Corci Zeydan

Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı


Скачать книгу

in yönlendirmesi ile çeşitli medreselerde eğitim aldı. Farsça ve İngilizcenin yanı sıra matematik ilmini de öğrendi. Geçimini sağlamak için daima çalışan Zeydân, 1881 yılında Amerikan Üniversitesi Tıp Fakültesine başladı. Diğer öğrencilerden farklı olması yönüyle ön plana çıktı ve üniversitenin onaylamadığı Darwin teorisini destekleyen hocaların yanında bulunarak katıldığı bir boykot sonucunda okulundan uzaklaştırıldı. Eczacılık diplomasını almayı başarsa da maddi sıkıntılar nedeniyle tıp öğrenimini yarıda bıraktı; edebiyat, tarih ve dil alanlarına yöneldi. Kahire’nin günlük olarak basılan tek gazetesi ez-Zemân’da çalışmaya başladı ve bu süreçte Beyrut istihbaratına üye oldu. 1885 yılında Doğu Bilimler Akademisine üye olarak seçildi; bununla birlikte İngilizce, Fransızca, Almanca, İbranice ve Süryanice dillerine hâkim oldu. Genç yaşlarında birçok ülkeye seyahat etme imkânı buldu ve bu esnada oryantalizmi yakından tanıdı. 1886 yılında ilk kitabı olan el-Elfâzu’l-‘Arabiyye ve’l-Felsefetu’l-Luğaviyye’yi yayımlayan yazar, Jön Türkler’i desteklediği gerekçesiyle Osmanlı topraklarına ancak Meşrutiyet’ten sonra girebildi. Bir dönem Kahire Üniversitesinde öğretim görevliliği yaptı, üniversite yönetimi için hassas olan konuları tartışması üzerine görevinden uzaklaştırıldı. Bunun üzerine 21 Temmuz 1914 tarihinde, Mısır’da vefat etti.

      1

      EBU MÜSLİM HORASANİ

      Emevi Devleti, hüküm sürdüğü yıllarda hilafet düzeninden vazgeçip padişahlık şekline geçince, dört halife dönemindeki yönetimden farklılaşmıştır. Ayrıca son derece ırkçı bir yol tutması onları Abbasi Devleti’nden ayırır.

      Emevi Devleti, ashaptan birtakım akıllı insanların gayretleriyle kurulmuştur. Fakat valiler, halka eşit şekilde davranma hususunda kusur etmişlerdir. Eziyet altında olan kavimler hâkim olan unsurlardan farklı muamele görmüştü. Bu fark, baskı altında yaşayan halkı günden güne gücendirdi. Çünkü aynı topraklarda yaşayan iki kavim arasındaki fark, epey göze çarpıyordu. Cahiz’in Kitab-ül Mevali’sinde okunduğuna göre Haccac bin Yusuf, kendisinin düşmanı olan İbnü’l-Eş’as ile savaşan Mevali’yi1 bir daha bir araya gelmemek için dağıtmak istediği zaman, bunlardan her birinin avucuna damga vurur gibi gönderdiği şehrin ismini nakşettirmişti. Hatta Mevali için künye taşımak bile uygun değildi; onlara yalnız isim ve lakapları ile hitap ederlerdi.

      İşte bu gibi davranışlar dolayısıyla Emeviler yerine diğer bir devlet teşkiline çalışanlar ile halk arasında birliktelik oluyordu.

      Eğer Emevi Devleti’nin halife ve valilerinden bazılarının iktidarlı, başarılı, yönetimleri adaletli olmasaydı bu devletin yıkılması daha kısa zamanda gerçekleşirdi. Emevi Devleti; Muaviye, Ziyad bin Ebih, Amr bin Âs, Muğire bin Şu’be gibi halifelerin iktidarları sayesinde vücut bulmuştu. Halk, Muaviye’nin ya kılıcından korkararak yahut lütuf ve ihsanına minnettar olarak onun hükümdarlığını kabul etmişlerdi.

      Daha sonra meydana gelen birçok olayda, hilafetin doksan seneden fazla Emevilerde kalmasına hizmet etmişti.

      Bu müddet zarfında ehlibeyitten bazıları hilafeti geri kazanmaya çalıştı fakat başarılı olamadılar. Bunlar iki büyük fırkadan oluşuyorlardı. Biri peygamber efendimizin amcasının oğlu olan Hazreti Ali’nin evlat ve torunlarından oluşan Aleviler; diğeri peygamberimizin amcası olan Abbas bin Abdülmuttalib hazretlerinin evlat ve torunlarından olan Abbasilerdi. Alevilerin de bir kısmı peygamberimizin kızı Hazreti Fatıma’nın erkek evlatları olan Hazreti Hasan ve Hüseyin ile bunların evlat ve torunları; diğer kısmı ise Hazreti Ali’nin diğer evladı olan Muhammed bin El-Hanefiyye adına hilafeti talep ederlerdi. Adı geçen kişiler, Muhammed’in taraftarları (Fırka-ı Keysaniyye) Abbasilerin taraftarları da (Fırka-ı Ravendiyye) adlarıyla bilinirler.

      Abbasiler, Emevi Devleti’nin ancak son zamanlarında hilafeti istemeye başladılar. Hâlbuki Aleviler, ta Muaviye zamanından itibaren hilafeti kazanmaktan vazgeçmiyorlardı. Daima İslam topraklarının her tarafına adamlar gönderiyor, halkı kendi taraftarlıklarına davet ediyorlardı.

      Bunlar pek çok defa bir araya gelerek binlerce taraftar toplayabilmişler fakat maksatlarını gerçekleştirmede başarılı olamamışlardı. Bu şekilde hicretin birinci asrı geçti. Artık Emeviler zayıf düşüyor, devletleri de yıkılmaya yüz tutuyordu. İşte bu sırada Keysaniyye Fırkası kötüleşti. Bunlar, Muhammed bin El-Hanefiyye’nin oğlu Ebu Haşim’i halife yapmak istiyorlardı. Irak’ta, Horosan’da Keysaniyye Fırkası’ndan pek çok taraftar bulunmaktaydı. Ebu Haşim, vefatından önce hilafetin Abbasiler adına değişmesini vasiyet etti. Ebu Haşim vefat edince fırkası, hazreti peygamberin amcası Hazreti Abbas’ın oğlu Abdullah’ın torunu Muhammed bin Ali’nin yanına gelerek hâkimiyetini tanıdılar. Muhammed bin Ali, hicretin yüzüncü senesinde hilafetine taraftar kazanmak için her tarafa gizlice adamlar gönderdi. Bu davete uyanların çoğu Mevali (yani Arap olmayan Müslümanlar) ve özellikle Şam’da Emevi hilafetinin merkezinden uzak bulunan Horasan halkıydı. Hicretin yüz yirmi dördüncü senesinde bu kişiler, Muhammed bin Ali vefat edince taraftarları oğlu İbrahim’e uydular. İbrahim’e “İmam” adı veriliyordu. Zaman geçtikçe Abbasiler kuvvet buluyor, Emeviler ise tersine zayıf düşüyordu. Nihayet hicretin yüz otuz ikinci senesinde Emevi Devleti büsbütün yıkılınca Abbasi Devleti onun yerine kuruldu.

      Ebu Müslim Horasani adında İranlı bir delikanlı, bu olaylar sırasında Abbasilere taraftar olanları kumanda ediyordu. Bu romanın kahramanı işte bu zattır.

      2

      MERV BEYİ

      İslamiyet’ten önce İran; Horasan, Maveraünnehir şehirleri ve köylerinden meydana gelmişti. Hükûmet adamları şehirlerde ikamet eder ve bütün kuvvetlerini oralarda bulundururlardı. Avrupa’da derebeylik devrinde köyler, kontlar ve lortlardan oluşmuş, asalet sahiplerinin elinde kılıç ve ok bulunmuştu. İşte adı geçen memleketlerde “dihakeyn” adıyla bilinen köy ağaları vardı. Buralarda, birtakım İranlı boyların hâkimiyeti bulunmaktadır. Bu beyler arazileri bölerek kiraya veriyorlardı. Her arazi bağlı olduğu beyin ismine mensuptur. Kiraya verilen arazinin güvenliği beyin askerine, tarım ve imarı da adamlarına aittir. Toprağından kazandıklarıyla geçinen bey ile adamları memleketin asıl sahipleri olan Ariyen ırkına mensup insanları köylerde esir gibi kullanıyorlardı. Bu halk göğüsleri yüksek, iri vücutlu adamlardı.

      Araplar bu memleketleri fethettikleri zaman Horasan ve civarında bulunan beylerin hâli, açıkladığımız şekildedir. Araplar bu şehirleri ele geçirmişler, şehirlere asker yerleştirmişlerdir. Köylerde ise beyleri, İran Devleti zamanında nasıl ise o hâlde bırakmışlar. Birçok konuda, özellikle vergilerin toplanmasında bu topraklarda yaşayanlar üzerinde sahip oldukları güce güvenerek onları kendilerine yardımcı kabul etmişlerdi.

      Fetihler çoğunlukla bu asilzadelerin, yüksek mevkide bulunanlarının durumunu iyice araştırmak için yapılırdı. Diğer taraftan bu beyler hâkimiyet sahibinin beğeni ve güvenini kazanarak, halktan topladıkları paralarla güç ve servet kazanıyordu. Araplar zamanında daha fazla mevki ve varlık sahibi oldular. Bununla beraber bunların gücü ve servetleri çeşitliydi. Birçok çiftliklere, gayet geniş araziye sahip büyük beyler bulunduğu gibi tek bir köye ya da yalnız bir tarla sahibi küçük beyler de vardı. Bu beyler çoğu kez valiler gibi hükûmet memuriyetlerine tayin olunurlardı. Fakat Emeviler, Arap olmayanlara iyi davranmakta kusur ettikleri zaman, bunlara da bazen kötü davranışlarda bulunurlardı. Bunların mezhebi eski İranlıların dini olan Mecusilikti. Emevi Devleti’nin yıkılışında bunlardan yalnız pek azı bu dine sahipti.

      Hicretin ikinci asrı başlarında Horasan kıtası beylerinin en büyüğü bilinen, bu toprakların merkezi olan Merv şehri civarında oturan ve pek çok çiftliğe sahip bir beydi. Onun için bu beye, şehre nispetle Merv beyi deniliyordu. Beyin, Gülnar isminde bir kızı vardı ki güzellik ve akıllıktaki şöhreti, pederinin önüne geçmişti. Büyük ve soylu beyler, izdivacına birçok kez talip olmuşken bu kız evlenmek istememekle herkesin saygılı bakışlarını ve hayretini üzerine çekmişti. İzdivacına talipleri çoğaldıkça pederi, işi kızının kendi kararına bırakıyor, kızını sürekli olarak gördükçe ona karşı gelmek istemiyordu. Bu bey, Merv şehrinin güneyinde şehre birkaç mil mesafede olan büyük ve muhteşem bir köşkte yaşamaktaydı. Köşkün etrafı meyve ağaçları ve çiçek bahçeleri ile dikkat çekerdi. Bahçelerin etrafında kafesler içinde nadide