Hamza Nuh Özer

Zemheri Kadinlari


Скачать книгу

olduğunu sandığım şey ebeymiş meğer. Beni kendime getirdiği için müteşekkirim.

      “Nuriye! Çay goy!” diye bağırıyor. Kadın beni ondan sonra görüyor, telaşla fırlıyor yerinden, “Yavrum eyisin ya, gorhtum biraz, ateş gibi yandın eki gün.”

      Muhtar ekliyor, “Nene de başından ayrılmadı ateşin düşesiye gadar,” onun da nene diye hitap etmesi ilginç geliyor yaşlı karısına. Bunca yıldan sonra kardeş gibi olmuşlar.

      Benim için girdikleri zahmetten dolayı mahcubiyet duyuyorum, işe yarayacağıma iş olmuşum onlara, “Eksik olmayın. Çok iyiyim şimdi. Kıyafetler için de sağ olun. Zahmet vermişim size,” Nene çayımı veriyor, ince belli bardak. Camın kenarından belli belirsiz bir koku geliyor, koyun gibi.

      “Ne zahmeti! Ehtiyarın eskilerinden de verecem sana. Eşyalarını çıhardım. Islahtılar.”

      Muhtar kızarak lafı kesiyor, “Senin çenen yoh mu, bir soraydın hocaya önce. Zahmeti yoh, sen galhıp o gaddar yol geleceksin cocuhlara ders vermeye, biz seni buralarda hasta edecez he mi? Heç olacah eş mi? Sen gussura galma asıl, garşılamaya gelemedik, cenezemiz vardı.”

      Şimdi aklıma geliyor. Konuşulanları hatırlıyorum. Bazlamayı çiğnerken, çok da yerinde olmuyor ama “Ha, nene söylemişti, başınız sağ olsun, çok kötü olmuş diye anlattı,” nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Çocuğun hitap biçimi en uygunu gibi geliyor. Nene güzel bir isim.

      “Ya ya, gencecik gelin. Ehmal, ahılsızlık işte… Gecenin bir vahti suya mı gedilir? Hayvanların aç zamanı. Adama da saldırırlar.”

      “Kimse yok muymuş yardıma gidecek?”

      “Beyi Gamal. Ama şehre gettiler, tüccarlardan goyün parasını alıp öte beri getirmeye. Haydarlan, Demirlen bereber. Gar bastırdı ondan gelemediler. O tarafın yolu kötü, araç gelmez. Getmeyin bu zamanda dedim, dinlemediler. Zor gelirler tirenden buraya. Gar, gış, gıyamet. Tiren yolundan buraya yarım gün sürer yayan ama bu havada yörünmez. Biz bağırtıyı duyduh ama gidene gadar eş eşten geçmişti. Parçalamışlar gızı.” Anlattıkları çok vahşice, yine de hiç etkilenmemiş gibi yemeye devam ediyor. Kanıksanmış bir yaşantının izleri bunlar.

      “Başka yetişkin erkek yok mu?”

      Nene yine lafa atlıyor, “Yoh yavrum! Coluh cocuh, garılar, bir de deli Mamomuz var… Hele yeyin hele!” patates, soğan ve yumurtayla hazırladığı piyazı çinko kapta önümüze bırakıyor. Yediğim her şey kendi kokusuna ek olarak bir de koyun kokuyor yine.

      Muhtar ters ters bakıyor Nene’ye, “Şu adama deli diye diye deli ettiniz,” çay tabağında duran kalın tuzdan bir tutam alıp piyaza serpiyor, “Gendimize zor sahap çıhıyoh, elden ne gelirse.” Kardeşlikleri didişmekle eğlenceye dönüşmüş belli ki.

      Teneke kaşığı piyaza daldırıyorum, tuz taneleri dişlerimin arasında çatırdayıp ekşi ekşi yayılıyor damağıma, “Her yer birbirinin aynı Nene, kaybımız çok olsa da devletin eli kuvvetli, bak bizi size gönderdi işte…” diyorum, sonra patavatsızlık ettiğimi düşünerek kızarıyorum. Muhtarın iş gören bedeni yaşına rağmen kuvvetini kaybetmemiş görünüyor. Az önce elimi biraz daha sıksaydı kemiklerimi çatırdatacağına eminim.

      O da bozuluyor sanki biraz lafıma, “Yemeği bitirek, eğer toparladıysan ohula giderik,” sesinde, bende iş var, der gibi bir iğneleme seziyorum, “Goyü de olduğu gadar gezerik. Vahit bol nasıl olsa. Sana galacah yer olarak goy odasını ayarladıh. Orası daha golay, ohulun binası tek oda, hazırlığı da yoh. Hem ohulun dibinde sayılır. Yine de bir başıma şimdi zor olur den, o zamanı başımızın üstünde yerin var. İstediğin zamana gadar misafirsin.”

      Gönlünü alır bir ses tonuyla cevap veriyorum, “Kırgınlığım var biraz. Ama gidelim. Size de yük olmak istemem, mümkünse hemen yerleşeyim, hem hızlıca alışmam lazım. Öteberiyi nereden bulurum?”

      “Bulacaan bir şey yoh, her şeyi biz hallettik. Yemek ve temizliği Nuriye’yle bizim gız halledecek!”

      Kız kelimesi içimde bir yerlere dokunuyor. Aklımdan tamamen çıkmış karşı cins. Tabii ki burada da varlar her yerde oldukları gibi. Heyecanımı gizlemek için itiraz edecek oluyorum, muhtar fırsat vermeden devam ediyor, “Alışana gadar.”

      Okul

      Geldiğim güne göre hava yumuşak. Güneş kendini iyi göstermiş. Kapının önünde uzanan tünelin üstü çökmüş bile. Kuvvetli gün ışığı vurduğu yerleri ısıtıyor. Meydan göz alıcı dev bir kristal gibi parlıyor. Ama diğer tarafa geçip de tünelin koruyuculuğu kalktığında poyrazın sertliğini biraz hissediyorum. Açık alanda güneşin etkisini tamamen kaybedeceğini anlatıyor bu sertlik. Meydanın ortasına varmadan Games dibimizde bitiyor. Mılley’in dediği gibi, beni hatırlıyor. Neşeli bir şekilde çevremizde dönüyor. Gidiş yolumuzda önümüze fırlayıp tekrar dönüyor. Köyün canlandığı da çeşitli yerlerinden gelen köpek havlamaları ve anlaşılmaz insan bağrışmalarından anlaşılıyor. Ara sırada farklı tonlarda ıslık sesleri duyuluyor.

      Games kontrollü bir uzaklıkta sürekli bizi kolluyor.

      “Islıklar haberleşmek için mi?”

      “He, her goşeye yalınız gidiyoh, heber ıslıhla gelir. Çoh dinlersen sen de anlan. Kimin ne ettiğini, coluh cocuh, herkes bekçilik ediyor.”

      Muhtar ıslıkları dinliyor bir süre, göstermek ister gibi. Sonra, tonları değişen birkaç ıslıkla mesajı cevaplıyor. Dikkat edince haberleşme ağının yetkinliğini fark ediyorum. Cevaplar her yönden geliyor, “Asayiş berkemal mi dediler şimdi?”

      Alaycı bir şekilde gülümsüyor, “Asayiş berkemal olmayınca ıslığı bilmeyen de anlar, Games bile anlar, gegliğe çıhılacah.” İsmi zikredilince hemen yanımıza süzülüyor hayvan. Gözlerimin içine bakıyor, evet ben de anlarım, der gibi.

      Bu defa güven veriyor, başını okuşuyorum, “Keklik mi avlayacaksınız?”

      Muhtar keyifleniyor, “Bah tanıdı seni artıh. Ahali endişe etmesin diye öyle, aha çeşmenin ordan öteye iz sürecik, evvelsi gece geline saldıran hayvanları takip edecik. Goye o sebeplen geglik diyoh.”

      “Kurt avlayacaksınız yani?”

      “Yoh, nerde avlayacaz? Usta yoh, silah yoh ama gurtlar ahıllı hayvan. Galabalıhla peşlerinden gidersek huzurları gaçar. Uzah dururlar. Govalandıhlarını bilirler.”

      Bunun üzerine cesaretleniyorum, “Ben de geleyim o zaman,”

      “Hastasın dinlen sen, daha eyi.”

      Serde erkeklik var, yapılacak işin bir tehlikesi de yok. “Geleyim, iyi gelir. Yürümüş olurum hem de biraz çevreyi tanırım.”

      “Pehâlâ, sen bilin, öğlene çıharıh. Fazla gayım geyinme, gene terlen. Çabucah gedip dönerik zati.”

      Okulun bulunduğu bölgeye bazı yerlerde bel boyunda yarı kanal yarı tünel bir geçitten geçiyoruz. Okul binasının etrafındaki tüm kar yeni kürenmiş belli. Az ötede bir de kerpiç bina var. Köy odası orasıymış. “Galacaan yer aha orası, gendin gelin sora,” diyor, geçiyoruz. Birkaç geçit, okulu ve odayı köydeki diğer bölgelere bağlıyor. Okula yöneliyoruz önce.

      Yığma beton bina suyla yıkanmış gibi parlıyor yeni sıvasından. Köy evleri ve odası taş devrinden kalma, bina ise yüzyılımıza ait, burayı köylü inşa etmemiş. Beton kullanacaklarını sanmam. Yine de betona göre duvarları fazlasıyla kalın. Soğuğa karşı özellikle kalın tutulmuş ya da bilememişler. Çok yıpranmamış bu bina. Hazırlığı yok derken, kastının yakacak odun olduğunu düşünüyorum bu sebeple. Kilitli değil, kapıyı yerinde tutan urganı