“Tamam o zaman.” diye cevap vermiş. “Ben şimdi gidiyorum. Sen de benimle gel çünkü yaşlı aşçı yarın sabah babam avlanmaya gittiğinde erkenden kalkıp seni pişirmek için çokça su kaynatacak. Eğer benimle kalırsan seni kurtarabilirim. Bu yüzden asla beni bırakma.”
“Hayır, asla, asla!” diye haykırmış Minik Kuş.
Çocuklar şafağa kadar uyanık kalmışlar. Sonra da yaşlı cadı suyu hazırlamaya başlayana kadar evden kaçıp çoktan uzaklara varmışlar. Cadı, ateşini yakmış ve su kaynar kaynamaz zavallı, küçük Minik Kuş’u getirip kazana atmak için yatak odasına gitmiş. Yatağa gelip boş olduğunu görünce her iki çocuğun da gitmiş olduğunu fark ederek korkmuş ve kendi kendine: “Çocukları bulamazsam ormancı geldiğinde ne derim? Olabildiğince çabuk aşağıya inip onları yakalaması için birini göndereyim.” diyerek aşağıya inmiş ve çiftçilerden üçünü çocukların peşinden gidip getirmeleri için göndermiş.
Ormanda, ağaçların arasında oturan çocuklar uzaktan adamların geldiğini görmüş. “Seni asla terk etmeyeceğim Minik Kuş!” demiş Lena hemen. “Sen beni terk edecek misin?”
“Asla, asla!” diye karşılık vermiş Minik Kuş. “O zaman…” diye bağırmış Lena. “Sen bir gül ağacına dön, ben de güllerden biri olayım!”
Üç çiftçi, yaşlı cadının bakmalarını söylediği yere gelmiş fakat bir gül ağacı ile bir tanecik gülden başka hiçbir şey bulamamışlar. “Çocuklar burada değil.” diyerek geri dönmüşler ve aşçıya da sadece gül ve çalılık bulduklarını, çocuklardan hiçbir iz olmadığını söylemişler. Yaşlı kadın bunları duyunca sinirlenerek: “Sizi aptallar! Gül çalılığının kökünü kesmeli ve güllerden birini koparıp olabildiğince çabuk getirmeliydiniz. Tekrar gidin.”
Lena, adamların tekrar geldiklerini görünce yine kılık değiştirmiş. Minik Kuş da öyle çabuk değişmiş ki üç çiftçi, yaşlı kadının gönderdiği yere geldiklerince sadece kulesi olan bir mabet bulmuşlar. Minik Kuş mabet, Lena da onun kulesiymiş. Sonra adamlar birbirlerine: “Buraya boşuna gelmişiz. Eve geri dönebiliriz.” demişler. Yaşlı cadı yine sinirlenmiş. “Sizi aptallar!” demiş. “Mabedi ve kulesini buraya getirmeliydiniz. Bu sefer kendim gidip getireceğim!”
Yaşlı cadı, çocukları bulmak için üç çiftçiyi de yanına alarak yola koyulmuş. Uzaktan üç çiftçinin ve arkalarından da yaşlı kadının sallana sallana geldiklerini görünce Lena demiş ki: “Minik Kuş, birbirimizi asla terk etmeyeceğiz.”
“Hayır, hayır! Asla!” diye cevaplamış Minik Kuş. “O zaman sen bir gölete dönüş, ben de üzerinde yüzen bir ördek olayım.”
Yaşlı kadın göleti görür görmez yere uzanıp hepsini içmeye yeltenmiş. Fakat ördek öyle hızlıymış ki gagasıyla yaşlı kadının kafasını tutup onu suyun altına çekmiş ve boğulana kadar orada tutmuş. Sonra iki çocuk normal şekillerine bürünüp üç çiftçiyle beraber evlerine doğru gitmişler. Hepsi de böyle yaşlı bir cadıdan kurtulmuş olmanın mutluluğu içindeymiş. Ormancı, çocuklarıyla beraber ormandaki evinde mutluluk içinde yaşamış. Hatta, hâlâ orada olabilirler.
Su Perisi
Bir gün küçük bir çocuk ve kız kardeşi, bir kuyunun yakınlarında oynuyorlarmış; ikisi de dikkatsiz davrandıkları için kuyuya düşmüşler. Suyun altında bir peri ile karşılaşmışlar, peri onlara: “Şimdi elime düştünüz işte, artık benim her dediğimi yapacaksınız.” demiş. İkisini de taşıyarak evine götürmüş. Eve vardıklarında peri, genç kıza sert ve karmakarışık bir keteni ayırıp örmesini emretmiş, ayrıca ona suyla doldurması için içi delik dolu bir fıçı vermiş; çocuğu da kör bir baltayla ormana yollamış ve ateş için ağaç kesip odun toplamasını söylemiş. Çocuklar, perinin kendilerine bu şekilde davranmasından o kadar bıkmışlar ki perinin dışarıda olacağı bir pazar gününe kadar beklemişler ve kaçmışlar. Fakat peri çok yakınlardaymış ve çocuklar kuşlar gibi uçarak uzaklaşırken onları fark etmiş, koca koca adımlarla peşlerine düşmüş.
Çocuklar uzaktan periyi görmüşler. Küçük kız arkasına doğru kocaman bir fırça fırlatmış, fırça aniden iğne gibi uçları olan bir dağa dönüşmüş ve peri bu dağa tırmanırken çok zorlanmış. Fakat çocuklar perinin dağı aşıp yaklaştığını görmüşler. Bunun üzerine çocuk arkasına bir tarak atmış ve bu tarak, dik dik yüzlerce ucu olan bir tarak dağına dönüşmüş fakat peri bunu da nasıl atlatacağını biliyormuş, güçlükle de olsa dağı tırmanmış. Daha sonra küçük kız arkasına bir ayna atmış ve ayna, kötü perinin tırmanması mümkün olmayacak kadar kaygan bir dağa dönüşmüş.
Peri: “Eve gidip baltamı alayım ve aynayı kırayım.” diye düşünmüş. Ancak geri dönüp aynayı kırdığında çocuklar çoktan onun yakalayamayacağı kadar uzağa gitmişler. Peri de tekrar kuyuya dönmeye mecbur kalmış.
Masa, Eşek ve Sopa
Bir zamanlar üç oğlu ve bir keçisi olan bir terzi varmış. Keçi hepsini sütüyle beslediği için, iyi yiyecekler yemesi gerekliymiş. Bu yüzden de her gün sırayla çocuklar tarafından suyun kenarındaki ağaçlığa götürülürmüş. Bir gün en büyük kardeş; keçiyi en iyi filizlerin olduğu, karnını tıka basa doyurup etrafta dolaşabileceği mabedin bahçesine götürmüş. Akşam eve dönme vakti geldiğinde: “Keçi, doydun mu?” demiş. Keçi cevaplamış:
O kadar doydum ki
Yiyemem tek bir tane bile,
Filiz daha fazla, mee!
“Öyleyse haydi eve.” demiş genç çocuk. Keçiyi, boynuna ipini geçirdiği gibi ağılına götürmüş ve oracığa bağlamış. “Evet.” demiş terzi. “Keçiyi güzel bir şekilde besledin mi?”
“Evet.” diye cevaplamış oğlu. “O kadar doydu ki tek bir filiz bile yiyemez hâle geldi.”
Baba yine de kendi gözleriyle görmek için ağıla gitmiş, keçisini okşamış ve: “Benim güzel keçim, doydun mu?” diye sormuş. Keçi cevaplamış:
Nasıl doyayım ki?
Bulamadım yiyecek hiçbir şey,
Ne kadar baksam da etrafıma, mee!
“Neler duyuyorum!” diye bağırmış terzi. Koşarak oğlunun yanına gitmiş ve: “Seni yalancı, keçi doydu dedin ama hâlâ açmış.” diyerek hesap sormuş.
Öfkeyle cetvelini kapıp oğluna vura vura onu kapı dışarı etmiş. Ertesi gün, ikinci oğlun sırası geldiğinde o da bahçenin çitlerinin arkasında iyi, yeşil filizlerin olduğu güzel bir yer bulmuş ve keçi bunların hepsini yemiş. Akşam eve gitme vakti geldiğinde keçiye sormuş: “Keçi, doydun mu?”
Keçi cevaplamış:
O kadar doydum ki
Yiyemem tek bir tane bile,
Filiz daha fazla, mee!
“Öyleyse haydi eve.” demiş çocuk ve keçiyi ağılına götürüp bağlamış. “Evet.” demiş terzi. “Keçi yeterince beslendi mi?”
“Evet.” diye cevaplamış oğlu. “O kadar doydu ki tek bir filiz bile yiyemez hâle geldi.”
Terzi yine de rahat hissetmemiş ve ağıla gitmiş: “Benim güzel keçim, doydun mu?” diye sormuş. Keçi cevaplamış:
Nasıl doyayım ki?
Bulamadım yiyecek hiçbir şey,
Ne kadar baksam da