eşine fırlatmak gibi bir alışkanlığı var ve senin de kabul edeceğin gibi acemi bir gazetecinin bu kadar geniş bir hayal gücü olamaz. Biraz enfiye çek doktor, senin örneğinde bile ben puan kazandım.”
Altından imal edilmiş ve kapağın ortasında büyük bir ametist taşı olan enfiye kutusunu çıkardı. İhtişamı, sade hayatıyla öyle tezatlık yaratıyordu ki laf atmadan duramadım.
“Ah!” dedi. “Seni birkaç haftadır görmediğimi unutmuşum; Irene Adler davasında yardımlarıma karşılık Bohemya kralından ufak bir armağan.”
“Ya yüzük?” dedim parmağındaki pırıl pırıl parlayan muhteşem taşa bakarak.
“Hollanda kraliyet ailesinin hediyesi; ama onlara yardım ettiğim konu o kadar hassastı ki sana bile anlatamayacağım; üstelik bir iki ufak davamı yazıya geçirmiş olmana rağmen.”
“Şu anda elinde herhangi bir dava var mı?” diye sordum ilgiyle.
“Yaklaşık on on iki kadar dava var elimde ama pek ilgi uyandıran cinsten değiller. Tabii ki önemliler ama ilginç değiller. Aslına bakarsan önemsiz olaylarda da gözlem yapma fırsatı ve soruşturmaya çekicilik kazandıracak etki tepki analizleri olduğunu görüyorum. Büyük suçlar daha basit olma eğilimindedir; çünkü kural olarak, ne kadar büyük bir suç işlenirse amaç o kadar belli olur. Marsilya’dan gelen oldukça karışık olay dışında bu davalar bana hiç ilginç gelmiyorlar ama birkaç dakika içinde ilgimizi çekebilecek bir davayla karşılaşabiliriz. Yanılmıyorsam müşterilerimden biri geliyor.”
Sandalyesinden kalktı; kasvetli, renksiz Londra sokaklarına, aralanmış perdeden gözlerini dikerek baktı. Yanına gidip omzunun üzerinden baktığımda boynuna tüylü bir kürk dolamış, Devonshire düşesi tarzı, kulağının hemen üstünde yan yatırdığı kırmızı tüylü, geniş kenarlı bir şapka giyen oldukça iri yarı bir kadını karşı kaldırımda gördüm. Tam takım giyinmiş bu kadın heyecanla ve tereddütle penceremize bakıyordu. Bir taraftan ileri geri sallanıyor diğer taraftan da eldiveninin düğmeleriyle sinirli bir şekilde oynuyordu. Yarışmalarda yüzücülerin aniden suya dalışları gibi aceleyle karşıya geçip zilimize şiddetle bastı.
“Bu belirtileri çok iyi bilirim.” dedi Holmes sigarasını ateşe atarken. “Kaldırımda ileri geri sallanması gizli bir ilişki içinde olduğu anlamına gelir. Bizden tavsiye isteyecek ama bu mesele konuşmaya değer mi bilemiyorum. Şimdilik bir istisna yapabiliriz. Eğer bir kadın, bir erkekten büyük bir darbe yemişse artık ileri geri sallanma biter. Bunun belirtisi zilin şiddetle çalınmasıdır. Burada bir aşk hikâyesi var ama bu kadının zihni karışmış ya da ızdırap çekiyor gibi bir hâli yok. Her neyse şüphelerimizi doğrulamak için kendisi bizzat geliyor.”
Konuşurken kapı çalındı ve yardımcımız olan çocuk, Bayan Mary Sutherland’ı takdim etmek için içeri girdi. Minicik bir kayığın arkasında duran kocaman bir nakliye gemisi gibi bu kadın da ufak tefek, kara kuru çocuğun arkasında çok büyük ve ihtişamlı duruyordu. Sherlock Holmes her zamanki kibarlığı ile onu içeri buyur etti ve kapıyı kapatarak bir koltuğa oturması için yer gösterme nezaketini ihmal etmedi. Ona uymayan bir şekilde, âdeta dalgınmış gibi kadına yaklaşık bir dakika kadar baktı.
“Pek iyi göremediğiniz hâlde nasıl bu kadar çok daktilo kullanıyorsunuz?” dedi.
“Başlarda zorlanıyordum.” diye cevap verdi. “Ama artık harflerin yerlerini ezberledim.” Fakat söylenenleri idrak eder etmez geniş, iyi niyetli yüzünde korku ve şaşkınlık belirtileri görüldü. “Benim hakkımda bir şeyler duymuşsunuz, Bay Holmes!” diye bağırdı. “Yoksa bunları nereden bilebilirdiniz?”
“Boş verin…” dedi Holmes gülerek. “Benim işim bu. Başkalarının görmediğini görmek için eğittim kendimi. Böyle olmasaydı danışmak için bana gelmezdiniz değil mi?”
“Size, Bayan Etherege tavsiye ettiği için geldim efendim. Polisin ve herkesin öldüğünü sandığı kocasını siz çok kolay bir şekilde buldunuz. Ah, Bay Holmes, umarım bana da yardım edersiniz! Zengin değilim ama yılda yüz pound gelirim var ve bunun dışında daktiloyla yazarak kazandığım az bir miktar daha var. Bay Hosmer Angel’a ne olduğunu öğrenmek için hepsini vermeye hazırım.”
“Neden bu kadar telaşlı bir hâlde bana danışmak için geldiniz?” diye sordu Sherlock Holmes parmak uçlarını birleştirip gözlerini tavana dikerek.
Bayan Mary Sutherland’ın boş bakışları tekrar şaşkın birinin bakışlarına dönüştü. “Evet evden aceleyle çıktım.” dedi. “Ama Bay Windibank’ın rahat tavırları beni sinirlendirdi; kendisi babam olur. Polise gitmiyordu, size de gelmiyordu. Hiçbir şey yapmadığı ve ısrarla hiçbir sorunun olmadığını söylediği için en sonunda iyice sinirlendim, hazırlanıp doğruca size geldim.”
“Babanız…” dedi Sherlock Holmes. “Sanıyorum üvey babanız çünkü soyadlarınız farklı.”
“Evet, üvey babam. Ona baba diyorum ama biraz komik oluyor çünkü benden sadece beş yıl, iki ay büyük.”
“Anneniz hayatta mı?”
“Ah, evet, annem hayatta ve gayet iyi! Babamın ölümünden kısa bir süre sonra evlenmesi hiç hoşuma gitmedi Bay Holmes, üstelik kendisinden on beş yaş küçük biriyle. Babam Tottenham Court Yolu’nda tesisatçılık yapıyordu ve öldüğünde arkasında güzel bir iş bıraktı. Annem Başkalfa Bay Hardy ile işi sürdürüyordu; ama Bay Windibank aramıza katılınca annemi iş yerini satmaya zorladı. Onun durumu iyiydi; şarap satıyordu. Hisseler ve faiz için 4.700 pound aldılar. Yaşasaydı babam bu kadarını hayatta kazanamazdı.”
Kadının konudan konuya atlaması ve bu önemsiz hikâye karşısında Sherlock Holmes’un sabırsızlanacağını düşünmüştüm ama aksine onu pürdikkat dinliyordu.
“Siz gelirinizi çalışarak mı kazanıyorsunuz?” diye sordu.
“Ah, hayır efendim! O ayrı bir hikâye. Gelirimin kaynağı, Auckland’daki Ned amcamdan kalan hisseler. Hisseler yüzde dört buçuk faizle Yeni Zelanda borsasında. Miktar tam olarak 2.500 pound ama ben sadece faizini alabiliyorum.”
“Çok ilgimi çektiniz.” dedi Holmes. “Yüz pound oradan alıyorsunuz bir de kendi kazancınız var. Şüphesiz biraz seyahat edip kendinizi şımartıyorsunuzdur. Bence bekâr bir kız, altmış pound’luk bir gelirle çok rahat hayatını sürdürebilir.”
“Ben onun çok daha azıyla bile yetinebilirim Bay Holmes ama o evde yaşadığım sürece kimseye yük olmak istemiyorum. Bu nedenle onlarla kaldığım sürece bu parayı kullanıyorlar. Tabii bu, geçici bir süre için. Bay Windibank senede dört kez paramı çekip anneme veriyor, ben de daktilo yazarak pekâlâ geçimimi sağlayabiliyorum. Sayfasına iki peni alıyorum ve günde on beş yirmi sayfa yazıyorum.”
“Durumunuza tam bir açıklık getirdiniz.” dedi Holmes. “Bu benim arkadaşım Doktor Watson. Benim yanımda nasıl rahat konuşuyorsanız onun yanında da öyle konuşabilirsiniz. Bay Hosmer Angel ile aranızdaki ilişkiyi lütfen bize açıklar mısınız?”
Bayan Sutherland’ın yüzü pembeleşti ve heyecanla ceketinin kenarıyla oynamaya başladı. “Onunla tesisatçıların balosunda tanıştım.” dedi. “Babam hayattayken dernek ona bilet gönderiyordu ve o öldükten sonra da bizi yine hatırlayarak anneme göndermeye başladılar. Bay Windibank oraya gitmek istemiyordu. Zaten bizim hiçbir yere gitmemizi istemiyor. Bir pazar günü küçük bir eğlenceye gitmek istesem hemen kızardı. Bu defa kafama koymuştum ve gidecektim. Hangi hakla karşı gelebilirdi ki? Babamın bütün arkadaşları orada olacağı için huzursuz olduğunu söyledi. Ayrıca benim giyebileceğim doğru dürüst bir şeyin olmadığını da söyledi. Oysa çekmeceden pek çıkarmadığım mor bir pelüşüm