gelen bir ineğin sütünü içmiş, dereotu yiyerek karnını doyurmuş. Tours’a geleli beri hiç kimseyle görüşmedi, tavus kuşu gibi kurumlu. Ama muhakkak ki onun gönlünü çaldın sen. Buraya geldin geleli bizim pencerelerin önünden günde iki kez benim için geçmiyor herhâlde… Kuşku yok, seviyor seni.”
Bu son sözler kontesi sanki büyülü bir tarzda uyandırıverdi. Elinde olmadan bir hareket yaptı, gülümsedi, bu hâli de markizi şaşırttı. En ciddi kadın bile bir erkeğin kendisi yüzünden acı çektiğini öğrenince içgüdüsel bir hoşnutluk duyar. Bu tür bir hoşnutluk göstermek şöyle dursun, Julie’nin bakışı donuktu, soğuktu. Yüzünde dehşete yakın bir tiksinme duygusu belirmişti. Onun bu hâli, bir tek insanın yararına olarak herkesten uzak duran bir kadına yaraşır cinsten değildi. Böyle bir kadın bu gibi bin hâlde gülmesini, şakalaşmasını bilir. Oysa hayır, Julie’nin o anda çok yakın bir tehlikenin kendisini hâlâ hissettiren acısını duyar gibi bir hâli vardı. Gelininin, yeğenini sevmediğini iyice anlamış olan teyze, onun hiç kimseyi sevmediğini keşfedince şaştı kaldı. Jülie’de kırık bir gönül; bir günlük, belki bir gecelik denemeyle Victor’un hiçliğini anlayabilmiş bir genç kadın kişiliğini sezmenin korkusuyla titredi, Julie onu tanıdıysa benim yeğen çok geçmeden evliliğin sakıncalarına katlanacak, diye düşündü.
Madam de Listomere o sıralarda Julie’yi de XV. Louis Dönemi’nin kralcı doktrinlerinden yana etmeyi tasarlıyordu. Fakat birkaç saat sonra kontesin mahzunluğuna yol açan ve toplum içinde epey sık rastlanan durumu öğrendi, daha doğrusu sezdi.
Birdenbire düşünceli bir hâl alan Julie, odasına her zamankinden daha erken çekildi. Oda hizmetçisi onu soyup yatmaya hazır hâlde bırakınca sarı kadifeden bir şezlonga uzanmış olduğu hâlde ateşin karşısında kalakaldı. Bu modası geçmiş mobilya, üzgün insanların olduğu kadar mutlu kişilerin de işine yarar. Genç kadın ağladı, sızladı, düşündü… Sonra bir küçük masanın başına geçti, bir kâğıt alarak bir şeyler yazmaya başladı. Saatler çabucak geçti. Julie’nin bu mektupta açıkladığı şeylerin kendisini çok sıkar gibi bir hâli vardı. Her cümleden sonra uzun uzun hayallere dalıyordu. Genç kadın birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başlayarak durdu. O sırada da saatler ikiyi çaldı. Can çekişen bir kadınınki gibi ağırlaşan başı, göğsüne doğru eğildi. Sonra başını kaldırınca Julie, teyzesinin birdenbire çıkageldiğini gördü. Sanki duvarda asılı halılardan ayrılıp çıkıvermiş bir kimse hâli vardı onda.
Teyze, “Neyin var yavrum?” dedi ona. “Niçin bu saatlere dek uyumadın, hele sen yaşta bir kimse tek başına ağlar mı hiç?”
Teklifsiz bir tavırla gelininin yanına oturdu, onun yazmaya başladığı mektuba yiyecek gibi baktı.
“Kocana mı mektup yazıyordun?”
Kontes, “Nerede olduğunu biliyor muyum?” dedi.
Teyze kâğıdı alıp okudu. Gözlüklerini getirmişti, önceden tasarlamıştı bu işi. Zavallı Julie, onun mektubu elinden alışına hiç ses çıkarmadı. Kendisini iradeden böyle tamamen yoksun bırakan şey ne haysiyet yokluğu ne de gizli bir suçluluk duygusu idi. Hayır, teyzesi o anda ruhun zembereğinin boşandığı, insanın iyi veya kötü hiçbir şeye, sessizliğe de güven duygusuna da aldırmadığı bunalım anlarından biriyle karşılaşmıştı. Sevgilisini küçümseyen fakat geceleyin kendisini çok kederli, çok kimsesiz bulduğu için onu arzulayan; acılarına ortak olacak bir gönüle rastlamak isteyen namuslu bir kız gibi Julie de nezaket kuralları gereğince açık da olsa okunmaması gereken bir mektubun okunmasına tek söz söylemeden razı oldu. Markiz mektubu okurken o da sessiz sessiz durdu.
Sevgili Louisa, diyordu mektup… Yüzü gözü açılmamış iki genç kızın birbirlerine verdikleri çok ihtiyatsızca bir sözün ille de tutulmasını niçin bunca defa istemeli? “Sorduklarıma altı aydır neden cevap vermedi acaba, deyip duruyorum kendi kendime.” diye yazıyorsun. Susuşumun nedenini anlamadınsa açıklayacağım sırları öğrenerek bunu bugün kavrayacaksın belki. Yakında evleneceğini haber vermeseydin ben bu sırları bir daha açıklamamacasına yüreğimin derinliklerine gömecektim.
Demek evleneceksin Louisa. Bu düşünce irkiltiyor beni. Evlen bakalım, zavallı yavrucak! Sonra birkaç ay geçince, eski hâlimizi anımsayarak çok iç burkucu pişmanlıklardan birini duyacaksın. Hani Ecouen’daydık da bir akşam ikimiz de dağdaki en ulu meşelerin altına gelmiştik. Ayaklarımızın altında uzanan güzel vadiye bakmış, batan güneşin bizi parıltılarıyla saran ışınlarını hayran hayran seyretmiştik.
Bir kayanın üstüne oturduk, kendimizden geçtik âdeta, peşinden de çok tatlı bir hüzün kapladı içimizi. Uzaklardaki bu güneşin bize geleceği haber verdiğini ilk bulan, sen oldun. Çok meraklıydık, çok çılgındık o zamanlar! Bütün o çılgınlıklarımızı hatırlıyor musun? “İki sevgili gibi kucaklaşıp öpüştük.” diyorduk. İçimizden ilk evlenecek olanın evliliğin sırlarını, çocuksu ruhlarımızın bize çok tatlı şeyler gibi gösterdiği o sevinçleri ötekine olduğu gibi anlatacağına ant içtik. O geceyi yaşayınca umutsuzluğa kapılacaksın Louisa. O zamanlar gençtin, güzeldin, mutlu değil idiysen bile hiçbir şeye aldırdığın yoktu. Bir koca seni birkaç gün içinde benim gibi çirkin, acılı, yaşlı hâle sokacak. Albay Victor d’Aiglemont ile evlendiğim için ne denli böbürlendiğimi, boş bir gurura kapıldığımı, sevindiğimi sana anlatmak delilik olur! Hatta sana nasıl söyleyeyim, bilmem ki kendimi hatırlamıyorum bile artık… Kısacık bir an içinde çocukluğum bir düş gibi oluverdi. Kapsamını kavrayamadığım bir bağı ebedileştiren o büyük gün boyunca olan davranışım, takazalara yol açmaktan geri durmadı. Babam sevincimi birkaç kez yatıştırmaya çalıştı. Herkesin yersiz bulduğu bir neşe gösteriyordum çünkü. Sözlerimde muziplik diye bir şey yoktu ama herkes muziplik buluyordu onlarda. O duvakla, o gelinlikle, o çiçeklerle bin türlü çocukluk yapıyordum… Gösterişli bir şekilde götürüldüğüm odada akşam yalnız kalınca, Victor’u meraklandırmak için bir muziplik düşündüm. Eskiden, yılbaşı günleri hediyelerin yığılı durduğu odaya, kimseye görünmeden süzüldüğüm sırada, yüreğim küt küt atardı. Victor’un gelişini beklerken yüreğim yine öyle çarpıyordu. Kocam içeriye girip de beni arayınca, her yanımı saran muslinlerin altından kopardığım boğuk kahkaha, çocukluğumuzun oyunlarını renklendiren o tatlı neşenin son gösterisi oldu…
Yaşlı hanım böyle başlayan ve içinde birçok acı gözlemler bulunan bu mektubu okuyup bitirince gözlüklerini ağır ağır masanın üstüne koydu, mektubu da hemencecik oraya bıraktı ve yeşil gözlerini gelininin üzerine dikti. Yaşlılık, bu gözlerdeki berrak ışıltıyı donuklaştırmamıştı henüz.
“Yavrum…” dedi. “Evli bir kadın terbiye kurallarını çiğnemeden genç bir kıza bu gibi şeyleri yazamaz…”
Julie teyzesinin sözünü keserek, “Ben de öyle düşündüm.” dedi. “Siz mektubu okurken kendimden utanıyordum…”
Yaşlı kadın babacan bir tavırla devam etti, “Sofrada bir yemek hoşumuza gitmediyse ondan başkalarını da tiksindirmemek gerek. Özellikle şu sebepten ki Havva anamızdan bize kadar evlilik, çok güzel bir şey gibi görünmüştür…” Sonra sordu: “Annen yok mu senin?”
Kontes irkildi sonra başını yavaşça kaldırarak, “Bir yıldır annem yok diye birkaç kez üzüldüm.” dedi. “Ama asıl Victor’u damatlığa istemeyen babamın bu isteksizliğini dinlemeyerek yanlış davrandım.”
Teyzesine baktı, o yaşlı çehrede beliren iyilik ifadesini görünce de gözlerindeki yaşları, bir sevinç ürpertisi kurutuverdi. Körpe elini, onu bekler gibi duran markize uzattı. Parmakları birbirlerini sıktığı zaman bu iki kadın da birbirlerini