Сюэцинь Цао

Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt


Скачать книгу

cevap vermek yerine mektubu yırtıp attı. Xiren konuyu değiştirmenin daha akıllıca olacağını düşündü.

      “Yemekten sonra çalışmayı düşünüyor musun?” diye sordu.

      “Aşağılık herif!”

      “Ne oldu?” diye sordu Xiren gülerek.

      “Neyse, boş ver! Haydi yemek yiyelim. Sonra hemen yatacağım. Biraz hasta hissediyorum.”

      Küçük hizmetçilerden birine bir ateş yakıp mektubu içine atmasını söyledi.

      Yemek kısa sürede hazır oldu ama Baoyu’nün pek iştahı yoktu, suratını asıp önüne bakarak oturuyordu.

      Xiren, her türlü baskı ve ikna çalışmalarından sonra nihayet bir lokma almasını sağlayabildi ama ardından tabağı bırakıp kendisini yatağına attı. Birdenbire ağlamaya başladı.

      Ne Xiren ne de Sheyue buna bir anlam verebildi, şaşırıp kaldılar.

      “Haydi ama bize söylemen lazım.” diye karşı çıktı Sheyue. “Yun mudur nedir, hep onun yüzünden! Seni bu kadar etkileyecek ne yazmış olabilir, bir gülüyorsun, bir ağlıyorsun. Eğer böyle tuhaf davranmaya devam edersen, bizi endişeden öldüreceksin!”

      Kendisi de ağlamak üzereydi. Xiren gülmeden edemedi.

      “Sheyue canım, durumu daha da berbat etmesene! Zaten yeterince sıkıntı yarattı, bir de sen başlama. Bu mektubun seninle ne ilgisi var?” dedi.

      “Ne aptalca bir laf!” dedi Sheyue. “Kim bilir ne saçmalıklar yazdı. Her şey olabilir. Beni neden işe karıştırıyorsun? Belki de seninle ilgili bir şeydir.”

      Xiren cevap vermeden Baoyu yattığı yerden bir kahkaha attı, doğrulup oturdu, üstünü başını düzeltti.

      “Tamam, bu kadar yeter. Artık uyuyalım. Yarın erkenden okula gideceğim.” dedi, sonra da yatıp uykuya daldı.

      Kızlar da yattılar ve gece sorunsuz bir şekilde geçti. Ertesi sabah tuvaletini tamamlayan Baoyu okula doğru yola çıktı. Daha kapıdan yeni çıkmıştı ki aklına bir şey geldi, Mingyan’e beklemesini söyleyip geri döndü.

      “Sheyue!” diye seslendi.

      Kız koşarak geldi.

      “Ne oldu?”

      “Eğer bugün Yun buraya gelirse, bir daha rahatsızlık vermemesini söyle, yoksa büyük hanımefendi ve Sör Zheng’a bildireceğim.”

      “Tamam.” dedi Sheyue.

      Baoyu tekrar yola koyuldu ama giderken telaş içinde gelen Yun’le karşılaştı. Yun, Baoyu’yü görünce hemen selamladı.

      “En içten tebriklerimi sunuyorum, amca!” dedi.

      Baoyu bunu mektubunda sözünü ettiği konuya yordu ve ters bir şekilde cevap verdi.

      “Her şeye burnunu sokan patavatsız! İnsanların başka dertlerle uğraşmaları senin için hiç fark etmiyor, değil mi?”

      “Ama amca!” diye karşı çıktı Yun gülümseyerek. “Bana inanmıyorsan kendi gözlerinle gör. Dışarıda kalabalık toplanmış.”

      “Sen neden söz ediyorsun?” diye bağırdı Baoyu öfkeyle.

      O anda bir bağırtı ve alkış dalgası geldi sokaktan.

      “Dinlesene!” dedi Yun. “Şimdi inandın mı bana?”

      Baoyu daha da şaşırdı. Genel velvelenin arasında birkaç kelime yakaladı.

      “Sizde hiç terbiye yok mu? Ne diye buraya gelip gürültü çıkarıyorsunuz?”

      Başka bir ses de ona cevap verdi.

      “Sör Jia’yı terfi ettiren güç, bize müjde verme ayrıcalığı kazandırdı, diğer evler bunu duyduklarına memnun olacaklar!”

      Baoyu sonunda babasının terfi ettirildiğinin resmî olarak açıklandığını anladı; kapının dışındaki velvele iyi dileklerini iletmek isteyen insanlardan geliyordu; tabii sevinçlerini bu kadar gürültülü yapan bahşiş beklentisiydi. Baoyu memnun oldu ve aceleyle Bahçe’den çıktı, yine Jia Yun yolunu kesti.

      “Sevindin mi, amca? Senin nişanın da bir açıklansın, o zaman sevinci iki katına çıkar!”

      Baoyu kıpkırmızı kesildi ve Jia Yun’ün suratına tükürdü.

      “Hemen kaybol şuradan, sersem! Beni hasta ediyorsun!” dedi.

      Jia Yun de kızardı.

      “Yanlış bir şey mi söyledim? Sanki sen biraz…”

      “Sanki biraz ne?” diye sordu Baoyu öfkeyle.

      Yun cevap vermeye cüret edemeyip, cümlesini yarım bıraktı. Baoyu de okula gitti.

      “İyi haberleri duydum, oğlum.” dedi, onu gülerek karşılayan Dairu. “Aslına bakarsan bugün seni burada gördüğüme şaşırdım.”

      “Babamı tebrik etmeye gitmeden önce size gelmek istedim, efendim.” dedi Baoyu kibarca gülerek.

      “Anlıyorum. Tamam, bugün derse katılmana gerek yok. Bir günlük izinlisin. Ama Bahçe’de dolaşarak boşa geçirme. Senin yaşında biri, aile meselelerinde aktif bir rol almasa da senden büyük kuzenlerinle beraber olup birçok şey öğrenebilirsin.”

      “Evet, efendim.”

      Baoyu eve döndü. Büyükanne Jia’nın dairesinin kapısına yaklaşırken, karşı taraftan gelen Li Gui ile karşılaştı.

      “Geri döndüğüne memnun oldum.” dedi Li Gui, yanında durup gülümseyerek. “Ben de okula seni almaya geliyordum.”

      “Kim söyledi bunu yapmanı?” diye sordu Baoyu.

      “Büyük hanımefendi evine birisini göndermiş.” dedi Li Gui. “Ama hizmetçiler okula gittiğini söylemişler; o da bana birisini gönderip senin için okuldan birkaç gün izin almamı istedi. Şenlikler için tiyatro gösterileri düzenlediklerini duydum. Neyse, beni okula gitmekten kurtardın.”

      Baoyu içeri girince Büyükanne Jia’nın ön avlusunun hizmetçiler ve yaşlı kadınlarla dolu olduğunu gördü; hepsinin sadık yüzleri sevinç ve heyecanla ışıldıyordu.

      “Geç kaldınız, Efendi Bao! Hemen içeri girip büyük hanımefendiyi tebrik etseniz iyi olur!”

      Baoyu’nün yüzü aydınlandı. İçeri girince Büyükanne Jia’yı Daiyu ve Xiangyun’ü iki yanına almış, sedirde otururken buldu. Aşağısında da Xing ve Wang Hanımlar, Tanchun, Xichun, Li Wan, Xifeng, Li Wan’in iki kuzeni Wen ile Qi ve Xing Hanım’ın yeğeni Xing Xiuyan toplanmışlardı. Baochai, Baoqin ve Yingchun’ün orada olmadıklarını fark etti. Böyle bir topluluğu görmekten çok memnuniyet duyan Baoyu önce Büyükanne Jia, sonra annesi ve Xing Hanım’a tebriklerini sundu; ardından bütün aileyi selamladı. Gülerek Daiyu’ye döndü.

      “Artık iyileştin mi, kuzen?”

      “Evet, teşekkür ederim.” dedi Daiyu, hafif gülümseyerek. “Sen? Pek iyi olmadığını duydum.”

      “Evet, geçen gece kalbime ani bir ağrı girdi. Bir süredir iyiyim ama her gün okula gittiğim için gelip seni göremiyorum.”

      Baoyu lafını bitirmeden, Daiyu dönüp Tanchun’le konuşmaya başladı. Yanlarında duran Xifeng onlara takıldı:

      “Ben de ayrılmaz ikili olduğunuzu sanıyordum. Sizi duyan da yabancı olduğunuzu düşünür. Şu resmiyete bakın!”

      Herkes buna güldü. Daiyu’nün yüzü sarardı; önce utancından konuşamadı. Ama bir cevap vermesi gerektiğini düşündü.

      “Zaten anlamanı bekleyen yoktu…”