etrafına bakındı ve gelenin Kırmızı Kraliçe olduğunu gördü. “Oldukça büyümüş!” dedi şaşırarak. Gerçekten de öyleydi. Alice onu küllerin içinde ilk bulduğunda yaklaşık sekiz santim boyundaydı. Oysa şimdi Alice’in boyunu bile geçmişti.
Gül, “Temiz hava sayesinde tabii. Her şeyin başı bu temiz hava!” dedi.
Çiçeklerle konuşmanın oldukça ilginç olduğunu düşünen Alice, artık gerçek bir Kraliçe ile konuşmak istiyordu. “Sanırım gidip onunla tanışacağım.” dedi.
Gül, “Bunu yapamazsın! Sana diğer tarafa doğru yürümeni tavsiye ederim.” diye atıldı.
Bu, kendisine oldukça saçma geldiği için Alice hiçbir şey demeden Kırmızı Kraliçe’ye doğru ilerledi. Tam o sırada kendini tekrar ön kapıdan girerken bulunca çok şaşırdı. Her yerde Kraliçe’yi aradıktan sonra aklına bir fikir geldi. Tam ters yönde yürümeye karar verdi.
Bu plan işe yaradı. Neredeyse hiç yol yürümeden karşısında bir anda Kraliçe’yi buldu ve başını kaldırıp baktığında varmaya çalıştığı tepenin yine tam karşısında olduğunu gördü.
Kraliçe, “Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Bana bak, doğru düzgün konuş ve parmaklarını öyle oynatıp durma!” deyince Alice, Kraliçe’nin söylediklerini yaparak ona yolunu kaybettiğini anlattı.
Kraliçe, “Yolumu kaybettim demekle ne demek istediğini pek anlamadım çünkü buradaki bütün yollar bana aittir.” dedi ve kibarca “İyi de senin burada ne işin var?” diye sordu. “Ne söyleyeceğini düşünürken saygıyla eğil istersen. Sana zaman kazandırır bu hareketi yapmak.” dedi.
Kraliçe’nin dediği şeye çok şaşırsa da Alice, korkusundan onun söylediklerine inanmak zorunda kaldı. Kendi kendine Eve gidince bunu deneyeceğim; bir daha akşam yemeğine geç kaldığımda… dedi.
Kraliçe saatine bakıp “Cevap ver haydi! Konuşurken de ağzını biraz daha aç. Bir de her seferinde ‘Majesteleri’ de!” dedi.
“Ben sadece bahçenin nasıl olduğunu görmek istedim Majesteleri.” dedi Alice de çaresiz.
Kraliçe’nin, Alice’in başını okşayarak “Peki, sen bahçe deyince ben de gördüğüm diğer bahçelerle kıyasladım burayı çünkü sana öyle bahçeler gösterebilirim ki buraya bahçe demezsin bile… Daha çok bozkır gibi bir yer burası.” demesi Alice’in pek de hoşuna gitmedi. Konu üzerine çok da yorum yapmak istemeyerek “Ben yürüyerek şuradaki tepeye varmak istiyordum.” deyince Kraliçe araya girip “Buna tepe diyorsun ama sana öyle tepeler gösterebilirim ki buraya vadi dersin.” dedi. Alice de “Hayır biliyorsunuz ki bir tepeye vadi denemez. Bu çok saçma…” diye devam etti.
Kırmızı Kraliçe başını sallayıp “Eğer istersen saçma diyebilirsin tabii ama ben öyle saçma şeyler duydum ki onlar bununla karşılaştırıldığında bu, sözlüktekiler kadar mantıklı kalır.” diye karşılık verdi.
Alice, Kraliçe’nin ses tonundan korkup yine saygıyla eğildi. Daha sonra da tepenin en yüksek yerine kadar birlikte sessizce yürüdüler.
Birkaç dakika boyunca Alice hiç konuşmadan bölgede gidilebilecek yönlere doğru şöyle bir bakıp Ne kadar ilginç bir yer burası, diye düşündü. Farklı farklı yerlerden akan küçük küçük dereler, kare şeklinde ufak, yeşil çitlerle birleşiyor ve harika bir manzara oluşturuyordu.
Alice en sonunda “Sanki kocaman bir satranç tahtası gibi bölünmüş burası.” dedi. Heyecanla konuşmaya devam etti: “Buralarda insanlar da dolaşıyor olmalı. Evet! İşte orada!” Kalbi küt küt çarparken “Bu bir satranç oyunu! Evet, bütün dünyada oynanan bir oyun! Burası da dünya ise tabii… Ne kadar da eğlenceli görünüyor! Keşke ben de bunlardan biri olsam şimdi. Kraliçe olmak isterdim elbette ama Piyon bile olsam hiç önemli değil.” diye bağırdı.
Bunu söyledikten sonra utanarak gerçek Kraliçe’ye baktığında Kraliçe ona gülümseyerek karşılık verdi: “Bu çok kolay. Zambak, oynamak için çok küçük olduğuna göre istersen sen de Beyaz Kraliçe’nin Piyon’u olabilirsin. Başlangıçta İkinci Kare’de olursun. Sekizinci Kare’ye gelince Kraliçe olursun…”
Daha sözü tam bitmeden ikisi birden koşmaya başladılar. Alice bir anda neden birlikte koşmaya başladıklarını anlayamadı. El ele tutuştular. Kraliçe öyle hızlı koşuyordu ki tek yapması gereken şeyin koşabildiği kadar hızlı koşarak ona yetişmeye çalışmak olduğunu fark etti Alice fakat Kraliçe hâlâ “Daha hızlı! Daha hızlı!” diye bağırıyordu. Alice daha hızlı koşamayacağını anlamıştı ama bunu söyleyecek nefesi bile kalmamıştı.
En ilginç şeylerden biri de etraflarındaki ağaçların ve diğer şeylerin hiç yer değiştirmiyor olmalarıydı. Ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar koşarken hiçbir şeyi geçmiyorlardı. Kafası iyice karışan Alice, Acaba her şey bizimle birlikte mi koşuyor? diye sordu kendi kendine. Kraliçe de Alice’in aklını okumuş olacak ki koşarken “Daha hızlı! Konuşmaya çalışma!” dedi.
Zaten Alice’in de konuşacak hâli yoktu. Nefesi öyle kesilmişti ki kendini bir daha konuşamayacakmış gibi hissetti. Kraliçe, Alice’i de beraberinde sürükleyerek “Daha hızlı! Daha hızlı!” diye bağırmaya devam etti. En sonunda Alice dayanamayıp nefes nefese “Oraya yaklaştık mı?” diye sordu.
Kraliçe, “ ‘Oraya yaklaştık mı?’ Peki ama neden böyle diyorsun; biz on dakika önce orayı geçtik! Daha hızlı!” diye bağırdı. Bir süre daha konuşmadan koşarak ilerlediler. Rüzgârın kulaklarında çınlayıp saçlarını havalandırmasından büyük bir zevk aldı Alice.
Kraliçe, “Haydi! Şimdi! Şimdi! Daha hızlı! Daha hızlı!” diye bağırdı yine. Neredeyse ayakları toprağa değmeden öyle hızlı koşuyorlardı ki en sonunda Alice dayanamayıp nefes nefese kendini yere attı.
Kraliçe, bir ağaca yaslanması için ona yardım etti ve nazik bir şekilde “Biraz dinlenebilirsin.” dedi.
Alice şaşırarak Kraliçe’nin yüzüne baktı ve “Neden acaba başından beri bu ağacın altındaymışız gibi hissediyorum ben? Sanki her şey aynı yerde duruyor!” dedi.
Kraliçe de “Elbette ki aynı, ne bekliyordun ki?” diye sordu.
Hâlâ hızlı hızlı soluyan Alice “Bizim ülkemizde bu kadar koşarsan mutlaka başka bir yere varmış olursun da…” diye cevap verdi.
Kraliçe, “Ne kadar da ağırkanlı bir ülkeymiş orası öyle! Gördüğün gibi burada bu kadar koşuyorsun ama ancak aynı yerde kalıyorsun. Eğer başka bir yere gitmek istersen o zaman bunun iki katı daha hızlı koşman gerekir.” dedi.
Alice de “Denememeyi tercih ederim. Burada kalmaktan oldukça memnunum yalnızca hava çok sıcak ve çok susadım.” diye karşılık verdi.
Kraliçe güzel bir dille “Ben ne istediğini biliyorum senin.” deyip çantasından küçük bir kutu çıkardı. “Bisküvi ister misin?”
Alice’in canı istemese de Şimdi hayır demek ayıp olur, diye düşündü ve bir tane aldı fakat bisküvi çok kuru olduğu için yerken neredeyse boğuluyordu.
Kraliçe, “Sen dinlenirken ben de şurayı ölçeyim bari.” deyip cebinden bir kurdele çıkardı ve kurdeleyi santim santim kesti. Yerde ölçü alarak oraya buraya küçük kazıklar çakmaya başladı. “İki metre sonra sana yolu göstereceğim. Biraz daha bisküvi ister misin?” diye sordu.
Alice teşekkür edip “Bir tane yeter.” dedi.
Kraliçe,