çağır da gelsin bu etleri Gülsümlerin evine götürsün, pis kokusu evin her yerini doldurdu.” dedi.
Gülsüm, evlerinin sol tarafında oturan komşularıydı. Kocası, Tahran’da tuğla fırınında çalışan bir işçiydi. Ufak da bir oğulları vardı Yaşar adında, okula gidiyordu. Kadının kendisi de çamaşır yıkamaya gidiyordu geçimleri için.
Peri içeri girip, sandık odasına doğru seslendi:
“Ulduz, Ulduz, annen seni çağırıyor, Yaşarların evine gideceksin!”
Ulduz da tam Konuşan Bebek’e Yaşar’dan bahsediyordu ki Peri’nin sesi konuşmalarını böldü.
Konuşan Bebek:
“İstersen, artık seninle konuşabildiğimden Yaşar’a da bahsedebilirsin.”
Ulduz:
“Evet, muhakkak bahsetmeliyim.”
Böyle dedikten sonra, avluya çıktı. Sokak lambasının ışığı, bahçeyi bir parça aydınlatıyordu. Kadın oturmuş, öğüre öğüre kusuyordu. Babası da tencereyi getirmiş, dut ağacının altına bırakmıştı. Karısının alnına koydu elini. Peri, Ulduz’a seslendi:
“Tencereyi Gülsüm’ün evine götür de ver.”
Üvey annesi de seslendi Ulduz’a:
“Sakın ola oturup da o serseri oğlanla çene çalayım deme! Hemen geri dön!”
Ulduz:
“Anne, sen neden yemiyorsun bu etten?”
Kadın kızgın kızgın söylendi:
“Sen burnuna pamuk mu tıkadın, ne kadar pis koktuğunu duymuyor musun? Çabuk götür de ver şunu!”
Peri, ablasına döndü:
“Abla, aslında bu ineğin sağlığında da eti acıydı; işe yaramaz, soyu sopu belirsiz bir hayvanın tekiydi.”
Baba ise hiçbir şey demiyordu bu sözlere. Arkasını dönüp bir de baktı ki, kızı tencerenin başına oturmuş, içinden çıkardığı et parçalarını büyük bir iştahla ağzına atıp, yutuyordu. Kızını o vaziyette görünce, telaşla bağırdı:
“Kızım, dur yeme onları, hasta olacaksın sonra!”
Diğerleri de, babasının bu sözleri üzerine geri dönüp Ulduz’a baktılar, onu o vaziyette görünce donakaldılar şaşkınlıktan.
Babası yeniden bağırdı kızına:
“Kızım, yeme dedim ya sana onları, yere tükür ağzındakileri!”
Ulduz:
“Baba, bu kadar lezzetli bir eti bulmuşum da niye yemeyeyim?”
Peri:
“Cık cık cık! Tıpkı leş kargası gibi eline ne geçerse yiyor!”
Üvey anne:
“İnsan değil ki!”
Ulduz, bir parça daha eti alıp ağzına koydu:
“Ben şimdiye kadar bu kadar lezzetli bir et yememiştim hiç.”
Üvey annesi şaşkın şaşkın bakakaldı, Peri suratını ekşitti. Babası da ne diyeceğini bilemeden, öylece kalakaldı. Ulduz bu sefer:
“Anne, bu ne kadar lezzetli böyle, yağda kızarmış tavuktan bile daha güzel tadı var.”
Kadın elini yüzünü yıkamıştı şimdi, yerinden doğrulup odasına doğru yöneldi. Bir yandan da kıza söylendi:
“Ne yaparsan yap, istediğin kadar ye de çatlayıp geber! Bana ne!”
Ulduz’un babası:
“Tamam artık kızım, bak hasta olacaksın. Hadi götür, Gülsüm’ün evine ver de gel.”
Ulduz:
“Bırak birkaç parça daha yiyeyim de öyle götüreyim.”
Babası ve Peri de evin içine girdiler. Kadın ise içeride bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, eli karnının üzerinde, inleyerek dolanıyordu. Baba ile Peri içeri girdiklerinde, onlara söylendi:
“Pis kokusu her yanı sardı.”
Peri:
“Gaz yağının kokusu bu abla.” diyerek cevap verdi.
Üvey anne:
“Bu da ne demek? Yani ben gaz yağı kokusunu ayırt edemeyecek kadar ahmak mıyım? Ah karnım… Bağırsaklarım ağzıma gelecek neredeyse… Aaa… Ahhh!”
Baba:
“Peri, ablanı bahçeye çıkar da temiz hava alsın.”
Peri, kadının koluna girdi yeniden ve bahçeye çıktılar birlikte, çıkınca gördüler ki Ulduz hâlen daha dut ağacının dibinde oturmuş, tencereden et parçalarını alıp alıp iştahla yemekle meşgul, bir yandan da “Aman ne güzelmiş!” deyip, parmaklarını emmekteydi. Üvey annesi onu görünce çıldırdı:
“Seni pis bacaksız seni! Cinlerimi tepeme çıkarıyorsun! Ben sana demedim mi bu pis kokulu şeyi çıkar evden diye!”
Ulduz:
“Anne, pis kokuyor dediğin şey nedir?”
Kadın bunun üzerine et dolu tencereyi tekmeleyip bağırmaya devam etti:
“Pis kokan, senin şu uyuz ineğinin eti! Kalk da şu pis şeyi götür buradan! Midem kalktı şundan!”
Ulduz:
“Anne, bırak da birkaç tane daha yiyeyim, iyice acıkmışım.”
Kadın, Ulduz’un saçlarına yapışıp çekti bağırarak:
“Benimle dalga mı geçiyorsun sen ha, it yavrusu seni!”
Babası, bahçeden gelen gürültüye, pencereden sarkarak baktı:
“Ne var, ne oldu yine?”
Kadın:
“Senin gücün de sadece zavallı bana yetiyor, öyle değil mi? Şu sarı çıyana dokunma der durursun bana hep. Şimdi gör bak, benimle dalga geçip duruyor!”
Ulduz tencereyi yerden aldı ve sokak kapısına doğru yöneldi. Tencereyi kapının önüne koydu, kapının yukarıdaki halkasına asıldı. Sonra da bir ayağını kapıya dayayıp yukarı çekti kendini. Kapı açıldıktan sonra aşağıya indi, tencereyi de yerden alıp sokağa çıktı. Üvey annesi hâlen daha arkasından, “Kapıyı örtmedin kız!” diyerek bağırıyordu.
O gece, kadın, kocası ve kardeşi Peri ile birlikte avluda uyudular. Ulduz ise, içeride uyuyacağını söyledi. Babası bunun üzerine, “Kızım sen hep yalnız başına sandık odasında yatmaktan korktuğunu söylerdin, şimdi ne oldu da tek başına yatmak istiyorsun?” diye sordu. Ulduz da üşüdüğünü söyledi.
Peri:
“Bu kadar sıcak bir havada nasıl oluyor da üşüyorsun? Zavallı ablacığımın hakkı var, bu kız tahammül edilebilecek gibi değil!”
Üvey anne:
“Bırakın şunu, gitsin istediği yerde zıbarsın! İnsan olsa o kokmuş eti dudaklarını şaplatarak yemezdi zaten!”
Gürültü patırtı bitip de ortalık sakinleyince, Ulduz, Konuşan Bebek’ine seslendi fısıltıyla. Bebek de gelip Ulduz’un yorganının altına girdi. Burada, ikisi sıcak bir sohbete