuyu böyle hatıralarla beslemek çılgınlık!”

      “Peki ne ile yaşamalıyım? Elimde hatıralardan başka bir şey yok. Bu benim mutluluğum, benim hazinem, benim umudum. Sizi her görüşümde kalbimdeki kutuya bir tane daha elmas koyuyorum. Bu dördüncüsü; çünkü son üç senede sizi sadece dört kez gördüm. İlkini anlattım, İkincisi Madam de Chevreuse’in malikânesindeydi, üçüncüsü ise Amiens Bahçesi’nde…”

      “Dük!” dedi utanan Kraliçe, “O gece hakkında bir daha konuşmayın.”

      “Tam tersine o geceyi konuşalım. O gece hayatımın en mutlu ve en güzel gecesiydi. Ne kadar güzel bir gece olduğunu hatırlıyor musunuz? Hava ne kadar da yumuşak ve güzel kokuluydu. Mavi gök ve yıldız süslü gece ne kadar tatlıydı öyle. Ah madam! Sizinle bir an için dahi olsa yalnız kalabilmiştim. Siz de bana bütün yalnızlıklarınızı ve kalbinizdeki acıları anlatmak üzereydiniz. Koluma yaslanmıştınız madam. Başımı size doğru eğdiğimde güzel saçlarınız yanağıma dokunuyordu. Her dokunmayla birlikte bütün varlığımla titriyordum. Ah Kraliçe! Kraliçe! Cennetin sevinci ve güzelliği dahi böyle bir an yaratamaz. Bütün servetimi, geleceğimi, görkemimi, ömrümün kalan günlerini verirdim öyle bir an, öyle bir gece için. O gece beni sevdiniz madam, yemin ederim.”

      “Evet lordum, yerin tesiri, gecenin büyüleyiciliği, çekiciliğiniz kısacası bir kadını mahvedebilecek binlerce şey etrafımı sarmıştı o ölümcül gecede. Ama biliyorsunuz ki Kraliçe zaafa düşen kadının yardımına koştu. Söylemeye cesaret ettiğiniz ilk sözde cevabınızı aldınız.”

      “Evet, evet bu doğru. Benim yerimde başka bir âşık olsaydı bu sınava yenik düşerdi. Fakat benim aşkım daha sonsuz. Paris’e dönerek benden kaçacağınızı sandınız. Efendimin gözetlememi emrettiği hazineyi bırakamam sandınız. Fakat ne dünyanın bütün hazineleri ne de kralları hiç umrumda değil. Sekiz gün sonra geri döndüm madam. O zaman bana söyleyerek bir şeyiniz yoktu. Hayatımı sizi bir an görmek için riske atmıştım hâlbuki. Elinizi bile tutamadım ve siz beni bu kadar itaatkâr ve pişman görünce affettiniz.

      “Evet, ama parçası olmadığım bu çılgınlıklar yüzünden iftiralar dört bir yanımı sardı, siz de biliyorsunuz lordum. Kardinal’in kışkırttığı Kral yaygara koparttı. Madame de Vernet yanımdan alındı, Putange sürgüne yollandı, Madame de Chevreuse’ün adı lekelendi. Siz Fransa elçisi olarak dönmek istediğinizde -hatırlayın lordum- Kral bizzat karşı çıktı.”

      “Evet, Fransa Kral’ı bu reddedişinin bedelini savaşla ödeyecek. Sizi görmeye iznim yok madam ama benden her gün haber alacaksınız. Seferinin ya da La Rochelle’de Protestanlarla kurduğum ittifakın amacı nedir sizce? Sizi görmenin zevki. Elimde kılıçla Paris’e girme niyetim yok buna eminim. Ama bu savaş barış getirecek ve bu barış için bir müzakereciye ihtiyaç var. O müzakereci ben olacağım. O zaman beni reddetmeye cesaret edemezler. Böylece Paris’e döneceğim ve sizi görebileceğim. Bir anlığına dahi olsa mutlu olacağım böylece. Binlerce adam benim mutluluğumun bedelini canıyla ödeyecek bu doğru. Ama benim için sizi gördüğüm müddetçe bunun bir önemi yok. Bütün bunlar aptallık belki, belki de delilik. Söyleyin hangi kadının böyle bir âşığı, hangi Kraliçe’nin böyle bir hizmetçisi vardır?”

      “Lordum, lordum, kendinizi savunmak için söyledikleriniz sizi daha da suçlu yapıyor. Aşkınıza delil olarak sunduğunuz her şey neredeyse suç.”

      “Çünkü beni sevmiyorsunuz madam. Eğer sevseydiniz farklı bakardınız. Eğer beni sevseydiniz, ah bir sevseydiniz bu çok büyük bir mutluluk olurdu ve ben çıldırırdım! Ah, Madam de Chevreuse sizin kadar zalim değildi. Holland onu sevdi, o da bu sevgiye karşılık verdi.”

      “Madam de Chevreuse kraliçe değildi!” diye söylendi Avusturyalı Anne böylesi bir tutku karşısında kendine hâkim olamayarak.

      “O zaman eğer ki kraliçe olmasaydınız beni severdiniz madam. O zaman beni seveceğinizi söyleyin. Bana bu kadar zalim olmanızın sebebinin konumunuz olduğuna inanabilirim. Eğer ki Madam de Chevreuse’ün yerinde olsaydınız zavallı Buckingham dükü ümitlenebilirdi. Bu tatlı sözler için teşekkürler. Ah güzel Kraliçe’m, yüzlerce kez teşekkürler!”

      “Ah lordum! Yanlış anlıyor, yanlış yorumluyorsunuz. Bunu demek istemedim.”

      “Sessiz olun, sessiz! Eğer ki bir yanlışlıkla mutlu oluyorsam onu benden alma zalimliğini yapmayın. Bir tuzağın içine çekildiğimi bana siz söylediniz madam. Belki de bu tuzak beni öldürebilirdi. Bu çok ilginç olurdu çünkü bir süredir öleceğimi hissediyordum.” Dükün yüzünde üzgün ve çekici bir gülümseme belirdi.

      “Aman Tanrı’m!” diye bağırdı Avusturyalı Anne. Düke olan ilgisinin söylemeye cesaret ettiğinden daha fazla olduğunu ortaya koyan bir korku ifadesiyle.

      “Bunu sizi korkutmak için söylemedim madam. Bu benim için de sizin için olduğu kadar saçma. Bana inanın ki böyle hislere aldırmam. Fakat az önce söylediğiniz sözler, bana neredeyse verdiğiniz ümit için hayatımı verirdim.”

      “Ah, ama ben…” dedi Anne. “Benim de önsezilerim var dük. Benim de rüyalarım var. Rüyamda kan kaybettiğinizi, yaralı vaziyette yattığınızı gördüm.”

      “Sol tarafta bir bıçak var mıydı yok muydu?” diye araya girdi dük.

      “Evet, vardı lordum. Sol tarafınızda bir bıçak vardı. Bu rüyayı size kim anlatmış olabilir acaba? Ben dua ederken Tanrı’dan başka kimseye anlatmadım.”

      “Daha fazla sormayacağım madam. Beni seviyorsunuz, bu yeterli.”

      “Sizi seviyorum, ben?”

      “Evet, evet. Eğer beni sevmeseydiniz Tanrı size ve bana aynı rüyayı gösterir miydi. Eğer birbirimize bağlı olmasaydık aynı önsezileri tecrübe eder miydik? Beni seviyorsunuz benim güzel Kraliçe’m. Benim için ağlayacak mısınız?”

      “Aman Tanrı’m, aman Tanrı’m!” diye bağırdı Avusturyalı Anne. “Bu taşıyabileceğimden daha fazla. Tanrı aşkına gidin dük. Gidin! Sizi sevip sevmediğimi bilmiyorum. Bildiğim tek şey yalan söylemeyeceğim. Bana acıyın ve gidin. Ah, eğer Fransa’da kalır ve Fransa’da ölürseniz ölüm sebebinizin bana olan aşkınız olduğunu düşünmek kendimi asla affetmememe sebep olur. Çıldırırım. Buradan ayrılın, size yalvarıyorum, ayrılın!”

      “Ah, ne kadar da güzel şu hâliniz! Ah size ne kadar âşığım…” dedi Buckingham dükü.

      “Gidin, gidin size yalvarıyorum. Bir elçi ya da bakan olarak, sizi çevreleyen muhafızlarınız, sizi kollayan hizmetçileriniz varken dönün. O zaman sizin için ya da hayatınız için endişelenmem ve sizi gördüğüme memnun olurum.”

      “Ah bu söyledikleriniz doğru mu?”

      “Evet.”

      “O zaman müsamahanızın delili olarak, rüya görmediğimi bana hatırlatacak bir şey verin bana. Sizin taktığınız benim de takabileceğim bir şey olsun. Bir yüzük, kolye ya da zincir…”

      “Dediğinizi yaparsam derhâl gidecek misini?”

      “Evet.”

      “Şu