Yücel Tahsin

Yalan


Скачать книгу

>

      © 2002, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.

      Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının

      yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

      1. basım: 2002

      12. basım: Mayıs 2015, İstanbul

      E-kitap 1. sürüm Eylül 2015, İstanbul

      Mayıs 2015 tarihli 12. basım esas alınarak hazırlanmıştır.

      Yayına hazırlayan: Faruk Duman

      Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Design

      ISBN 978-975-07-1764-2

      CAN SANAT YAYINLARI

      YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.

      Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul

      Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33

      www.canyayinlari.com

      [email protected]

      T

      AHSİN

      Y

      ÜCEL

      YALAN

      ROMAN

      2003 ÖMER ASIM AKSOY ROMAN ÖDÜLÜ

      2003 YUNUS NADİ ROMAN ÖDÜLÜ

      

      Tahsin Yücel’in Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:

      Aykırı Öyküler, 1989

      Haney Yaşamalı, 1991

      Peygamberin Son Beş Günü, 1992

      Bıyık Söylencesi, 1995

      Vatandaş, 1996

      Ben ve Öteki, 1998

      Komşular, 1999

      Kumru ile Kumru, 2005

      Mutfak Çıkmazı, 2005

      Yapısalcılık, 2005

      Yazın, Gene Yazın, 2005

      Göstergeler, 2006

      Gökdelen, 2006

      Dil Devrimi ve Sonuçları, 2007

      Golyan Devrimi, 2008

      Yazın ve Yaşam, 2008

      Sonuncu, 2010

      Gün Ne Günü?, 2010

      Kimim Ben?, 2011

      Kendine Doğru Yolculuk, 2012

      TAHSİN YÜCEL, 1933’te Elbistan’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve İÜ Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde uzun yıllar öğretim üyeliği yaptıktan sonra, 2000 yılında emekli oldu. Yazın araştırmalarına 1969’da yayımladığı L’Imaginaire de Bernanos ile başladı. 1973’te Figures et Messages dans la Comédie Humaine’i, 1979’da Anlatı Yerlemleri’ni, 1982’de Dil Devrimi ve Sonuçları ve Yapısalcılık’ı yayımladı. 1976’dan itibaren Yazın ve Yaşam, 1982’de Yazının Sınırları, 1991’de Eleştirinin Abecesi, 1993’te Tartışmalar, 1995’te Yazın, Gene Yazın, 1997’de Alıntılar, 1998’de Söylemlerin İçinden (1999 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü), 2000’de Salaklık Üstüne Deneme, 2003’te Yüz ve Söz, 2006’da Göstergeler, 2010’da Gün Ne Günü? ve 2011’de Kimim Ben? ile deneme ve eleştirilerini okurla buluşturdu. İlk romanı Mutfak Çıkmazı 1960’ta yayımlandı. Bunu 1975’te Vatandaş, 1992’de Peygamberin Son Beş Günü (1993 Orhan Kemal Roman Ödülü), 1995’te Bıyık Söylencesi, 2002’de Yalan (2003 Yunus Nadi ve 2003 Ömer Asım Aksoy roman ödülleri), 2005’te Kumru ile Kumru, 2006’da Gökdelen (2007 Balkanika Ödülü) ve 2010’da Sonuncu izledi. Öykü kitaplarından 1956 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Haney Yaşamalı 1955’te, Düşlerin Ölümü 1958’de (1959 TDK Öykü Ödülü), Ben ve Öteki 1983’te, Aykırı Öyküler 1989’da, Komşular 1999’da (1999 Dünya Kitap Yılın Kitabı Ödülü) ve Golyan Devrimi 2008’de yayımlandı. Tahsin Yücel’e 1984’te Azra Erhat Çeviri Yazını Üstün Hizmet Ödülü, 1997’de Fransız hükümeti tarafından Palmes Académiques Nişanı Commandeur derecesi verildi.

      www.tahsinyucel.com

      Önöykü

      I

      Yusuf Aksu’nun bir açıdan olağandışı, bir açıdan fazlasıyla durağan serüvenini yakından izlemiş olanlar arasında, ününü hak ettiğini söyleyenler çoğunluktadır, hiç hak etmediğini söyleyenler üç beş kişiyi geçmez. Ancak, küçümsenmeyecek bir bölümü bu ünü her şeyden önce rastlantıya borçlu olduğunu savunur. Bunlar arasında da yorumlar kişiden kişiye değişir: kimi, açık gerçekleri görmekte her zaman ağır kalmış bir toplumda gerçek değerler olsa olsa rastlantıyla saygınlığa erişebileceğine göre, Yusuf Aksu gibi bir düşünce adamının ününün rastlantıdan başka bir açıklaması olamayacağı görüşündedir; kimi gerçeklerin en kalın kafalara bile ulaşabildiği ayrıcalıklı anlardan söz eder; kimi Tanrı babanın zaman zaman çaktırmadan yeryüzüne inip birtakım görünmez derelerin yatağını değiştirdiğini öne sürer; kimi daha da aykırı varsayımlar sıralar. Kısacası, kişisel yorumlar ne olursa olsun, rastlantının yerlemlerinde ve belirleyiciliğinde herkes birleşir: “Yusuf Aksu o gün, o toplantıda, o görkemli çıkışı yapmamış olsaydı, yaşam boyu bizler gibi sıradan bir insan olarak kalacaktı!” Bu ortak görüşe karşı çıkmak zor: bilindiği gibi, Yusuf Aksu adını geniş kitleye ilk kez Uluslararası Dilbilim Günleri’ndeki umulmadık çıkışıyla duyurdu; oysa, gene bilindiği gibi, o çok ünlü Uluslararası Dilbilim Günleri’nde birkaç saniyeliğine boy gösterdiği kürsü kendisini toplumsal konumunun getirdiği bir kürsü değildi. Gene de, iş ille de rastlantıya bağlanacaksa, Yusuf Aksu’nun1 yaşamındaki rastlantıların en büyüğünün annesiyle babasının karşılaşması, en belirleyicisininse, orta üçte sınıfa ilk kez giren Yunus Aksu’nun, yüzünde anlatılmaz bir gülümseme, herkesi şöyle bir süzdükten sonra, kararlı adımlarla ona doğru ilerlemesi olduğunu söylemek gerekir.

      Ancak, her bağlamda olduğu gibi bu bağlamda da, konuya biraz daha sorgulayıcı bir bakışla yaklaşmayagörelim, her rastlantının altından yeni rastlantılar fışkırır, en sıradan olgular bile birer rastlantı yumağına dönüşür. İç içe girmiş rastlantılar arasında bir önem basamaklandırması yapmak da kolay değildir. Örneğin Yusuf Aksu’ nun babası Ahmet Nusret Elbasan’la annesi Refika hanımın karşılaşmaları temel rastlantıdır da Ahmet Nusret Elbasan’ın Refika hanımla karşılaşmasından birkaç gün önce ya da birkaç gün sonra Yunus Aksu’nun babası olacak kişinin iş yerlerinden birinin saymanlığından emekliye ayrılmış yaşlı ve sessiz bir adam olması ve, oğlunun dünyaya gelmesine üç ay kala, bir akşam rakı almaya çıkıp bir daha geri dönmemesi, annesi Refika hanımın henüz üç yıllık bir ilkokul öğretmeni, hem de bayağı güzel bir kadınken, üstelik, Ahmet Nusret beyin böyle birdenbire yok oluvermesine pek de üzülmüş gibi görünmezken, tüm yaşamını oğluna ve kendisini karnında altı aylık bir çocukla yüzüstü bırakıp gitmiş yaşlı kocanın anısına adamış gibi yaşaması aynı ölçüde belirleyici rastlantılar değil midir? Bir ara bayağı kafa yormasına karşın, Yusuf Aksu’nun kendisi bile doyurucu bir sonuca varamamıştır bu konuda. Ama bizim belirleyici rastlantı dediğimiz şey kendisini izleyen olguyu zorunluluğa, yani kendi karşıtına dönüştüren olguysa, o zaman, ya aşılmaz bir çelişki karşısındayız demektir, ya da rastlantı kavramının açıklamakta güçlük çektiğimiz her olgunun üstüne geçirdiğimiz bir kılıftan başka bir şey olmadığını kesinlememiz gerekir. Ne olursa olsun, Yusuf Aksu’nun çevresinde