Гомер

Odise


Скачать книгу

Aigisthos’unkiler de zira avluda öldürülmüştü hepsi.’

      Böyle konuştu Proteus ve onu duyunca yüreğim parçalandı, kumların üzerine oturup ağladım. Artık yaşayamayacağımı ve gün ışığını göremeyeceğimi düşünüyordum. Yeteri kadar ağlayıp yerde acıdan kıvrandıktan sonra, denizin ihtiyarı şöyle dedi: ‘Atreusoğlu, böyle acı acı ağlayıp da zaman harcama, hiçbir yararı olmaz sana, en kısa zamanda evine dönmenin yolunu bul, zira Aigisthos hâlâ yaşıyor olabilir, Orestes senden önce öldürmüşse onu, cenazesine yetişirsin.’

      Bunun üzerine, bütün acılarıma rağmen rahatlamıştım, şöyle söyledim: ‘O zaman bu ikisini öğrendim. Bahsettiğin üçüncü adamı anlat haydi bana, hâlâ sağ mı yoksa denizde ve evine dönemiyor mu? Yoksa öldü mü? Ne kadar üzse de beni, anlat bana.’

      ‘Üçüncü adam, İthaka’da yaşayan Odysseus’tur.’ diye cevap verdi. ‘Onu bir adada, su perisi Kalypso’nun evinde gözyaşları dökerken görüyorum, kendisini tutsak olarak tutuyor ve o da evine dönemiyor, zira onu denizde götürecek ne gemileri var ne de gemicileri. Senin sonuna gelince Menelaos, Argos’ta ölmeyeceksin, tanrılar seni Elysion Ovası’na götürecekler, dünyanın öbür ucuna. Burada güzel saçlı Rhadamanthys hüküm sürer ve insanlar dünyadaki her yerden daha rahat yaşarlar orada, zira Elysion’da ne yağmur yağar ne dolu ne kar, Okeanos denizden tatlı tatlı şarkılar söyler batı rüzgârıyla hiç durmadan ve tazelik katar insanların hayatına. Senin başına gelecek bu; çünkü sen Helen’le evlisin ve Zeus’un damadısın.’

      Böyle konuşurken dalgaların altına daldı, bunun üzerine ben de yoldaşlarımla geri döndüm gemilere, giderken yüreğim düşüncelerle kararmıştı. Gemilerimize varınca akşam yemeğini hazırladık, zira gece çöküyordu ve kıyıda yatıp uyuduk. Sabahın çocuğu, gül parmaklı Şafak görününce, gemilerimizi suya çektik, direkleri ve yelkenleri koyduk yerlerine, sonra da gemilere bindik, yerlerimizi aldık sıralarda ve kurşuni denize vurduk küreklerimizi. Gemileri tekrar Mısır’ın gökten beslenen ırmağı üzerinde durdurdum ve bol bol sundum kurbanları. Tanrı’nın öfkesini dindirince Agamemnon’un hatırasına bir mezar yığdım, adı sonsuza dek yaşasın diye, bundan sonra eve vardık hemen, zira tanrılar bana güzel bir yel bağışladı.

      Sana gelince şimdi, burada on on iki gün daha kal, sonra seni yoluna uğurlarım. Sana bir araba ve üç at veririm soylu armağan olarak. Güzel bir kadeh de veririm, böylece yaşadığın sürece ölümsüz tanrılara içki sunusu yaptığında beni hatırlarsın.”

      “Atreusoğlu!” diye cevap verdi Telemakhos. “Beni kalmam için zorlama fazla, seninle burada on iki ay daha kalmaktan memnun olurdum. Sohbetin öyle tatlı geldi ki, bir kere bile evimde anam babamla olsam diye düşünmedim; ama Pilos’ta bıraktığım tayfam çoktan sıkılmıştır ve sen beni onlardan alıkoyarsın. Bana vereceğin hediyenin bir tabak çanak parçası olmasını tercih ederim. Yanımda İthaka’ya götürmek için at alamam, kendi ahırını süslemesi için burada bırakacağım onları, zira senin krallığında bolca düzlük var, nilüferler serpilir ve çayır melikesi, buğday, arpa ve yulaf da ak ve yaygın başaklarıyla. İthaka’da ise ne açık alanlarımız var ne de yarış sahalarımız ve topraklarımız attan çok, keçi beslemeye müsait, ben de böyle severim onu. Hiçbir adamızın fazla düzlüğü yoktur, atlar için uygun olan ve hele İthaka’nın hiç yoktur.”

      Menelaos gülümsedi ve Telemakhos’un elini eline aldı. “Söylediğin şey, iyi bir aileden geldiğini gösteriyor.” dedi. “Bu değişikliği yapacağım senin için, gücüm yettiğinden; evimdeki en güzel ve değerli tabak çanak parçasını vereceğim sana. Hephaistos’un kendi elleriyle yaptığı bir karma kabını, saf gümüşten, kenarları ise altınla işlenmiş. Phaidimos, Sidon kralı vermişti onu bana, evime dönüş yolculuğumda ona yaptığım ziyarette. Onu sana vermek istiyorum hediye olarak.”

      Onlar böyle konuşurken, davetliler geliyordu durmadan kralın evine. Koyun ve şarap getiriyorlardı, karıları yanlarına almaları için ekmek yapmıştı, akşam yemeklerini hazırlamakla böyle meşguldüler meydanda.

      Bu sırada İthaka’da, talipler Odysseus’un evinin önünde diskler atıyorlar, nişan alıyorlardı mızraklarıyla ve eski küstah davranışlarını sergiliyorlardı. Antinoos ve Eurymakhos -ki bunlar elebaşları ve önde gelenleriydi- birlikte oturuyordu, Phroniusoğlu Noemon yanlarına gelip Antinoos’a şöyle söylediğinde:

      “Antinoos, Telemakhos’un Pilos’tan ne zaman döneceği hakkında bir fikrin var mı? Benim gemimi aldı; Elis’e gitmek istiyorum onunla. Orada on iki damızlık kısrağım var, yanlarında henüz koşulmamış bir yaşında katırlar var ve onlardan birini buraya getirip boyunduruğa koşmak istiyorum.”

      Bunu duyunca şaşırdılar, zira Telemakhos’un Neleus’un şehrine gitmediğine emindiler. Sadece çiftliklerde bir yerde, koyunlarla beraber veya domuz çobanı ile birlikte diye düşünmüşlerdi. Bunun üzerine Antionous şöyle dedi: “Ne zaman gitti? Bana doğruyu söyle, hangi delikanlıları aldı yanına? Dışarıdan adamlar mı yoksa kendi köleleri mi? Zira bunu da yapabilir. Şunu da söyle, gemini ona isteyerek mi verdin yoksa senin rızan olmadan mı aldı?”

      “Ona ödünç verdim.” diye cevap verdi Noemon. “Daha başka ne yapabilirdim, onun gibi bir adam zor durumda olduğunu ve ona yardım etmemi söylerse? Ona karşı gelemezdim. Onunla beraber gidenler, en iyi adamlarımız; Mentor’un da kaptan olarak gemiye bindiğini gördüm veya ona tıpatıp benzeyen bir tanrıydı o. Anlayamıyorum, zira Mentor’u burada kendim gördüm dün sabah; ama o zaman Pilos’a gitmek üzere yola çıkıyordu.”

      Sonra Neomon babasının evine geri döndü ama Antinoos ve Eurymakhos çok öfkelenmişti. Diğerlerine oyunları bırakmalarını, gelip onlarla oturmalarını söylediler. Geldiklerinde Eupeithesoğlu Antinoos öfkeyle konuştu. Yüreği hiddetle kararmıştı ve konuşurken gözlerinden alevler fışkırıyordu:

      “Vay canına, Telemakhos’un bu yolculuğu çok önemli bir mesele! Hiçbir şey yapmayacağına emindik ama bu genç adam bize rağmen gitmiş, hem de seçkin bir tayfayla. Başımıza bela getirecek, yetişkin bir adam olmadan alsın Zeus onu. Bana bir gemi bulun, yirmi adamla birlikte, İthaka ve Same arasındaki geçitte pusuya yatıp bekleyeceğim. O zaman pişman olur, babasından haber almak üzere yola çıktığı için.”

      İşte böyle konuştu ve diğerleri de söylediklerini alkışladı, sonra hepsi Odysseus’un evine girdiler.

      Penelope’nin taliplerin planladıklarını öğrenmesi uzun sürmedi; zira bir uşak, Medon, dış avlunun dışından duymuştu onları, komplolarını planlarlarken; bunun üzerine hanımına söylemeye gitti. Odasının eşiğini geçince Penelope şöyle dedi: “Medon, talipler neden gönderdiler seni buraya? Hizmetçilere efendilerinin işini bırakıp onlara akşam yemeği pişirmelerini söylemek için mi? Keşke bundan sonra ne kur yapsalar ne de yemek yeseler, ne burada ne de başka bir yerde, bu son olsa keşke, hepiniz oğlumun varını yoğunu tükettiğiniz için. Odysseus’un onlara ne kadar iyi davrandığını çocukken anlatmadı mı babanız size? Hiçbir zorbalık yapmadı, kimseye kötü bir şey söylemedi o. Krallar söyler durur bazen, bir adamı kayırır, diğerini sevmez; ama Odysseus kimseye hiçbir zaman haksızlık etmedi, bu da gösteriyor ki çok kötü kalpleriniz var ve bu dünyada şükretmek diye bir şey kalmamış.”

      Sonra Medon şöyle söyledi: “Efendim, keşke hepsi bu kadar olsaydı; ama şimdi çok daha korkunç bir şey planlıyorlar. Tanrı onların planlarını bozsun! Onlar Telemakhos’u öldürmeyi deneyecekler, Pilos ve Sparta’dan eve döndüğü sırada, babasından haber almak üzere gitmişti oraya.”

      Bunun üzerine Penelope’nin yüreği paramparça oldu ve uzun bir süre sessiz kaldı, gözleri yaşlarla doldu ve söyleyecek bir şey bulamadı. Sonunda şöyle söyledi: