yaptığı konuşma sayesinde şövalyelikle onurlandırılmıştı. Galiba bu durumu biraz fazla ciddiye almıştı. İşinden ve küçük bir ticaret kentindeki evinden nefret etmiş ve her ikisini de terk ederek ailesini Meryton’dan yaklaşık bir mil uzaklıkta, Lucas Köşkü adını verdiği bir eve taşımıştı. Zamanını ne kadar önemli biri olduğunu düşünüp işinden kurtulmanın verdiği rahatlıkla herkese karşı kibar davranmayı iş edindiği evinde geçirebilecekti. Rütbesi her ne kadar göğsünü kabartsa da onu, başkalarına tepeden bakan biri hâline dönüştürmemişti, aksine herkesin ilgi odağıydı. Doğuştan uysal, dost canlısı ve kibar bir insan olan Sör Lucas, St. James’te kralın huzuruna kabul edildikten sonra tam anlamıyla “soylu” olup çıkmıştı.
Leydi Lucas çok iyi bir kadındı ancak Bayan Bennet’ın gözünde değerli bir komşu olmak için fazla akıllı değildi. Birkaç çocuğu vardı. En büyüğü, yirmi yedi yaşındaki Charlotte duyarlı, zeki, Elizabeth’in yakın arkadaşı olan genç bir kadındı.
Lucas’lar ile Bennet’ların genç bayanlarının buluşup her balo hakkında konuşmaları kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim balonun ertesi sabahı Lucas’lar haber alıp vermek amacıyla Longbourn’a geldiler.
Kibar bir ifadeyle genç Bayan Lucas’a, “Geceye iyi başladınız Charlotte.” dedi Bayan Bennet, “Bay Bingley ilk sizi seçmişti.”
“Evet ama ikinciyi daha çok sevmiş gibiydi.”
“Ah! Sanırım Jane’den bahsediyorsunuz, onunla iki kez dans etti diye. Tabii, ondan çok hoşlanmış gibiydi, aslını isterseniz buna inanmayı yeğlerim, ne olduğunu tam hatırlamasam da kulağıma Bay Robinson ile ilgili bir şeyler geldi.”
“Herhâlde Bay Bingley ile Bay Robinson arasında benim kulağıma çalınan konuşmadan bahsediyorsunuz. Size bundan söz etmedim mi? Bay Robinson, Bay Bingley’ye Meryton balolarını nasıl bulduğunu, salondaki kızları beğenip beğenmediğini, en çok kimden hoşlandığını sordu. Bay Bingley bu son soruya hemen, ‘Kuşkusuz, Bennet’ların en büyük kızı. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz.’ diye cevap verdi.” dedi Elizabeth.
“Aman Tanrı’m! Gerçekten de kesin konuşmuş, sanki… Ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey çıkmaz.”
“Benim kulak misafiri olduğum konuşma sizinkinden çok daha farklıydı Eliza.” dedi Charlotte, “Bay Darcy, arkadaşına nazaran pek de dinlemeye değer biri sayılmaz, öyle değil mi?”
“Zavallı Eliza! Fena değil, ha?”
“Yalvarırım Lizzy’nin aklına o kötü muameleyi getirip kızın canını sıkmayın; aksi adamın teki o, beğenisini kazanmak büyük şanssızlık olur. Bayan Long dün gece bana anlattı; bir saat dibinde oturmuş, ağzını bir kere açıp tek laf etmemiş.”
“Emin misiniz anne? Sakın bir yanlışlık olmasın?” diye sordu Jane, “Ben Bay Darcy’nin onunla konuştuğunu gözlerimle gördüm.”
“Evet, çünkü sonunda Bayan Long dayanamayıp ona Netherfield’ı nasıl bulduğunu sordu, o da cevap vermek zorunda kaldı. Ama dediğine göre kendisiyle konuşuldu diye çok sinirlenmiş.”
“Bayan Bingley’nin bana söylediğine göre…” dedi Jane, “Bay Darcy çok yakınlarının arasında olmadığı sürece doğru dürüst konuşmazmış. Onların arasındayken gayet cana yakın ve hoşsohbet oluyormuş.”
“Bunun tek bir kelimesine bile inanmam canım! O kadar hoşsohbet biri olsaydı Bayan Long’la konuşurdu. Ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum, herkes onun kibirle dolup taştığını söylüyor. Bayan Long’un arabasının olmadığını, baloya kiralık arabayla geldiğini öğrenmiş olsa gerek.”
“Bayan Long’la konuşmaması umurumda değil.” dedi Charlotte, “Ama keşke Eliza’yla dans etseydi.”
“Senin yerinde olsam…” dedi Bayan Bennet, “Bir dahaki sefere onunla dans etmezdim Lizzy.”
“Onunla asla dans etmeyeceğime dair size söz verebilirim anne.”
“Onun gururu beni çoğu kimselerin gururunun rahatsız ettiği kadar etmiyor çünkü bir özrü var: Bu kadar yakışıklı, asil, zengin ve her bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan şaşmamalı. Bana kalırsa gururlanmaya hakkı var bile diyebilirim.” dedi Charlotte.
“Çok doğru.” diye cevapladı Elizabeth, “Onun gururunu hoş görebilirdim, eğer o benimkini yerle bir etmeseydi.”
“Gurur…” dedi derin düşüncelere dalmış olan Mary, “Bence çok sık rastlanan bir zayıflıktır. Tüm okuduklarıma dayanarak söyleyebilirim ki hakikaten yaygın, insan doğasının ona özel bir eğilimi var ve içimizde çok az kişi vardır ki kendinden hoşnut olmanın tadını çıkarmasın; haklı ya da haksız, nedeni ne olursa olsun… Gurur ve kibir farklı şeyler, her ne kadar sık sık aynı anlamda kullanılsalar da… Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimize karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir, kibirse başkalarının bize duymasını istediğimiz saygıyla.”
“Bay Darcy kadar zengin olsaydım…” dedi kız kardeşleriyle gelmiş olan genç Lucas’lardan biri, “Ne kadar gururlu olduğumla ilgilenmezdim. Bir sürü tazı besler, her gün bir şişe şarap içerdim.”
“İçmeniz gerekenden bayağı fazlasını içerdiniz o zaman.” dedi Bayan Bennet, “Ben de bunu görünce o şişeyi derhâl elinizden alırdım.”
Çocuk itiraz edip bunu yapamayacağını söyledi, kadın ise yapacağını söyleyip durdu ve bu atışma ziyaretin sonuna dek sürdü.
6
Ziyaretten kısa süre sonra Netherfield’lı hanımlar Longbourn’lu hanımları ağırladı. Ziyaretin karşılığı aynı biçimde olmuştu. Jane’in hoş tavırları, Bayan Hurst ve genç Bayan Bingley’nin büyük beğenisini kazanıyordu ve anneleri; çekilmez, küçük kız kardeşlerle de -konuşmaya değmeyecek insanlar olarak lanse edilseler bile- tanışmalarını istediklerini en büyük iki kardeşe doğrudan söylemişlerdi. Jane bu ilgiyi büyük bir zevkle karşılamıştı ancak Elizabeth bu kadınların insanlara davranışlarını -ablasını bile zar zor kabul etmişlerdi-ve kendini beğenmişliklerini bir kez daha görmüş, onlara bir türlü ısınamamıştı; gerçi erkek kardeşlerinin ona hayranlığının da etkisiyle Jane’e gösterdikleri gitgide artan inceliğin bir değeri vardı. Bu, genellikle her karşılaşmalarında belli oluyordu, adam kıza hayrandı ve Elizabeth’e göre aynı oranda belli olan bir şey daha vardı: Jane daha ilk dakikadan Bay Bingley için verdiği karara boyun eğiyordu ve ona ileri derecede âşık olmak üzereydi. Ama ablası bu gerçeği herkesin fark etmeyeceği kanaatindeydi ve bu onu mutlu ediyordu. Çünkü Jane güçlü duygularının etkisinde kalan, iyi huylu, her davranışından neşe fışkıran bir yapıya sahipti ve bütün bunlar da küstah insanların kuşku duymasına engel olacaktı. Elizabeth bu düşüncelerinden arkadaşı Charlotte’a bahsetmişti.
“Böyle durumlarda herkesi aldatabilmek hoş bir şey olabilir.” dedi Charlotte, “Ama duygularını bu kadar saklamak bazen insanın zararınadır. Bir kadın duygularını hoşlandığı adamdan da aynı beceriyle gizlerse onu kendine bağlama fırsatını kaçırabilir, o zaman hiç kimsenin bir şey sezmediğini düşünmek pek acıklı bir avuntu olur. Her sevgide minnetin veya kibrin o kadar büyük rolü vardır ki yeni doğmuş bir sevgiyi başıboş bırakmaya gelmez. Başta hepimiz özgürüzdür. Ufak bir gönül kayması kadar doğal ne olabilir ki? Ancak karşısındakinden cesaret almadan gerçekten âşık olabilecek kadar pişkinlik gösterebilen azdır. Bingley, kardeşinden kuşkusuz hoşlanıyor ama Jane ona cesaret vermezse duyguları hoşlanmadan ileri gidemez.”
“Ama doğasının izin verdiği kadar cesaret veriyor