p>Samed Behrengi
Sevgi Masalı
Bir zamanlar bir padişah ve onunda altı, yedi yaşlarında bir kızı vardı. Bu kızın çok sayıda cariyesi, hizmetçisi ve birde Koç Ali adında kendisinden biraz büyükçe bir uşağı vardı. Yemek yerken kızın peçetesi yere düşecek olsa, Koç Ali yerden alır kendisine verirdi. Top oynarken kızın topu biraz uzağa kaçacak olsa, Koç Ali gider alıp getirirdi. Bazı zaman da olurdu ki, padişahın kızı, binlerce oyuncağın arasında sıkılır, canı çelik çomak oynamak isterdi. Padişah kızının çelik çomağı, altın ve gümüşten yapılmıştı.
Kızı çelik çomak oynamaya ilk heves ettiğinde, Padişah, şehirdeki bütün kuyumcuları çağırıp toplatmış, tam bir saat içinde kızı için altın ve gümüşten bir çelik çomak yapıp hazırlamalarını emretmişti. Bu oyuncağın hazırlanması için yüz bin Tümen’den fazla para harcanmış, bu sırada bir kuyumcunun da boynu vurulmuştu. Kuyumcunun öldürülmesinin sebebiyse, Padişah tarafından bu iş için çağrıldığında, önemli bir işi olduğu için gelemeyeceğini söylemesiydi. Kuyumcu o sırada, yeni doğan kızı için küpe yapmakla uğraşıyordu.
Padişahın kızının canı ne zaman çelik çomak oynamak istese, Koç Ali biraz uzakta durup beklerdi. Kız, kısa çubuğu yere koyar ve diğeriyle onun üstüne vurup, havaya fırlatırdı. Koç Ali’nin vazifesiyse, havaya fırlatılan çubuğun peşinde koşturmak ve onu alıp kızın bulunduğu tarafa doğru atmaktı. Kız havada kendisine atılan çubuğa bu sefer daha sert vurur, çubuğu daha da uzağa fırlatırdı. Koç Ali yeniden fırlayıp gider, çubuğu düştüğü yerden alıp kıza doğru atardı tekrar. Kız oyundan yorulduğu zaman, Koç Ali hizmetçilerle uşaklara haber verir, onlar da gelip kızı tahtırevanla köşküne taşırlardı. Koç Ali, kızın kıymetli çelik çomağını alıp diğer milyonlarca oyuncağının yanına koysunlar diye, oyuncak odasından sorumlu olan hizmetkâra haber vermek için giderdi. Ardından da, padişah kızının kıyafetlerinden sorumlu olan hizmetkârın yanına gidip, çelik çomak oynarken giydiği kıyafetini yerine koyar, bu sefer kızın yemek kıyafetlerini alır getirirdi.
Koç Ali sonra da kızın hususi aşçısının yanına haber vermeye gider, çelik çomak oyunundan sonra kızın yiyeceği yemeği getirmesini söylerdi. Padişahın kızı, her oyundan sonra özel bir yemek yerdi.
Koç Ali her zaman bu tür işlerle uğraşırdı. Kız uyuduğu zaman Koç Ali de kapısının arkasında uyurdu ki, bu sayede kızın cariyeleri, hizmetçileri ve uşakları hanımlarının artık uykuya daldığını anlasınlar, kendisine bir şey sormasınlar ve bir şey söyleyip rahatsız etmesinler.
Padişahın kızının her bir işini Koç Ali yapardı, hatta bu işleri o kadar güzel yerine getirirdi ki, kız ona asla el kaldırmazdı. Koç Ali âşıktı padişahın kızına. Ona karşı saf ve tertemiz bir sevgi duymaktaydı. Kendisine kalsa, bu işte hiçbir ayıp ve kusur yoktu. İşte bu düşünceyle, günün birinde gönlündeki sırrı kıza açtı.
Kız, o gün bahçede kelebek yakalamaktaydı. Koç Ali de bu sırada bir ağacın yanı başında durmuş, onu seyrediyordu. Ara sıra da kelebeklerden biri uçup ağacın dallarına konacak olursa, ağaca tırmanıyor ve kelebeğin daldan havalanmasını sağlıyordu. O sırada kız irice bir kelebek görüverdi ve Koç Ali’ye seslendi:
“Koç Ali, gel de şu kelebeği sen yakala. Korkuyorum ben bundan.”
Koç Ali hızla davranıp koştu ve kelebeği yakalayıp sepete attı. Başını kaldırdığında, kızın tam karşısında durmakta olduğunu gördü, tamamen saf ve duru bir şekilde dudaklarından şu sözler döküldü:
“Sultanım, ben size âşık oldum. Sizden rica ediyorum, ikimiz de büyüdüğümüzde eşim olunuz lütfen.”
Ama sözlerini bitirmeye fırsat bile vermeden, padişahın kızı birden olanca gücüyle bir tokat attı ona ve bağırmaya başladı:
“Seni ipsiz sapsız uşak parçası, sen kim oluyorsun da bana âşık olma hakkını kendinde görüyorsun? Benim bir padişah kızı olduğumu, seninse benim uşağım olduğunu ne çabuk aklından çıkardın! Senin bir köpek kadar bile değerin yok benim gözümde. Köpek yavrusu seni… Yıkıl git, gözüm görmesin seni! Defol git hizmetçilere söyle gelip beni götürsünler buradan, seni de dışarı atsınlar saraydan, bir daha o pis gözlerin değmesin bana!”
Koç Ali gidip bu emri hizmetçilere söyledi, hizmetçiler tahtırevanla yanına geldiklerinde kızı baygın hâlde buldular. Onu böyle görünce Koç Ali’nin başına üşüştüler;
“Ne yaptın sen Sultanımıza?” diyerek onu sıkıştırdılar.
Koç Ali,
“Ben hiçbir şey yapmadım ona, kendisi sinirlenip bana vurdu, sonra da kendinden geçti yemin olsun ki!” dedi onlara.
Ama ona kim inanır… Gül suyu ve şerbet getirip, kızın kendine gelmesini sağladılar ve onu tahtırevanla köşküne götürdüler. Padişah kızı emir verdi hizmetçilerine:
“Babama söyleyin, bu nankör uşağı pis kulağından tutup bir köpek gibi saraydan dışarı atsın. Pis gözlerinin beni görmesini istemiyorum artık!”
Padişah emir verdi ve Koç Ali’yi hemen o dakikada tıpkı bir köpek gibi, sarayın kapısına koydular. Padişahın kızıysa birkaç gün hasta yattı, her gün birkaç hekim birden yatağının ucunda nöbet bekledi. Sonunda kendisi artık iyileştiğini söyledi ve hekimleri de geri gönderdi.
Yıllar hızla birbirini kovalayıp geçerken, padişahın kızı günden güne ve yıldan yıla kendini beğenmiş biri olup çıktı, o kadarki kimseye köpek kadar bile değer vermezdi. On yedi, on sekiz yaşına geldiğindeyse, bir gün emir verdi ve kimsenin kendisine bakmaya, o saf temiz bedenini bakışlarıyla kirletmeye hakkı olmadığını buyurdu. Yanındaki hizmetçilerden ve uşaklardan biri yanlışlıkla kendisine bakacak olsa hemen kırbaçla cezalandırılıyordu. Bunlardan herhangi biri ağzını açacak olsa, padişah kızının kendisine eğlence olsun diye köşkün bahçesinde beslettiği aç kurtların önüne diri diri atılırdı. Padişah ise kızının bu tavırlarından hoşnut, kendisini çok seviyordu. Her zaman kızına şöyle derdi:
“Kızım, sen aynı benim gibi hareket ediyorsun, çok seviyorum senin bu hâllerini.”
Padişah kızı bu hâl üzere, bahçede daima tek başına dolaşır dururdu ve kimseyle konuşmaz olmuştu. Dediğine göre, kimsenin kendisiyle konuşmaya layık olmadığını düşünürdü. Bahçenin ortasına iki tane büyük havuz yaptırılmıştı; bunlardan biri her zaman taze sütle, diğeriyse gül ve yasemin suyuyla doluydu. Sırf iki cariyenin göreviyse, belirlenmiş saatlerde başları öne eğik şekilde havuzun yanına gelmek, kızın süt havuzundan çıkıp gül suyu havuzuna girmesine nezaret etmek ve oradan çıktıktan sonra da havluyla sarınmasına yardım etmekti. Ama bu cariyelerin, kızın bedenine dokunmaları yasaktı. Eğer kazara birisinin parmağı kızın vücuduna veya saçlarına değecek olsa, hemen o an cellatlar çağrılıp o cariyenin parmağı veya eli kesilirdi.
Padişahın kızı, etrafındaki herkesi kendisinden o denli uzaklaştırmıştı ki, tamamen yalnız kaldı ve vaktini nasıl geçireceğini artık bilemez oldu. Kelebek peşinde koşmak, çiçek dermek, süt ve gül suyu havuzlarında yıkanmak, oyun oynamak, yemek içmek ve kurtları seyretmek de sıkıyordu kızı artık. Bu durumda, çaresiz, vaktinin büyük kısmını uyumakla geçirmeye başladı. Rüyasındaysa sürekli Koç Ali’yi görüyordu. Koç Ali geliyor ve padişahın kızıyla oynuyordu düşünde. Kız, başlarda bu duruma seviniyor, ama sonra birdenbire kendisinin padişahın kızı olduğunu ve başkalarından çok farklı birisi olduğunu hatırladığında yüzü düşüyor ve Koç Ali’yi kendisinden uzaklaştırıyordu. Fakat Koç Ali yine de aldırmıyor, elini tutmaya çalışıyordu. Kız da zorla elini kaçırıyordu. Ama nihayetinde elini vermeye razı oluyor, sonra da ikisi birlikte oyuna, koşup oynamaya ve kelebek peşinde koşturmaya başlıyordu. Oyunun ortasında Koç Ali;
“Sultanım, ben size âşık oldum, sizden rica ediyorum,