küçük şeyler yapabilirim. Bunun gibi şeyler. Becky, bağışta bulunmuşum gibi sevindi. İnsanlara bağışta bulunuyormuşum gibi davranacağım. Az önce bir bağışta bulundum.”
6
ELMAS MADENLERİ
Bu olayın üstünden çok geçmeden heyecan verici bir şey oldu. Yalnızca Sara değil, tüm okul heyecana kapıldı ve ertesi hafta sırf bu konu konuşuldu. Yüzbaşı Crewe mektuplarının birinde çok ilginç bir hikâye anlatmıştı. Çocukluktan okul arkadaşı beklenmedik bir şekilde onu ziyaret etmek için Hindistan’a gelmişti. Bu arkadaşı, altında mücevherlerin bulunduğu geniş bir arazinin sahibiydi ve elmas madeni işletmekle meşguldü. Her şey beklediği gibi giderse insanın başını döndürecek kadar büyük bir servetin sahibi olabilirdi. Yüzbaşı, okul günlerinden sevdiği bir arkadaşı olduğu için bu projede ona ortaklık teklif ederek devasa serveti paylaşma fırsatı sunmuştu. En azından Sara mektuplardan bunu çıkarmıştı. Başka bir iş olsa -ne kadar büyük çaplı olursa olsun- o ve sınıfın geri kalanını o kadar da etkilemezdi ama “elmas madenleri” kulağa kimsenin kayıtsız kalamayacağı Binbir Gece Masalları gibi geliyordu. Sara onların büyüleyici olduklarını düşünürdü; Ermengarde ve Lottie için yer altının derinliklerindeki tavanı, zemini ve duvarları pırıltılı taşlarla kaplı ve tuhaf, koyu tenli adamların ağır kazmalarla bu taşları çıkardıkları dolambaç gibi geçitlerin resmini çizerdi. Ermengarde bu hikâyeye bayılırdı ve Lottie tekrar anlatması için her akşam yalvarırdı. Lavinia buna iyice köpürüyordu ve Jessie’ye elmas madeni diye bir şeye inanmadığını söylemişti.
“Annemin kırk sterlinlik bir elmas yüzüğü var.” dedi. “Üstelik o kadar da büyük değil. Elmaslarla dolu madenler olsaydı insanlar saçma sapan zengin olurlardı.”
“Belki Sara da saçma sapan zengin olur.” diye kıkırdadı Jessie.
“Onun saçma sapan olması için zengin olmasına gerek yok.” diye burnundan soludu Lavinia.
“Bence ondan nefret ediyorsun.” dedi Jessie.
“Hayır. Hiç de bile.” diye çıkıştı Lavinia. “Ama elmaslarla dolu madenlere de inanmıyorum.”
“Eh, insanların bir yerden elmas çıkarması gerekiyor.” dedi Jessie. “Lavinia.” diyerek tekrar kıkırdadı. “Gertrude’nin söylediklerine ne diyorsun?”
“Bilmiyorum ve bu yine Sara’nın bitmek bilmeyen hikâyelerinden biriyse ilgilenmiyorum da.”
“Aynen öyle. Numaralarından biri, prensesmiş gibi davranmak. Sürekli bu oyunu oynuyor, okulda bile. Güya derslerini daha iyi anlamasını sağlıyormuş. Ermengarde’ın da prenses olmasını istiyor ama o, kendisinin bunun için çok şişman olduğunu söylüyor.”
“O çok şişman.” dedi Lavinia. “Sara da çok zayıf.”
Hâliyle Jessie yine kıkırdadı.
“Bunun neye benzediğinle veya sahip olduklarınla bir alakası olmadığını söylüyor. Ne DÜŞÜNDÜĞÜN ve ne YAPTIĞIN ile ilgiliymiş.”
“Herhâlde dilenci olsaydı da prenses olabileceğini düşünürdü.” dedi Lavinia. “En iyisi bundan sonra ona prenses hazretleri diyelim.”
O günkü dersler bitince sınıftaki şöminenin önünde oturup günün en sevdikleri zamanın tadını çıkarıyorlardı. Bu, Bayan Minchin ve Bayan Amelia’nın kendileri için kutsal olan oturma odasına çekilip birlikte çay içtikleri zamandı. Bu süre zarfında her telden konuşulur, kulaktan kulağa nice sırlar dolaşırdı; özellikle küçük öğrenciler uslu durup ağız dalaşına tutuşmazlarsa ve etrafta gürültü yaparak koşturmazlarsa. Ama itiraf etmek gerekirse çoğu zaman böyle olurdu. Gürültü çıkardıklarında büyük kızlar genelde onları azarlardı. Büyüklerin düzeni sağlamaları bekleniyordu ve bunu beceremezlerse Bayan Minchin veya Bayan Amelia’nın ortaya çıkıp şamataya bir son verme tehlikesi vardı. Tam da Lavinia konuşurken kapı açıldı ve Sara nereye gitse köpek yavrusu gibi peşinden koşturan Lottie ile birlikte içeri girdi.
“Hah, peşine şu korkunç çocuğu da takıp gelmiş!” dedi Lavinia fısıldayarak. “Madem onu bu kadar seviyor, odasında tutsa ya! Beş dakikaya kalmaz kesin ağlamaya başlar.”
Lottie’nin birden sınıfta oynayası gelmişti ve manevi annesine onunla gelmesi için yalvarmıştı. Köşede oyun oynayan küçük öğrencilere katıldı. Sara da pencerenin önündeki koltuğa kıvrılıp bir kitap açtı ve okumaya başladı. Kitap, Fransız Devrimi’ni anlatıyordu. Bastille’deki mahkûmların dehşet verici resimlerine bakarken kaybolup gitti. Adamlar o kadar uzun yıllardır zindanlardaydılar ki kurtarıcıları tarafından salıverildiklerinde uzun ve gri saçları, sakalları birbirine karışmıştı, dışarıda bir dünyanın var olduğunu neredeyse unutmuşlardı, hepsi rüyada gibiydi.
Kafası sınıftan o kadar uzaklara gitmişti ki Lottie’nin birden uluyarak ağlamasıyla kendine gelmesi hiç hoş olmamıştı. Bir kitaba dalmışken aniden rahatsız edilmek kadar onu çileden çıkaran bir şey yoktu. Kitapseverler böyle durumlarda nasıl bir rahatsızlık duyulduğunu çok iyi bilir. İnsan sert tepki gösterip hırçınlaşmamak için kendini zor tutar.
“Biri bana tokat atmış gibi hissediyorum.” diyerek bir sır verdi Sara bir keresinde Ermengarde’a. “Benim de tokat atasım geliyor. Kötü bir söz etmemek için hemen kendime gelmem gerekiyor.”
Kitabını koltuğa bırakıp rahat köşesinden yere atlamadan önce kendine gelmesi gerekiyordu.
Lottie zeminde bir oraya bir buraya kayarak çıkardığı seslerle Lavinia ve Jessie’yi rahatsız ettikten sonra düşüp tombul dizini incitmişti. Dostlarından ve düşmanlarından oluşan ve kimi tatlı dil dökerken kimi azarlayan iki gruba ayrılmış öğrencilerin ortasında çığlık atıp tepiniyordu.
“Kes artık, seni gidi sulu göz! Kes dedim!” diye bağırdı Lavinia.
“Ben sulu göz falan değilim! Değilim işte!” diye sızlandı Lottie. “Sara, Sa-ra!”
“Sesini kesmezse Bayan Minchin duyacak.” diye yakındı Jessie. “Lottie, tatlım. Bak sana bozuk para veririm!”
“Senin paranı falan istemiyorum.” diye içini çekti Lottie ve tombul bacağına bakıp da bir damla kan görünce yine yaygarayı kopardı.
Sara odanın diğer tarafından fırladı ve diz çökerek kollarını Lottie’ye doladı.
“Bak, Lottie.” dedi. “Şimdi, Lottie, sen Sara’ya SÖZ verdin.”
“Bana sulu göz dedi ama.” diye sızlandı Lottie.
Sara onun sırtını sıvazladı; Lottie’nin gayet iyi bildiği kararlı ses tonuyla konuşuyordu.
“Ama ağlarsan öyle olursun Lottie’ciğim. Bana SÖZ verdin.” Lottie söz verdiğini hatırladı ama sesini yükseltmeyi tercih etti.
“Benim annem yok!” dedi. “Benim… annem… falan… yok.”
“Evet, var.” dedi Sara neşeyle. “Unuttun mu? Sara’nın annen olduğunu bilmiyor musun? Sara annen olmasın mı?”
Lottie burnunu çekerek Sara’ya sokulup sarıldı.
“Haydi, birlikte pencerenin önündeki koltukta oturalım.” dedi Sara ve devam etti: “Sana bir hikâye anlatacağım.”
“Gerçekten mi?” diye mırıldandı Lottie. “Elmas madenlerini mi anlatacaksın?”
“Elmas madenleri mi?” dedi Lavinia. “Seni gidi yaramaz, şımarık şey! Bir tane PATLATASIM geliyor!”
Sara hemen ayağa kalktı. Ne de olsa Bastille ile ilgili bir kitaba dalıp gitmişken manevi çocuğu ile ilgilenmesi gerekmişti;