Эдгар Аллан По

Arthur Gordon Pym’in Öyküsü


Скачать книгу

hemen yatağa yatırılmışım. Gemide doktor yoktu. Bununla beraber kaptan, herhâlde daha önceki gaddar davranışından dolayı tayfalara kendini affettirmek için, bana elinden gelen bütün ihtimamı göstermişti.

      Henderson neredeyse kasırgaya dönüşen rüzgâra rağmen gemiyi tekrar yola çıkarmıştı. Daha birkaç dakika geçmeden bizim geminin parçalarına rastlamış ve akabinde yanındaki adamlardan birisi kükreyen fırtınanın ortasındaki aralıklarda sanki bir imdat çağrısı duyduğunu iddia etmişti. Böylesine dayanıksız bir filikayla denizdeki her dakikanın kendilerine çok olası bir felakete mal olacağını bildikleri hâlde cesur denizciler, kaptanın geri dönmeleri için yaptığı bütün uyarılara rağmen yarım saati aşkın bir süre boyunca arayışlarını sürdürmüştü. Aslında bindikleri o küçücük filikanın suda bir anda parçalanmadan nasıl idare ettiğini anlamak imkânsız gibiydi. Ama filika aslında balina avı için yapılmıştı ve tahmin ediyorum ki Galler sahillerinde kullanılan bazı kurtarma botları gibi hava boşluklarıyla inşa edilmişti.

      Bahsedilen süre kadar nafile araştırmadan sonra artık geriye dönüş için kesin karara varılmıştı ki tam o anda yakınlardan, suyun üstündeki karanlık bir nesneden zayıf bir çığlık yükselmişti. Adamlar çığlığı takip ederek nesneye yanaştı. Bu Ariel’in ambarının tamamıydı. Augustus hemen yanı başında çırpınıyor ve görünüşe göre artık can çekişiyordu. Kendisini yakaladıkları zaman, bir iple suyun üstünde yüzen tahtaya bağlanmış olduğunu gördüler. Bu ip, hatırlanacağı gibi onu dikey vaziyette tutabilmek için belinin etrafına dolayıp sonra da halkalı cıvataya bağladığım ipti ve görünüşe göre, bu, hareketim sonuçta onun hayatını kurtarmıştı. Ariel, dayanıksız bir biçimde inşa edilmişti ve doğal olarak batarken parçalara ayrılmıştı. Ambar bloğu ise tahmin edileceği üzere suyun itmesiyle ana gövdeden ayrılarak diğer bazı parçalarla beraber su yüzüne fırlatılmıştı; tabii Augustus da onunla birlikte yukarı fırlayarak feci bir ölümden dönmüştü. Başına gelenleri anlatabilmesi veya gemimizin uğradığı akıbeti kavrayabilmesi ancak Penguen’e çıkarıldıktan bir saat sonra gerçekleşebildi. Nihayet kendine geldiğinde sudayken başına gelenlerin çoğunu anlattı. Bilincini kazanmaya başladığı zaman kendini suyun altında, boynunun etrafına birkaç kez dolanmış bir iple akıl almaz bir hızla aşağıya doğru çekilirken bulmuştu. Hemen sonrasında ise yüzeye çıkmaya başlamış, fakat kafasını sert bir cisme şiddetle vurarak tekrar kendini kaybetmişti. Sonunda yine ayıldığında bilinci hâlâ zayıf ve şaşırmış bir hâlde olmasına rağmen, şimdi biraz daha toparlanmıştı. Artık bir kazaya uğradığını ve ağzı suyun üstünde olsa da vücudunun suyun içinde olduğunu ve kısmen de olsa nefes alabildiğini biliyordu. Muhtemelen bu esnada kamara rüzgârın önünde hızla savrularak kendisini suda sırtüstü yatar bir pozisyonda peşi sıra sürüklüyordu. Tabii bu pozisyonu koruyabildiği sürece boğulması neredeyse imkânsızdı. O anda büyük bir dalga kendisini çaprazlamasına kamaranın üzerine fırlatmış, o da burada tutunmaya çalışarak aralıklarla yardım için bağırmıştı. Henderson tarafından fark edilmeden hemen önce ise, takatsiz kaldığı için tutunmayı bırakıp kendini ölüme terk edercesine denize koyuvermişti. Bütün bu mücadele boyunca ne başına gelenlerin neyle ilgili olduğunu, ne de Ariel’i hatırlayabilmişti. Bütün akli melekelerini belirsiz bir korku ve umutsuzluk kaplamıştı. Sonunda gemiye çıkarıldığı zaman bilinci son noktasına kadar yitikti. Daha önce de söylediğim gibi, Penguen’e alındıktan ancak bir saat kadar sonra durumun tamamıyla farkına varmıştı. Bana gelince, üç buçuk saat süreyle akla gelebilecek her türlü metot beyhude yere denendikten sonra, Augustus tarafından önerilen, sıcak yağa daldırılmış fanilayla yapılan kuvvetli bir masaj sonunda ölümün tam kıyısından tekrar hayata döndürülmüştüm. Boynumdaki yaranın izleri çirkin görünümüne rağmen fazla önemli bir sorun çıkarmadan bir süre sonra tamamen geçmişti.

      Penguen, Nantucket’de görülen en azgın fırtınalardan birine maruz kaldıktan sonra, sabah saat dokuz sıralarında limana girdi. Augustus da ben de Bay Barnard’ın bir gece önceki partiden dolayı biraz geç başlayan kahvaltısına vaktinde yetişebildik. Zannederim masadakilerin hepsi ziyadesiyle yorgun oldukları için, bizim bitkin hâlimizin pek farkına varamadılar. Tabii durumumuz dikkatli bir incelemeden kaçmazdı. Ama öğrencilerin hilekârlıktaki marifetleri meşhurdur ve inanıyorum ki Nantucket’deki arkadaşlarımızın hiçbirisinin, kasabadaki bazı denizcilerin bir gemiye çarpıp otuz-kırk kadar zavallı denizcinin ölümüne neden olduklarına dair anlattıkları korkunç hikâyeye ya da Ariel’den, benden veya yol arkadaşımdan bahsettiklerine dair hiçbir malumatları olmadı. Biz o zamandan beri sık sık aramızda bu olayı konuştuk, fakat her seferinde korkudan tüylerimiz ürpererek… Augustus, bana bütün samimiyetiyle, teknede ne denli sarhoş olduğunu ilk anladığında ve bunun kendisini nasıl yavaş yavaş ölüme çektiğini idrak ettiğinde kapıldığı azap verici dehşeti hayatında daha önce hiç yaşamadığını itiraf etti.

      2. BÖLÜM

      İşin içine lehte veya aleyhte herhangi bir ön yargı karıştığı zaman, en basit bilgilerden bile kesin bir hükme varmamız mümkün değildir. Başımızdan geçen bu boyutta bir felaketin, benim henüz yeni yeni filizlenmeye başlayan denizcilik sevdamı öldürdüğü akla gelebilir. Oysa tam aksine, daha mucizevi kurtuluşumuzun üzerinden bir hafta geçmişti ki içimde bir denizcinin yaşayabileceği serüvenlere karşı coşku dolu ve önlenemez bir özlem belirmişti. Bu kısacık zaman, hafızamdaki bütün kötü izlenimleri silmeye yetmiş ve yaşadığımız kazanın zevkli, heyecan verici taraflarını bütün resimselliği ile gün ışığına çıkarmıştı. Augustus’la yaptığımız konuşmalar artık günden güne artmaya ve daha bir heyecanlı olmaya başlamıştı. Okyanus hakkındaki hikâyeleri öyle bir ballandıra ballandıra anlatış tarzı vardı ki bugün düşündüğümde aslında yarıdan fazlasının safi uydurma olduğuna inanıyorum. Sanki tam benim tabiatıma göre uyarlanmışlardı; bazen ağır aksak, bazen de alabildiğine heyecanlı ve masalsıydılar. Yaşadığı çetin anları, başına gelen felaketleri ve acıları naklederken, benim denizcilerin yaşamlarına ilişkin duygularımdan faydalanma gibi bir acayip huyu vardı. Denizciliğin neşeli yanları beni pek sarmıyordu anlaşılan. Benim kafamda hep batmış gemiler, kıtlık, ölüm veya korsanlar tarafından esir edilerek okyanusun ortasında kaybolmak ve yanaşılması mümkün olmayan ıssız bir kayalıkta hayat boyu sefalet sürmek gibi marazi düşünceler vardı. Böyle düşünceler veyahut da arzular (ki bunlara ancak arzu diyebiliriz) -sonraları iyice anladım ki- bütün melankolik denizcilerin paylaştığı ortak bir özlemdi. O zamanlar onları gözlemlediğimde, bir kehanet misali kendi hayatımı ve muhakkak surette yaşayacağım maceraların izlerini görüyordum sanki. Augustus da hepten benim gibi düşünmeye başlamıştı. Birbirimize bu kadar yakın olmamız, karakterlerimizin de kısmen birbirinden etkilenmesine yol açmıştı.

      Ariel’in uğradığı faciadan yaklaşık on sekiz ay kadar sonra, Lloyd ve Vredenburgh şirketi (Zannederim Liverpool’daki Messicurs Enderby firmasıyla ilişkisi olan bir şirketti bu.), “Grampus” adlı iki direkli bir yelkenliyi balina avı için onarmak ve hazırlamakla meşguldü. Aslında oldukça külüstür bir tekneydi bu, yapılabilecek bütün tamirat yapıldıktan sonra bile pek denize çıkabilecek bir şey değildi. Sahiplerinin daha iyi başka gemileri varken niye o seçilmişti anlamıyorum doğrusu, ama öyleydi işte. Geminin kaptanlığını Bay Barnard almıştı ve Augustus da onunla beraber gidecekti. Yelkenli sefere hazırlanırken, Augustus, boyuna bana seyahat arzumu gerçekleştirebilmem için bundan daha iyi bir fırsat ele geçmeyeceğini söyleyip duruyordu. Tabii benim de bu işe can attığımı görüyordu, ama ne yazık ki mesele bu kadar basit değildi. Babam görünüşte bu fikre karşı çıkmamıştı ama annem… En ufak bir imada bile isteri krizlerine kapılmıştı. Hepsinden kötüsü, kendisinden çok şeyler beklediğim büyük