Ахмет Мидхат

Eski Mektuplar


Скачать книгу

Kenan’ın haberi olmaksızın Meliha’yı çağır. Mutlaka şimdi gelsin, bekliyorum.”

      Hizmetçi aldığı emri harfiyen icra edeceğine dair başıyla bir işaret edip çıktı. Doğruca Meliha’nın odasına gitti. Onu, Kenan’ın okuduğu bir romanı dinlemekle meşgul olduğunu duyduğundan, beş dakika kadar kapı önünde durdu. Maksadı, Meliha kapıya doğru bakacak olursa onu göz işaretiyle çağırmaktı. Hâlbuki romanın “aşka, muhabbete” dair olan akşamını kemal-i lezzetle okuyan Kenan’ı bütün hissiyle dinleyen Meliha, kapıya bakmak şöyle dursun, gözlerini zerre kadar başka yöne dahi çevirmiyordu. Kenan’ın yüzüne pür dikkat dalmış kalmıştı. Hikâyeyi tatlı tatlı dinliyordu.

      Hizmetçi onların bu hâlini gidip efendisine ihbar edecek ve yeni talimat alacak yerde, müsaade almaya bile lüzum görmeyerek içeriye daldı.

      “Küçük hanım, bey babanız sizi odasında bekliyor. Mutlaka şimdi gitmenizi arzu ediyor.” dedi. Zavallı kızcağız uykudan uyanır gibi hafif bir ürkmeden sonra ancak kendisine gelebildi. Müsaade almadan karşısında duran bu kaba adamın karşısındaki kız, onu baştan aşağı süzdükten sonra dedi ki:

      “Peki, peki! Haydi, sen buradan çık git.”

      “Fakat hanımcığım, hemen şimdi gitmenizi ve yalnız bulunmanızı emrediyor.”

      Bu havadis Meliha’yı da Kenan’ı da titretmişti. İki sevdalının, aşkın sihirli etkisiyle bir kat daha kızarmış yüzleri bu defa da birdenbire sararmış ve solmuştu. Kenan’ın, zavallı çocuğun tek ümidi ve geleceği hep Meliha idi. Ondan ayrılmak, onun tatlı sözlerini işitmemek… Of! Bunlar çekilir dertlerden değildi.

      Meliha bir söz söylemeyerek yalnız nazarıyla: “Telaş etme, zuhur edecek fırtınanın teskinine gayret edeceğim.” şeklindeki maksadını hissettirerek odadan çıktı. Pederinin dairesine yöneldi.

      Kenan şimdiye kadar ilk defa olmak üzere Meliha’nın pederi tarafından böyle hiç münasebeti yokken çağrılmasından, hususuyla kendisinin bu davet haricinde bırakılmasından mühim bir mesele olacağını düşünmek zorunda kalmıştı. Bunun halli için pek çok şey aklından geçirmiş ise de makul bir sebep bulamamıştı. Yekdiğerine uymayan binlerce hayal içinde yuvarlanan zavallı çocuk, cidden içinden çıkılmaz büyük bir problemle karşı karşıya bırakılmıştı. Bazı kere eniştesinin Meliha’yı birine nişanlamak ve bu konuda onun reyine başvurmak maksadıyla celp ettiğine inanmak istiyordu. Ancak buna da ihtimal vermeyerek beyninden saikalar patlıyor ve kalbinden de ateşler boşanıyordu. Bir de Meliha’nın henüz evlenecek bir yaşa gelmediğini düşünerek teselli bulmaya çalışıyordu.

      Kenan, Meliha’yı seviyor. Hem de olanca aşkıyla, daha doğrusu bütün mevcudiyetiyle seviyordu. Çünkü Meliha, fıtratın nadiren yarattığı nazik ve nazlı bir sevgiliydi. Kalbinin derinliklerinden haber veren o nazlı ve etkileyici gözleri, Kenan gibi sevdaya düşünce bir kalbin değil, aşk hassasiyetinden hiç haberdar olmayan birisi için bile, bu samimi nazarların tesiri karşısında ezilmemek mümkün değildi.

      Bunun gibi Meliha’nın da hâline, tavrına, hareketlerine bakılırsa, onda da Kenan için fevkalade bir muhabbet ve bağlılık hissi görülüyordu. Bu öyle bir derecede idi ki, Kenan’ı bir gün görmeyecek olsa, o gün ona seneler gibi uzun görünür ve ayrıca her gördüğü şeyi de kendisi gibi ümitsiz zannederdi.

      Acaba Saim Bey kızının bu aşırı bağlılığına vâkıf oldu da onu tekdir yahut bundan sonra kendisiyle sıkı sıkı ülfet etmemesini, bir yerde gezip eğlenmemesini tembih için mi yanına celp eyledi? İşte çocuğun Meliha’nın gaybubeti hengâmında düşündüğü şey bu iki müthiş ihtimaldi.

      Meliha ise asla beklemediği bu davetin sebeplerini tahkik edecek kadar bir zamana malik olmadığından, mülahazaya lüzum görmeyerek pederinin bulunduğu odanın kapısı önüne kadar gelmiş, aldığı müsaade üzerine içeriye girmişti. Pederini, ümidinin bütünüyle hilafında olarak neşeli ve mütebessim görmüştü. Bu müşahededen Meliha’nın yüreğine biraz su serpildi ve dedi ki:

      “Babacığım beni mi çağırttınız? Biraz geciktim ama affedersiniz. Kenan Bey ile kitap okuyorduk da.”

      “Zararı yok kızım… Gel şöyle yanıma otur bakayım.”

      “Teşekkür ederim babacığım.”

      Meliha’nın, bir melek edasıyla söylediği şu söz Saim Beyin kalbini âdeta parçaladı. Güya o ses hareminin aksisedası imiş de mezardan gelmiş zannediyordu. O kadar hazin idi.

      Bir müddet aralarında derin bir sükût hüküm sürdü. Saim Bey bu hâle karşı ne söyleyeceğini şaşırmış, âdeta kendisinden geçmişti. Kalbi ile şiddetli bir mücadeleden sonra muhavereyi açarak dedi ki:

      “Kızım seni buraya, mühim, nazik bir meselenin hâl ve faslı için celbettim. Bu sebepten edeceğim suale doğru cevap vermeni, özellikle arzu ederim. Söyleyeceğim sözleri, irat edeceğim sualleri ihtimal ki şimdiye kadar size karşı muhafaza eylediğim ciddiyetle kabil-i tatbik bulmaz da… Ya korkundan veyahut heyecandan bana doğru cevap vermezsen… Fakat telaş etme, her ihtimali nazarıdikkatten uzak tutmayarak evladının gelecek saadeti arzusunda bulunan bir pederin, ciddi, hakiki bir pederin bu sualleri sormaya hakkı vardır. Sen de bu hakkı teslim edersin. Bana doğru cevap vermeyi taahhüt ediyorsun değil mi evladım?”

      Meliha pederinin bu sözlerinden derhâl maksada intikal etmiş, meselenin nezaket ve ehemmiyetini takdir eylemişti. Dolayısıyla böyle bir mevkide sükûtun, yalan söylemenin bir faydası olmayacağı tabii olduğundan Meliha da “herçi-bâd-âbâd”1 sorulacak suallere doğru cevap vermeyi kararlaştırmıştı. Bu mülahaza bir iki dakika kadar sükûta sebep olmuştu. Saim Bey’in ise gözleri kızının gözleri içine dikmiş, rengi sapsarı olmuştu. Meliha büyük bir cesaretle dedi ki:

      “Başüstüne efendim…”

      “Dün akşam saat on bir sıralarında bahçede gezinirken kameriye içinde Kenan ile sana tesadüf etmiştim. Bak, ben vuku-ı hâli nasıl açıkça söylüyorum. Siz beni görmemiştiniz. Fakat ben her şeyi görmüştüm. Şimdi doğru söyle evladım. Kenan’ı seviyorsun, o da seni seviyor değil mi Meliha?”

      “Söyle niçin sükût ediyorsun Meliha? Sana karşı daima ciddiyetini muhafaza eden bir peder, böyle açık tekliflerde bulunursa; bu sırrı gizlemeye mahal kalır mı? Demek ki Kenan’ı seviyorsun. Demek ki Kenan’a zevce olursan bahtiyar olacaksın. Buna mukabil Kenan da seni seviyor değil mi?”

      Artık Meliha’da tahammül, metanet kalmamıştı. Cevaben dedi ki:

      “Kenan’a, o kimsesiz biçareye merhamet ediniz, kınamayınız. Çünkü kabahat hep bendedir babacığım. O çocuk beni iğfal etmedi. Bana aşka, sevdaya dair bir şey söylemedi. Ben onu kendime bent ettim, çünkü tahammül edemiyordum. Çünkü onu seviyordum. Bütün hissimle seviyordum.”

      Meliha hüngür hüngür ağlamaya başladı. Saim Bey de kendini zapt edemedi. Kızının bu samimi itirafından; aralarında iğfal anlamında bir fiilin vuku bulmadığı kanaatine vardı. Cevaben dedi ki:

      “Biliyorum kızım, ben Kenan’ın iffetini, terbiyesini takdir edenlerden, onu evladım gibi sevenlerdenim. İşte bunun için Kenan’ı kendime bir kat daha raptetmek; mesut, bahtiyar eylemek isterim. Zaten merhumenin bana en birinci vasiyeti, valide şefkati, peder himayesi görmemiş olan Kenan’ı büyütmek, okutmak elden geldiği mertebe onun gelişmesine vesile olmaktı. Bu vesayeti icraya yemin etmekle beraber, ben yukarıda dediğim gibi onunla ilgili düşüncelerimi ileri bir safhaya yükselttim. Onu kendime evlat etmek arzusunu besledim.

      Şu an buna muvaffak olacağımı da ümit ediyorum. Şimdi konuşup halletmeye çalışacağımız bir cihet kalmıştır.