Cihan Aldik

Kursak Kramplari


Скачать книгу

>Cihan Aldık

      1979 yılında İstanbul Fatih’te doğdu. Fotoğrafçılık ve Radyo TV Sinema okudu. Halihazırda editörlük ve fotoğraf eğitmenliği yapıyor. 19 yıldır reklam sektöründe çalışıyor. Birçok kurumsal firmanın kurum içi yayınını hazırladı. Sektörel dergilerde çalıştı. Reklam fotoğrafları çekti, çekmeye devam ediyor. Ulusal çapta birçok dergide deneme ve gezi yazıları yayımlandı. Yurtiçi fotoğraf sergilerinde yer aldı.

      Hayykitap’tan yayımlanan kitapları:

      Kursak Krampları, Ekim 2019

      Bir Varsın Bir Yoksun, Nisan 2017

      Kursak Krampları

      Sessizliğin ortasında, içine uzun uzun çektiği sigarasının tütününün küle dönüşürken attığı çığlıkları kendisinden başka duyan yoktu. Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirdeki yalnızlığı, içine çektiği duman gibi ciğerlerine işlemişti. Yalnızlığın gürültüsü kulaklarını tırmalıyordu. Elindeki gazetenin “özel haber” sayfasındaki fotoğrafına bakıyor, yazıya göz gezdiriyordu. Hissettiklerini lisan-ı hal ile anlattığı ve gazetecinin son şeklini verdiği düşünceleri bir gazete haberi olarak ellerinin arasında duruyordu.

      Her gün birkaç tane vadesini doldurmuş bedeni yıkayıp son yolculuğuna uğurluyordu. Kimisinin görmeye bile tahammül edemediği, hatta korktuğu şey onun mesleği olmuştu. “Ne iş yapıyorsun?” diye soranın, cevabı duyduktan sonra ikinci cümlesi, “Ağzından yel alsın”dı. Ağzından yel almıştı kelimeleri; suskunlara karışmıştı gassal Gazanfer. Onlarca defa selamsızca yanından geçip gidenlerin sessizce ve sadece avret yerlerini örten bir parça bezle önünde cansız yattığına şahit olmuştu.

      Herkes onların ölülerden çekindiğini zannededursun, Gazanfer ölülerin yakını olan dirilerden çekiniyordu. Mezar kazanın bile öleceğini hatırlamadığı bir zamanda, ölümü hatırlamamasına imkân yoktu. Ne var ki guslünü aldırdığı mevtanın ailesi az sonra toprakla buluşturacağı andan sonra başka bir yakınlarını yine gasilhaneye getirene dek ölümü hatırlamayacaklardı. Bundan çekiniyordu Gazanfer. Bile isteye, gönül rızasıyla unutkanlık susturmuştu onu; yel almıştı ölümlü kelimeleri. Sormasalar söylemez, bilmeyenler, ölülerden korkup lâl oldu zannederdi.

      İşin aslı bu değildi tabii. Gazanfer binlerce ölü bedeni ahiret intikaline hazırlamıştı. Tabii bu bir dini sorumluluğun yerine getirilmesi hazırlığıydı. Yoksa kimin öteye hazırlığı tamdır, belli değildi.

      Gazanfer konuşkandı aslında. Herkes kadar konuşur, uçan sözlerden eder, yazı gibi kalan, kalpte yer eden sözler nelerdir çok bakmazdı. Bir gün baktı ki ne kadar söz söylersen söyle, teneşire yattığında sözler kifayetsiz, o da sustu…

      Gassallık hem korkulan hem de merak uyandıran bir meslekti. Gazeteler, dergiler ve bilumum özgün habercilerin en gözde konularından biriydi gassal röportajları. Hem korkar hem de acar muhabirlik yapıp kendi halinde bir ölü yıkayıcısı bulup konuştururlardı. Sonra da kalemlerini konuştururlar, bire bin katıp kalemşörluk yaparlardı. Günlerden bir gün -tevatür bu ya- “ölülerden korkup dilini yutmuş bir gassal varmış; adı Gazanfer. Filanca gasilhanede çalışır” diye haber uçurdular, habercilikte iddialı bir yeni yetmeye. Baştan biraz çekindi, sonra kariyer hırsıyla kararttı gözünü… “Ne yapacak sanki, teneşire yatırıp bize de mi kese atacak” dedi. İkna etti kendisini. “N’olcak oğlum, ne tırsıyorsun? Bu senin için iyi bir fırsat. Hem baksana adam hem gassal hem de korkudan dilini yutmuş. Bomba haber. Yazı işleri müdürüne verdin mi dosyayı sayfa şefi bile olursun” diye telkinler verdi korkak benliğine. Gazanfer de boş değil hani, biri sorsa söyleyecek cinsten. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş vesselam…

      Aldı kayıt cihazını, fotoğraf makinesini, düştü yola gazeteci. Çaldı Gazanfer’in gasilhanesinin kapısını. Dediler ki, “Gazanfer ölü yıkamakta, az bekle, biter birazdan işi.” Ölü soğuğu esiyordu ortamda. Esintiden ürperdi genç gazeteci. Beklemek hiç hoşuna gitmedi. Başladı dizlerini sallamaya. Onu gören diğer gassallar anladı durumu. “İlk defa mı girdin bir gasilhaneye?” diye sordular. İrkildi ilkin gazeteci. “Ölüler dile geldi sanki” diye geçirdi içinden. “Evet,” dedi ama diğer yandan da korkusunu belli etmemek için cevabını önemsemediği sorular sordu gassallara: “Kaç ölü gelir günde buraya? Hiç korkmaz mısınız?” vs. Diğerinden daha yaşlı olan gassal girdi araya “Ölüler gelemez evlat, onları mecburen getirirler. Hepimizin eninde sonunda geleceği yer burasıdır.” Toy gazeteci nasıl kıvıracağını bilemedi. “Nasıl da düştüm tongaya. Ölü nasıl gelsin hakikaten” dedi sessizce. Bir gazeteci olarak yapılmayacak hata… “Bunu bir de yazarken yapsaydım…” diye hayıflandı.

      Derken, sessizliğinden geldiğini bile fark edemediği Gazanfer’e seslendi, yaşlı olanın yanındaki Maraşlı gassal: “Gazanfer, misafirin var.” Gazanfer şaşırdı baştan. Sessiz sedasız bir Gazanfer’di o, misafiri nasıl olsundu. Gazanfer’in adını duyan yeni yetme gazeteci, kırdığı potun verdiği ağırlığın ve gasilhane korkusunun heyecanıyla birden oturduğu yerden fırladı. Bakışları Gazanfer’e kilitlenerek kendisine doğru yöneldi. Bu sırada az önce yıkadığı mevtanın gözü yaşlı yakınları tabutu yüklenmiş cenaze arabasına doğru götürüyorlardı. Manzara karşısında nutku tutulan genç, biraz tekleyerek de olsa nerede çalıştığını, neden kendisini ziyaret ettiğini söylemeye çalıştı. Bu arada az evvel yanı başından geçen tabutun içindeki müteveffanın soluksuz bedenine değen elleri sıkıp selamlayamadı. İrkildi, korktu, çekindi, belki de -kendinden utansa da- iğrendi. “Ölüye değmiş bir eli nasıl sıkayım?” diye düşündü. Kollarının kıvrımını düzeltirken dinledi Gazanfer, ses etmedi. Gazetecinin röportaja geldiğini duyan diğer gassallar da dikkat kesildi. Konuştuğuna çok az şahit oldukları Gazanfer’e sorular sorulacak, Gazanfer de bunları cevaplayacaktı yani öyle mi? Şaşırdılar. Bir çift göz takip ederken Gazanfer’i, üç çift göz merakla bakmaya başladı. Gazanfer’in ağzından çıkacak ilk sözü duymak için bir hayli beklediler. Sessizliğini bozacak mı acaba diye düşündüler. Gazanfer de sanki bu ânı beklermiş de kendisinin bile haberi yokmuşçasına hafif bir tebessümle, “Burada oturacak yer yok, sadece yatılacak bir yerimiz var. O da teneşir. Buyur geç, ne soracaksan sor teneşir başında,” dedi.

      Hınzır gazeteci röportajlara giderken soracağı soruları önceden kâğıda yazmaz, aklına kazırdı. Dersine iyi çalışır, yazacağı yazının taslağını çıkarır, başlığını az çok belirler, konuşturduğu kişiden istediği sözleri almasını bilirdi. Buraya da bomba etkisi yaratacak bir röportaj için gelmiş, büyük etki bırakacak bir işle geri dönmeyi planlıyordu. Ne var ki teneşir başında bir röportaj hiç hayal etmemişti. Ne sorular kaldı aklında ne de başka bir şey. Korkudan izin isteyip kaçmayı bile geçirdi aklından. Ahvali yüzüne vuran gazetecinin halinden anlayan Gazanfer, gazetecinin niyetini bilirmişçesine, “Buradan çıkarken buraya geldiğinden çok daha fazlasıyla çıkacaksın, korkma, buyur,” dedi. Çaresiz, uzun bir soluktan sonra içeri girdi acar gazeteci.

      Her gittiği röportajda, deplasmanda da olsa ev sahibi rahatlığında davranarak sorularıyla muhatabını sıkıştıran gazeteci genç bu sefer maça 1-0 geride başlamıştı. Rakip güçlüydü. Sessizliğinin kattığı gizem, daha önce hiç karşılaşmadığı taktiklerle karışılacağını düşündürmüştü kendisine. İlk defa mağlup ayrılabilirdi bir karşılaşmadan. Gazanfer’se sustuğu günden beri tüm mağlubiyetlere kapatmıştı kalesini. Dünyevi beklentileri olmadığından, fani olanla da işi yoktu. Gazetecinin uzun soluklarının kesilmesini bekledi. Her zaman cansız bedenlerle karşı karşıya olduğu bu odada bu sefer kanlı canlı ve oldukça heyecanlı bir gençle bulunuyordu. Korkusu daha da artmasın diye gasilhanenin kapısını aralık bırakmıştı. Diğer iki gassal da içeride olup biteni anlamak için dikkat kesilmişlerdi. Aralık kapıdan dışarı çıkacak her cümleyi duyabilmek için kendi aralarında fısıldaşarak konuşuyorlardı.

      Maraşlı olan: “Dilsiz Gazanfer’e bak hele. Dile gelmiş de haberimiz yok. Gastecilere poz veriyor ellâm” dedi. Fotoğrafının çekilecek olmasına ve onunla röportaj yapılmasına içerlemişlerdi. Biraz da hasetlik durumlar oluşmuştu haliyle. Gazetecinin henüz söze girmemesinden dolayı oluşan sessizlik de iyice merakta bırakmıştı iki kafadarı.

      Gazeteci ilk sorusunu sormaya hazırlanırken, düşen tansiyonu ve hazırlıksız yakalanmasının etkisiyle, “Ne arıyorum ben burada,” dedi fısıltıyla. Sessizliğin içinde