Ayşegül Çelik

Korku ve Arkadaşı


Скачать книгу

GÜL ÇELİK

      KORKU VE ARKADAŞI

      © 2013, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.

      Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

      1. basım: Yapı Kredi Yayınları, 2003

      Can Yayınları’nda 1. basım: Kasım 2013, İstanbul

      E-kitap 1. sürüm Kasım 2015, İstanbul

      Kasım 2013 tarihli 1. basım esas alınarak hazırlanmıştır.

      Yayına hazırlayan: Faruk Duman

      Kapak tasarımı: Act creative

      Kapak resmi: © Shutterstock / Irmak Akçadoğan

      ISBN 978-975-07-2871-6

      CAN SANAT YAYINLARI

      YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.

      Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul

      Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33

      www.canyayinlari.com

      [email protected]

      AYŞEGÜL ÇELİK

      KORKU VE ARKADAŞI

ÖYKÜ

      Ayşegül Çelik’in Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:

      Kâğıt Gemiler, 2013

      Ölmeyi Bilen Adam Muhsin Ertuğrul, 2013

      Şehlier, Dehlizdeki Kuş, 2013

      AYŞEGÜL ÇELİK, 1968’de Ankara’da doğdu. HÜ İktisadi ve İdari Programlar ile AÜ DTCF, Tiyatro bölümlerini bitirdi. HÜ Sosyal Antropoloji Bölümü’nde yüksek lisans programına katıldı. Varlık, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, kitap-lık, Doxa, Bütün Dünya, Akşam-lık, Kent ve Gençlik, Bireşim, “ağır ol bay düzyazı”, Dünden Bugünden Edebiyat gibi dergilerde öykü, şiir ve makaleleri, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Star, Radikal, Yeni Şafak, Sabah gibi gazetelerde röportajları yayımlandı. Televizyon, sinema ve sahne için drama yazarlığının yanı sıra televizyon için çocuk programı yazarlığı yaptı. Radyo oyunları TRT tarafından ödüllendirildi. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kaynanam Nasıl Kudurdu? romanından yaptığı oyun uyarlaması Devlet Tiyatroları ve Bursa Şehir Tiyatroları tarafından sahnelendi. Librettosunu yazdığı Arda Boyları, Devlet Opera ve Balesi Modern Dans Topluluğu tarafından sahnelendi. Kadın Öykülerinde Ankara, Kadın Öykülerinde Doğu, Belki Varmış Belki Yokmuş, Bir Dersim Hikâyesi, Şehir ve İnsan, Kar İzleri Örttü adlı çok yazarlı kitaplara öyküleriyle katıldı. Şehper, Dehlizdeki Kuş adlı öykü kitabıyla Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülleri’nde mansiyon, Kâğıt Gemiler adlı öykü kitabıyla 2010 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü aldı. Sensizankaradadenizdüşleri (1997) adlı şiir, Korku ve Arkadaşı (2005) adlı öykü kitapları var. Halen Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Dünya Edebiyatı ve Uygarlık Tarihi dersleri veriyor.

      Herkes cinneti kendinden uzak sanır.

      Oysa, zamanla insan arasındaki tuhaf yerin adıdır gece ve

      Akıl orada uyur

      Ağaçlar orada boylanır

      Çünkü bütün düşler gerçektir orada.

      Sayrının imparatorlukları gecede kurulur.

      Gözden ırak yangınlar, gökyüzünü tutar.

      Sokaklar bir tuhaf iklime girer

      Bilen bilir: Artık bütün bahçeler yasemin kokar.

      Gecede kaybolanlardan öğrendim bu tekerlemeyi. Çoğu, tümünü bilmez, ancak son satırı bir şarkı gibi söylemekten hoşlanır. Gecede kaybolan bu insanların sayısını sorarsanız, söyleyemem; çoktur. Cinsiyetini söyleyemem; yoktur. Ve kaybolmaya muktedir bu kadar insan olması biraz tuhaftır. Ben onlara sayısız öyküler verdim, onlardan öyküler aldım. Artık biliyorum ki, kiminin uyanamadığı kâbus, kiminin yaşadığı tek gerçek olabilir. Düşlere gidecek olanları bir bakışta tanıyışım bu yüzden… Biliyorum ki haklılar;

      “herkes cinneti kendinden uzak sanır.”

      Bütün bir şehri içine alan suretini karanlıkta gördüğümde, anladım ki o da gidecek. Çünkü, elleri hiç tekin değil, yüzündeki acıya aldırmadan, gözlerinin keskinliğini sınıyor karanlıkta. Anladım ki kararını vermiş ama bundan haberi yok. Sonra bahçenin bir yarısında açan çiçeklerin sesini duyduğunu ve içinde büyüteceği dikenlere hazırlandığını fark ettim.

      Düş, umduğumdan da güzel başladı fakat sonra çok büyüdü, sayrılı bir çalkantıya dönüştü. Bu çalkantı, her şeyi içine aldı. Birbirine değen uyumsuz parçalar, üstünlüklerini bağırdılar. Sesler önce büyüdü, sonra azaldı ve bitti. Başlayan sessizlik öyle koyulaştı ki tarakla taranır, bıçakla kesilir hale geldi. Bu soluksuz maddenin içinde, tek bir çıtırtı belirdi; öncesiz ve sonrasız. Yangın başladı.

      Yangın bu anda şehrin bütün pencerelerinden görülebilecek kadar büyüktü aslında. Kent sakinleri sıcaklığı, ergimeyi fark ettiler fark etmesine ya, bunu nerede arayacaklarını bilemediler. Eğer çıkıp baksalardı, kendi bahçelerini, kendi sokaklarını, kendi çocuklarını göreceklerdi. Fakat hepsi cinneti kendinden uzakta bildi. Eğer baksalardı, öykülerden tanıdıkları acıların kendi aynalarında biriktiğini ve o aynalarda kendi suretlerinin durduğunu göreceklerdi. Baksalardı, bir yangının daha başlarken, ardında ne kadar kül sakladığını… Her türlü yanıtın gün ve gece altında ayan olduğunu, asıl hünerin yanıtları beklemekten öte, soruları sormakta olduğunu…

      Fakat bakmadılar. Bu öyküler, yangın sonrası devşirilip, kurutulup boyanmış ve kırık aynalarda yüzleri çoğaltmaya bırakılmıştır.

      Yasemin kokularına ve erken inen akşamlara

      Ve çıplak ayak gezmeyi bilen çeşit çeşit çocuğa:

      İnanıyorum;

      bütün düşler gerçektir.

      Korku ve Arkadaşı

      Çocuklar gecenin tekin olmadığını bilirler.

      Onları karanlığın içinde tutan, yağmuru, ayazı unutturup evlerinin yolunu çoğaltan da bu bilgidir zaten. Karanlıkta, sessiz ve görünmez nesneler keşfedip suretsiz gölgelerle konuştuklarından, biraz delilere benzerler.

      Çocuklar, gecenin tekin olmadığını bilirler.

      Sessiz bir çocuktur Zülfaris. Solgun. Yüzünde sayrılı bakışlar vardır. Elleri tekin değildir. Gözleri, düşleri… Huyları tekin değildir. Bu yüzden ona “Birsam” da derler. Adını her duyuşunda irkilir, o geceyi hatırlar. Sesi duyduğu ilk geceyi…

      Ses, ateşböceği şarkılarına benziyordu. İçini basan alacalı korkulara rağmen, önce kardeşiyle yattığı döşekten kaldırmış, sonra dış kapıya, sonra da bahçeye çağırmıştı onu. Tahta döşemede adım attığı her yerin avazlanacağını bile bile, sese yürümüştü o gece… Birsam…

      İşte şimdi, tertemiz nisan havasının altında, beli lastikle büzülmüş pijaması, çıplak ayakları ve terli sırtına yapışan içliğiyle, yemişini dört gözle beklediği kiraz ağacının altında, yüzünü gecenin en koyu yerine dikmiş beklemektedir. Beklemektedir ya… Neyi?

      “Köpekler uluyacak!” diye korktu önce ve evinin aralık kapısını kolladı göz ucuyla. Gecenin bir vakti, kendisini çağıranı bulamadan kaçacaktı belki… Kalbi sanki kulaklarında atıyordu. Düşündü; çağıran her kimse, onu görene dek beklemeye karar verdi. Çok tuhaftır; bunu kararladıktan sonra ne köpekler uludu ne babası uyandı. Çok beklemesine gerek kalmadan, kiraz ağacının tepesinde önce