saçma sapan ve kuşkulu bir mülayimmişim diye düşünüyorum ama ben seni sanki çokmuşsun gibi seviyorum.” “Bunu iyice belli etmek istedim.” dedi Sam başını kaldırarak.
Mr. Weller onaylar biçimde başını salladı ve Sam devam etti.
“O nedenle bugünün şerefine, canım Mary’m, zor şartlar altında bulunan beyefendilerin pazar günü biterken söyledikleri üzere, seni ilk gördüğümde görüntün kalbime profesyonel bir fotoğraf makinesinin yapamayacağı kadar hızla ve çok daha canlı renklerle kazınmıştı ki bilirsin o makine de fotoğrafı iki dakikadan biraz uzun sürede çeker, sonra çerçeveli falan duvara asarlar.”
“Korkarım bu biraz şairane olmuş Sammyciğim.” dedi Mr. Weller, şüpheci bir edayla.
“Yooo, hiç de bile.” diye yanıtladı Sam, kanıtlamak istercesine hızla okumaya devam ederek:
“ ‘Beni sevgilin olarak kabul et ve dediklerimi düşün canım Mary’m. Lafımı burada bitiriyorum Sevgili Mary’m.’ İşte bu kadar.” dedi Sam.
“Bu da biraz aceleye gelmedi mi Sammy?” diye sordu Mr. Weller.
“Hiç de bile.” dedi Sam. “Keşke daha da yazsaydım diyecek. Buna da mektup yazma sanatı derler işte.”
“Peki.” dedi Mr. Weller. “Fena olmamış keşke analığın da konuşurken böylesine nazik olsa. İmza atmayacak mısın?”
“O iş zor işte.” dedi Sam. “Nasıl imzalanır bilmiyorum.”
“İmzala işte, ‘Weller’ diye.” dedi, bu ismin en yaşlı sahibi.
“Olmaz.” dedi Sam. “Sevgililer kartına insan kendi ismini yazar mı hiç?”
“O zaman ‘Pickwick’ yaz.” dedi, Mr. Weller. “Çok güzel bir isim, yazması da kolay.”
“Tam üstüne bastın.” dedi Sam. “Hatta ufak bir kafiye de patlatayım, ne dersin?”
“Sevmedim, Sam.” dedi Mr. Weller. “Ben hayatımda hiç şiir yazan saygıdeğer bir arabacı görmedim. Gerçi bir tane vardı eşkıyalığa çıkacağı gün şiir yazıp bırakmış niyeyse. Gerçi o Cambervellliydi, o sayılmaz.”
Ama Sam bu fikirden cayacak gibi değildi, o yüzden mektubu şöyle bitirdi:
Ben aşkından bir yitik.
Pickwick.
Sonra da kartı çok karmaşık biçimde katlayıp kenarını kıvırarak: Mary’ye, Mr. Nupkins’in evinde hizmetçi, Mayor’s, Ipswich, Suffolk yazdı ve cebine koyup pullayarak postalanmaya hazır hâle getirdi. Bu önemli mesele de hallolunca Mr. Weller oğlunu yanına çağırmasının sebebi olan konuyu açtı.
“İlk mesele patronunla ilgili, Sammyciğim.” dedi Mr. Weller. “Yarın sınanacak değil mi?”
“Mahkemesi görülecek.” diye yanıtladı Sam.
“Bak Sam…” dedi Mr. Weller. “Herhâlde onu övmesi ya da görgü tanıklığı etmesi için şahit çağırmak isteyecektir. Ne zamandır bu meseleyi düşünüp duruyorum Sammyciğim ama gönlünü ferah tutsun. İki işi de halledecek dostlarım var. Ama benim tavsiyemi dinleyecek olursan onu övecek adamı boş ver, önemli olan görgü tanığı olarak gösterebileceği biri. En iyisi bu Sammyciğim, en iyisi bu.” Mr. Weller bu hukuki fikri ifade ederken ciddi göründü ve burnunun ucuna kadar götürdüğü bardağın ardından şaşkına dönmüş oğluna göz kırptı.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Sam. “Old Bailey’de3 yargılanacağını düşünmüyorsun, değil mi?”
“Davasının nerede görüneceği şimdinin meselesi değil, Sammy.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Nerede yargılanırsa yargılansın, onu kurtaracak şey görgü tanığı. Biz kelli felli adamlar onu hiçbir şey kurtaramaz derken, cinayetten yargılanan Tom Vildspark’ı görgü tanığı sayesinde kurtardık. Bana kalırsa Sammyciğim, eğer senin patron bir görgü tanığı bulamazsa İtalyanların dediği gibi hapı yutacak, bunu bilesin.”
Yaşlı Mr. Weller, Old Bailey’nin bu ülkedeki en ihtişamlı mahkeme olduğuna ve buradaki kural ve işleyiş biçimlerinin diğer bütün mahkemelerde geçerli olduğuna yönelik ciddi ve değişmez fikrini savunurken oğlunun görgü tanığının kabul edilmeyeceğine yönelik teminat ve argümanlarını görmezden geldi ve Mr. Pickwick’in mağdur edildiği fikrini savundu. Sam konuyu değiştirip babasının ona danışmak arzusunda olduğu ikinci konunun ne olduğunu sordu.
“O da tam bir ailevi mesele.” dedi Mr. Weller. “Stiggings denilen adam var ya…”
“Kırmızı burunlu adam mı?” diye sordu Sam.
“Aynen o.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Bu kırmızı burunlu adam, Sammyciğim, analığını daha önce görülmemiş bir nezaket ve istikrarla ziyaret ediyor. Artık bizim ailemizin ne kadar yakın bir dostuysa bizden uzaktayken illaki ona bizi hatırlatacak bir şey istiyor.”
“Ben senin yerinde olsam, onun hafızasını öyle mühürleyecek bir şey yapardım ki on sene boyunca unutamazdı.” diye lafa girdi Sam.
“Bi’ dur.” dedi Mr. Weller. “Şunu diyecektim, adam yanında hep büyük bir şişe getiriyor ve gitmeden de içini ananaslı romla ağzına kadar dolduruyor.”
“Bir daha geldiğinde de şişe bitmiş oluyor, değil mi?” dedi Sam.
“Dibine kadar!” diye yanıtladı Mr. Weller. “İçinde artık tıpa ve koku dışında bir şey kalmayana kadar, seni bu konuda hiç yanıltmaz Sammyciğim. Şimdi oğlum, benim Büyük Birleşmiş Ebenezer Yeşilay Derneğinin bu akşam aylık toplantısı var. Analığın gidecekti ama romatizması tuttu, ondan gidemeyecek. İşte Sammyciğim bende de analığına gönderilmiş iki bilet var şimdi.” diyerek Mr. Weller bu büyük gizemi büyük bir neşeyle iletti ve bundan sonra öyle yorulmak bilmez şekilde göz kırptı ki Sam herhâlde yüzüne felç indi diye düşünmeye başladı.
“Eee?” dedi genç beyefendi.
“Eee’si…” diye devam etti babası, etrafına müthiş bir dikkatle bakarak. “Biz tam saatinde gideceğiz. Rahip yamağı da gidemeyecek, Sammyciğim, rahip yamağı gidemeyecek.” Bu noktada öyle bir gülme krizine tutuldu ki yaşlı bir beyefendinin pekâlâ da boğulabileceği sınıra gelmeden hemen önce de durdu.
“Ben ömrühayatımda böyle üçkâğıtçı görmedim.” diye bağırdı Sam, yaşlı beyefendinin sırtının alev almasına sebep olacak kadar sürtünme kuvveti uygulayıp okşayarak. “Sen neye gülüyorsun bakayım, tombul fare?”
“Sessiz ol, Sammyciğim.” dedi Mr. Weller, büyük dikkatle etrafına bakıp fısıltıyla konuşarak. “Oxford Caddesi’nde çalışan iki dostum var, ellerinden gelmeyen iş yoktur. Birlikte rahip yamağını iyi tongaya düşüreceğiz Sammyciğim ve Ebenezer Derneğine geldiğinde (kesin gelecek ha çünkü ona kapıya kadar eşlik edecekler ve gerekirse de içeri tıkacaklar), o kadar çok rom ve su içmiş olacak ki hani Granby Dorkin Markizi vardı ya hatırlarsın, ha işte öyle. Bu da az sarhoş olmak değil, ha.” Mr. Weller bunları açıkladıktan sonra yine öyle ölçüsüz bir kahkahaya tutuldu ki az kalsın boğulacaktı.
Sam Weller’ı kırmızı burunlu herifin gerçek amacını ve kişiliğinin ifşa edilmesinden daha çok memnun edecek başka bir şey yoktu. Buluşma saatine de çok zaman kalmadığından baba ve oğul vakit kaybetmeden Brick Lane’e doğru yollandılar. Sam, bu arada mektubunu postaneye bırakmayı da ihmal etmedi.
Büyük Birleşmiş Ebenezer Yeşilay Derneği Brick Lane Şubesi’nin aylık toplantıları güvenli ve rahat bir merdivenle çıkılan geniş, hoş ve havadar bir odada gerçekleşiyordu. Toplantı yürütücüsü