değdirdi. Ama birden geri çekildi. Ve onda, babası için duyduğu bütün sevgi uçup gitti; önünde yatan bu şey karşısında derin bir korku duymaya başladı.
O yok artık! Artık yaşamıyor ve bulunduğu aynı yerde yabancı, uğursuz bir şey; korkunç, dehşet verici, tiksindirici bir sır var!
Yüzünü elleriyle kapayan Prenses Mariya, kendisini tutan doktorun kollarına yığıldı.
Tihon’un ve doktorun yanında kadınlar, Prens’in cenazesini yıkadılar; bir mendille sertleşince açık kalmasın diye ağzını, başka mendille de bir araya getirip açık kalmış bacaklarını bağladılar. Sonra göğsü nişanlarla dolu üniformasını giydirdiler, kurumuş ufacık cesedi masanın üzerine yatırdılar. Bütün bunları ne zaman ve kim yapmıştı bilinmez ama her şey kendiliğinden olup bitmişti sanki. Gece yarısına doğru tabutun çevresinde mumlar yakıldı, üstüne bir örtü kondu, yere ardıç serpildi, ölünün kurumuş kafasının altına basılı bir dua kondu; yüksek sesle Mezamir okuyan diyakos, bir köşeye yerleşti.
Ölü bir atın çevresinde toplanan, ürküp soluyan, huysuzlanan atlar gibi tanıdık tanımadık herkes tabutun çevresinde toplandı; soyluların temsilcisi, muhtar, köylü kadınlar, hepsi, korku dolu ve sabit gözlerle istavroz çıkardılar ve eğilerek İhtiyar Prens’in kaskatı soğuk elini öptüler.
IX
Prens Andrey’in yerleşmesinden önce Boguçorovo, terk edilmiş bir malikâneydi. Köylüleri de Lisi Gori köylülerinden çok farklı insanlardı. Konuşma, giyim ve töre bakımından onlardan ayrılıyorlardı. “Step adamları” derlerdi onlara. Hasada yardım etmek, gölcükler ya da hendekler kazmak için Lisi Gori’ye geldiklerinde İhtiyar Prens; işten yılmamaları bakımından onları över ama yabaniliklerinden ötürü sevmediğini de belirtirdi.
Prens Andrey’in Boguçorovo’da son kalışında gerçekleştirdiği yenilikler -hastaneler, okullar, vergi indirimleri- davranışlarında bir yumuşaklık yaratmamış; tam tersine, İhtiyar Prens’in yabanilik diye nitelediği yanlarını pekiştirmişti. Garip söylentiler dolaşırdı aralarında: Kimi zaman hepsinin kazak yapılacağı, yeni bir dine girecekleri, Çar’ın bazı bildiriler yayımladığı, Pavel Petroviç’e 1797’de edilen yeminden (köylünün daha o zaman azat edildiği ama toprak beylerinin bunu geri çevirdikleri), Piyotr Feodoroviç’in yedi yıla kalmadan tahta çıkacağı, o mezarından kalkınca tam bir özgürlüğün gerçekleşeceği, düzenin değişeceği söylenir dururdu. Savaş, Bonapart ve istila haberleri; onların zihinlerinde Deccal’a, dünyanın sonunun geldiğine ve tam özgürlüğe ilişkin düşüncelere karışırdı.
Boguçorovo’nun yakınlarında, Çar’a ve toprak sahiplerine aidat ödeyen köylülerin oturduğu büyük köyler vardı. Yakınlarda oturan toprak beylerinin sayısı pek fazla değildi. Bundan ötürü okuma yazma bilen ev hizmetkârları ya da köle sayısı da azdı ve çağdaşların nedenlerini ve anlamını pek kavrayamadıkları ama Rus sosyal hayatının temelini oluşturan esrarlı etkiler ve eğilimler burada çok daha açık ve yoğun olarak ortaya çıkıyordu. Yirmi yıl önce köylüler, sıcak olduğu söylenen bazı ırmaklara göç etmek istemişlerdi. Aralarında Boguçorovoluların da bulunduğu yüzlerce köylü, hayvanlarını satıp aileleriyle birlikte güneybatıya hareket etti. Okyanusun ötesindeki bilinmeyen bir yere uçan kuşlar gibi karıları ve çocukları ile birlikte bu adamlar, daha önce hiçbirinin ayak basmadığı güneybatıya yöneldiler. Kafileler hâlinde, tek tek fidyelerini vererek ya da kaçarak arabalarla ya da yaya, sıcak ırmaklara gidiyorlardı. Bunların çoğu cezalandırıldı, Sibirya’ya sürüldü, birçoğu yollarda açlıktan ve soğuktan öldü, bir bölümü de kendi isteğiyle geri döndü ve bu hareket tıpkı başladığı gibi hiçbir görünür neden olmadan sona erdi. Ama derin etkiler ve akımlar halk arasında yayılıp gidiyordu ve yeni bir şekilde ortaya çıkmayı; garip beklenmedik ve aynı zamanda basit, doğal, kaçınılmaz bir biçimde meydana çıkmayı bekliyordu. 1812 yılında, köylülerle iç içe yaşayan bir kimse içten içe güçlü bir kaynaşma olduğunu ve yakında bu tür bir patlamanın gerçekleşeceğini gözlemleyebilirdi.
İhtiyar Prens’in ölümünden biraz önce Boguçorovo’ya gelen Alpatiç; halk arasında kaynaşma olduğunu, tüm köylüleri steplere giden -köylülerini yağmacı kazaklara bırakmışlardı- Lisi Gori bölgesinde altmış verstlik bir bölgede olup bitenlerin tersine buradakilerin, Fransızlarla ilişki kurdukları söylentisinin yayıldığını, elden ele dolaşan bazı yazılı kâğıtları onlardan aldıklarını ve yerlerinden kımıldamadıklarını gördü. Ayrıca kendine bağlı köylülerden, bölgede sözü geçen ve hükûmetin el koyduğu bir arabayı götüren Karp adlı mujiğin, köylülerce bırakılmış köylerin kazaklar tarafından talan edildiği ama Fransızların buralara dokunmadıkları haberiyle dönmüş olduğunu da öğrendi. Bir gün önce bir başka mujiğin de Fransızların bulunduğu Vislouhova köyünden, köylülere hiçbir zarar verilmeyeceğini; köylerinde kalırlarsa kendilerinden alınan her şeyin karşılığının verileceğini bildiren ve Fransız Generali’nin imzasını taşıyan bir kâğıdı getirdiğini de biliyordu. Delil olarak da bu mujik, ot için peşin olarak kendine verilen yüz rublelik banknotları -bunların sahte olduğunu bilmiyordu- Vislouhova’dan getirmişti.
Alpatiç’in edindiği en önemli bilgi ise Prenses’in eşyasını Boguçorovo’dan götürmek üzere muhtara arabaları hazırlama emri verdiği gün, sabah erkenden köyde toplantı yapılmış ve köyden çıkmayıp bekleme kararının alınmış olmasıydı. Ama gecikmekte olduklarını da düşünüyordu Alpatiç. Soyluların temsilcisi, Prens’in öldüğü gün, 15 Ağustos’ta gitmesi için Prenses Mariya’ya ısrar ediyor; tehlike dolayısıyla, on altısından sonra hiçbir sorumluluk yüklenemeyeceğini söylüyordu. Prens’in öldüğü gün akşam ayrılırken ertesi gün cenazeye geleceği konusunda söz vermişti. Ama Fransızların birden ilerledikleri haberini alınca gelmedi; kendi malikânesinden, değerli eşyalarını ve ailesini alıp götürecek zamanı buldu ancak.
İhtiyar Prens’in “Dronuşka” diye hitap ettiği Muhtar Dron, Boguçorovo’yu otuz yıldır yönetiyordu.
Dron; ergin olur olmaz sakal bırakan ve altmış ya da yetmiş yaşına kadar hiç değişmeyen, saçlarına bir tek ak düşmeyen ya da bir tek dişi eksilmeyen ve altmışında da otuzundaki kadar güçlü ve dimdik kalacak kadar hem bedenen hem de ruhen sağlam mujiklerdendi.
Sıcak ırmaklara yapılan ve kendisinin de katıldığı göçten pek az sonra Boguçorovo’ya muhtar olmuş ve yirmi üç yıldır görevini kusursuz yürütmüştü. Mujikler, efendilerinden daha çok ondan korkarlar; beyler, İhtiyar ve Genç Prens, kâhya, ona saygı gösterirler; şaka yollu “Nazır” diye hitap ederlerdi. Görevi süresince sarhoş görülmemiş ve bir kere bile hasta olmamıştı. Uykusuz geçen gecelerden ya da ağır işlerden sonra yorulduğu hiç görülmez; okuryazar olmadığı hâlde, koca yük arabalarıyla sattığı unun kilesinin hesabını ve aldığı parayı hiç unutmaz, Boguçorovo tarlalarının bir hektarından elde edilen tek buğday demetini bile şaşırmazdı.
Yağma edilmiş Lisi Gori’den gelen Alpatiç, işte bu Dron’u, Prens’in cenaze günü yanına çağırdı ve Prenses’in arabaları için on iki at ve götürülecek eşya için de on sekiz araba hazırlaması emrini verdi. Köylülerin, toprak kölesi gibi çalışmayıp rant ödemelerine rağmen Alpatiç; bu emirleri kolaylıkla yerine getirebileceklerini düşünüyordu çünkü Boguçorovo’da iki yüz otuz aile vardı ve köylüler varlıklıydı. Ama emirleri duyan Dron, başını önüne eğip bir şey söylemedi. Alpatiç, arabaları alacağı köylülerin adlarını verdi.
Dron, adı verilen köylülerin hayvanlarının çalıştırıldığını söyledi; Alpatiç başka adlar saydı; Dron’a göre bunların atları yoktu; bir bölümünü ordu almış,