Cihan Aldik

Kursak Kramplari


Скачать книгу

oluvermişti. Soruları soracak, dilsiz gassalı dile getirecekti, ölülerle korku filmi kıvamında geçen bir kaç anıyı da söyletti mi, tamamdı ama işler hiç de istediği gibi gitmiyordu. İyice kafası karışan gencin yardımına yine Gazanfer yetişti:

      “Sessiz gassalın sır dolu anıları…”

      Bu söylediği çok dikkatini çekmişti gazetecinin ama konuya nasıl gireceğini hâlâ bilemiyordu. Oysa Gazanfer maça başlamıştı bile:

      “Nasıl başlık? Yazacağın yazı için ideal değil mi?”

      Niyetini çok mu belli etmişti de Gazanfer kendisinin aklını okurcasına böyle konuşuyordu. Hem de kendisi daha hiçbir şey söyleyememişken. Gazanfer almıştı sazı eline bir kere:

      “Bak oğul, bilirim buraya niye geldiğini. Hak da veririm hani. Gençsin, kanın hızlı akar, halinden de bellidir işini çok sevdiğin; aradığın başarıdır senin de ama bak ne demiş üstat:

      Gençlik… Gelip geçti… Bir günlük süstü;

      Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.

      Eser darmadağın, emek yüzüstü;

      Toplayın eşyamı, işim acele!1

      Ya sen… Sen de acelesi olanlardan mısın?”

      Duydukları gence ağır gelmiş olsa gerek ki, anlamsızca göz süzmeye devam etti. Dışarıdakiler de olan bitene bir anlam veremedikten birbirlerine boş gözlerle bakıyorlardı. “Sessiz Gazanfer’in söyleyecek sözleri varmış da içinde saklarmış,” dedi Maraşlı gassal, “Sustu sustu da tam konuşacağı adamı buldu godduş2.”

      “Valla Gazanfer Abi, ilk dakikada nakavt olmuş boksöre döndüm. Ne sorularım kaldı aklımda, ne de başka bir şey… İlk defa böyle bir söyleşinin içindeyim. Nereden başlayacağımı da bilmiyorum,” diyen gazetecinin hali vahimdi.

      Gazanfer, “Aklına ilk gelen nedir şu an?” diye sordu. Roller tersine dönmüştü. Soruları Gazanfer soruyor, genç gazeteci terapiye gelmiş bir hasta gibi düşünüp cevaplar veriyordu. Biraz toparlanınca sıra gazeteciye geldi:

      “Abi ‘gassalım’ dediğinde insanlar senden korkuyormuş, bir de sen hiç konuşmazmışsın.”

      “Münker nekirle uzaktan akraba sayarlar beni de durmazlar pek yanımda. Köprüden önceki son çıkıştaki Azrail’in asistanı… Oysa kaç yıl kirlettilerse, onları ve ruhlarını temizlemektir benim işim. Ölüm denince akla gelenlerdenim, Azrail’den ve sorgu meleklerinden sonra da olsa. Kaçabileceklerini zannedeler gasilhaneden çıkıp gidince. Bilseler dönüp dolaşıp gelecekleri yerin yine benim teneşirim olduğunu… Bilseler anlamsızlıklarına koşup gittiklerinde daha çok kaybolduklarını… Anlasalar yelin alıp götürdüğü ve ağızlarına almak istemedikleri sözlerin boşluğunu…”

      “Bundan mı sustun, hiç konuşmadın?”

      “Toprağın rahmine düşüyoruz bir bir. İlk Habil düştüğünde başladı; Sûr üflendiğinde bitecek hayat denen doğum sancısı. Sancı bittiğinde meâd’a3 yolculuk başlayacak… İşte o zaman ben de onlar gibi doğacağım. Bilseler bunu, neden lâlim, nedir bu pürmelalim, bilecekler. Kendini arar insan halbuki, bundan mütevellit hayata gelir. Sonra da kendinden kaçıp gider. Dönüp de geleceği yerin o soğuk teneşir olduğunu bile bile. Bundandır suskunluğum. Konuşsam, desem ki şimdi doğdu anan, bacın, baban, kardeşin. Desem ki sensin uykuda olan. Gel uyan sen de, aç gözlerini. Kaçıp gideceğine koşarak gel de kucak aç doğacağın güne. Şeb-i aruz’un olsun senin de.

      Bir daha hiç teneşire, teneşirden musallaya, oradan toprağa uğraşıp durma. Gelmedik mi gitmek için… Yaşamıyor muyuz ölmek için. Aramızı niye açıyoruz sessiz bedenlerle. Her gün ölüyoruz bir gün doğmaktansa. ‘Allâhʼa ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin ya da sussun’ derken Peygamber, ne konuşayım ve nasıl konuşayım ben?”

      “Abi, bıraksalar ölüme koşacak gibi konuşuyorsun…”

      “Sen ne yapıyorsun ya, ölüme koşmuyor musun? ‘De ki, doğrusu kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, sizi mutlaka yakalayacaktır. Sonra gizliyi de âşikârı da bilen (Allah’a) döndürüleceksiniz. O size neler yaptığınızı tek tek haber verecektir.’ (Cum’a, 8) ayetini bildiğimizden mi korkumuz. Yoksa bilip de bilmezliğimizden mi? Seni var edenin daveti değil mi vuslatın hayat bulması. Niyedir ürkekliğimiz? Ölümden mi çekiniriz, ölüden mi? Korkumuz ne ölüden ne ölümden aslında; kendimizden korkarız biz. Teneşirde yatandan içre bir resim görürüz alev alev. Sıcak, kaynar bir memlekete yolculuktan kaçarız. ‘Her canlı ölümü tadacak’sa madem, bu yaşam düşkünlüğü de ne ola? Sevincimiz ebedi olana yaptıklarımızdan olmamalı mı? Tefekkür-i mevt şuuru olmadığından mıdır ötelere intikalimizden ürpermek?”

      “Gazanfer Abi, beni cevaplarınla aydınlatacağın yerde sorularınla sarsıyorsun. Bir gassal ile değil de bir İslâm âlimi ile konuşuyor gibiyim. Senin için ölüm bir bahane sanki. Hakikate ulaşmaktan yana bütün derdin…”

      “Ölümü düşünmeden yaşamaktan değil midir bu telaş? Yıllar sonrasının hesaplarını yaptıklarından, sonra da hesapta olmayan ve reddedilemeyecek bir davet aldıklarından benden korkmaları. Oysa dünyaya nasıl geldilerse öylece göndermektir benim işim. Bedenen tabii, ruhunu üfleyen bilir. Yine de çok akıllı sayarız kendimizi değil mi? Kaçarız ve kurtuluruz ölümden… Vefasız dünyanın kollarına bırakırız kendimizi. Oysa Peygamber, ‘Ölümü sıkça hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimsedir. İşte gerçek akıllı insanlar onlardır’ demişken. Ölüm sessizliğine bürünmüş her teneşir, lisan-ı hal ile konuşan geveze bir nasihatçidir. Cevap bekler nasihatçi, ağlamak, kaçmak neden?”

      “Gassallık yapmaktan pişmanlık duyduğun oldu mu hiç?”

      “Pişmanlığını değil de şükrünü çok yaşadım. Adı üzerimizde, gusül aldırmaktır işimiz. Dünyadaki uykusu başladığında nasılsa öyle yollamaktır gerçek doğumuna. Geldiğin toprağa emaneti verdiği gibi teslim etmek… Yoksa teneşir paklamaz insanı, sen insan olamadıysan. Nankör olmayacaksın hayatta. Benim gözümü de şu teneşir açtı. Umulur ki kapanan gözlerle buraya gelmeden açılsın kalp gözleri. Gasilhaneye girdiğinde bir nebze de olsa hatırlar unutmak istediklerini de ondan kaçıp gitmez mi üzüntüyü bahane ederek. Oysa bir garip gassalım ben, maşrapam, sabunum ve süngerim… Beni görünce ölümü hatırlarlar, oysa aynaya baktığında görürsün ölümü. En memnun olunan amme hizmetinin gassallık olmasına ne demeli? Korkular hayranlıklara karışmış. Ölü yıkayıcısı olmak, korkulan olmanın diğer adı. Sessizliğim daha da korkutuyor insanları. Kimisi benim de korkudan dilimi yuttuğumu düşünüyor. Ben oysa insanlara olan hayretimden dilimi yuttum.”

      “Biz ne diye korkarız o zaman ölümden, ölüden, ölüyü görüp de korkmayandan, hatta senden?”

      “Ölüden niye korkar ki insan, dirisinden korksa anlarım hani. Gasilhane kapısını sırat köprüsü sanmak nedendir? Gerçek ve kesin olan şu ki, bu sahte dünyada gerçekliğin giriş kapısıdır ölüm. Kalbin her bir vuruşu, sonsuzluğa yürüyen ayak seslerimiz… ‘Yarın görüşürüz’ derken bile yalan söylediğimizi, kendimizi inandırdığımız aldatmacalarımız olduğunu unut-tuk mu? Hiç unutmam, bir keresinde havlinden bîhaber bir mevtanın göçmekte tembel davranan hücreleri harekete geçmiş, yıkadığım eli bir saniye için kasılıp da benim elimi sıkmıştı. Bunu gören meyyitin oğlu korkup kaçtı. Çokça gelir başımıza böyle şeyler. Türlü türlü efsaneler üretir, ilgi çekmeye çalışır insanlar. Oysa