AYDIN ALMILA

RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ-GELECEGIN ANAHTARLARI


Скачать книгу

enerjisini kapsüle doldurmak kolay gibi görünse de aslında dakikalarca aynı tempoda hareket ederek nabız atışını aynı seviyede tutmak göründüğü kadar kolay değildi.

      Rauf nabzını ölçen aletin vericisini bisikletinin kapsülüne yöneltti ve hareket etmeye başladı. Bir yandan da kapsüldeki enerji seviyesini kontrol ediyordu. Umduğundan daha hızlı dolduğunu görünce memnun oldu. İşi bitince mutfağa yöneldi. Karnı gurulduyordu. Annesi evde olsa ona taze meyve ve o hiç sevmediği tatsız yulaf ezmesinden oluşan doyurucu bir kahvaltı hazırlardı. Gerçi Rauf o anda tatsız yulaf ezmesine bile razıydı ama annesi evde değildi. Onun ne zaman eve döneceğini de bilmiyordu. Yıllar önce şehir yaşamını terk edip dağda yaşamaya başlayan ablasını ziyarete gitmişti. Rauf’un Delturude teyzesini…

      Delturude, eşini kaybettikten sonra neredeyse hayata küsmüş ve ona eşini hatırlatan her şeyden uzaklaşmaya karar vermişti. Aslında hafif kaçık olduğu bile söylenebilirdi. En az kendisi kadar kaçık olan kızı İrene ile birlikte dağ başında, sık ağaçlarla kaplı bir ormandaki eski bir eve yerleşmişti. Belki de kulübe demek daha doğru olurdu. Annesi senede birkaç kez, modern yaşamı reddeden kardeşini ve yeğenini görmeyi alışkanlık hâline getirmişti.

      Rauf, Delturude teyzesiyle ilgili anılarını aklından geçirdi. Anıların hepsi çocukluğuna dayanıyordu. Küçük bir çocukken teyzesini ziyaret etmeyi ne de çok severdi. Mis gibi portakallı turta kokan bir mutfak ve bembeyaz örtüler gözünün önüne geldi. Turtanın düşüncesi bile karnının yeniden guruldamasına yetmişti.

      Sonra birden tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. İrene’nin çığlıkları bir anda kulaklarında çınladı. Kuzini, hayatında tanıdığı en haylaz çocuktu. Kısacık siyah saçları ve kocaman kara gözleriyle her an bir yaramazlık planlardı. Rauf, İrene’nin yapıştırdığı sakız yüzünden saçından koca bir tutamın kesildiği anı hâlâ hatırlıyordu. Bahçeden topladığı solucanları bisküvi kutusuna doldurduğunu da unutmamıştı. Hem de Rauf’un en sevdiği bisküvilerle dolu olan kutuya… Dağdaki yaşam onu daha da vahşileştirmiştir, diye geçirdi aklından. Neyse ki çok uzun zamandır görüşmemişlerdi ve uzun bir süre daha görüşmeyecekleri de kesindi.

      İrene’yle ilgili tatsız anıları kafasından uzaklaştırdı. Ancak teyzesinin turtası aklından çıkmıyordu. Gerçi mutfakta onu bekleyen bir portakallı turta yoktu ama yine de bir şeyler atıştırsa iyi olacaktı.

      Evin arka tarafını mutfağa bağlayan koridor boylu boyunca kitaplıkla kaplıydı. Tavana kadar ulaşan raflar tıklım tıklım kitap doluydu. Çoğu eski dilde yazılmıştı. Hatta bazıları antikaydı ve çok değerliydi.

      Kitaplığa göz gezdirirken, alfabetik sırayla dizilmiş kitaplar arasındaki boşluklar dikkatini çekti. O anda aklına arkadaşı Kayla’ya yaz başında ödünç verdiği kitaplar geldi. Babası duysa küplere binerdi. O fark etmeden hepsini arkadaşından geri istese iyi olacaktı. Bir anlığına ürperdi. Babası sanki bir yerlerden fırlayıp aklından geçenleri okuyacakmış gibi geldi ona.

      Bayatlamaya yüz tutmuş çöreği yedikten sonra üstünü değiştirip evin garajına girdi. Doldurduğu kapsülü bisikletine yerleştirdi. Hemen yola koyulmalıydı. Diğerleri çoktan gitmiş, beni bekliyorlardır, diye düşündü. Evin bahçe kapısından çıkarken annesinin diktiği güllerin mis gibi kokusunu içine çekti. Ardından Gümüş Halka Sokağı boyunca yol almaya başladı. Posta kutusuna bakmak aklına bile gelmemişti.

      Zaten Rauf kutunun içine baksa da bir şey göremezdi. Çünkü zarf, posta kutusunu eve bağlayan kalın bakır borudan geçip, evin mahzenindeki ıvır zıvır arasında yerini almıştı bile. Büyükbabanın evi inşa ettirirken kurduğu bir sistemdi bu. Zarflar duvarın içindeki eğimli borudan geçip, profesörün o zamanlar çalışmalarını yürüttüğü yer altındaki kata ulaşıyorlardı. Böylece gelen her posta, profesörün uzun süren seyahatleri boyunca posta kutusu yerine çalışma masasında birikmişti. Masa hâlâ aynı yerdeydi ama mahzendeki diğer eşyalarla birlikte çok uzun zaman önce tozlara ve örümceklere terk edilmişti.

      2. BÖLÜM

      BARAKA

      Rauf arkadaşlarıyla toplandıkları binaya yaklaşınca dışarıda dizili bisikletleri gördü. Evet, diğerleri gelmişlerdi bile. Onu bekliyor olmalıydılar. Ne de olsa başkandı ve onsuz toplantının başlaması imkânsızdı. Aracını öbürlerinin yanına bıraktı.

      Çocuklar buraya kendi aralarında “Toplantı Binası” demeye bayılıyorlardı. Ancak burası eski bir barakadan başka bir şey değildi. Kayla’nın ailesine ait korunun gözlerden uzak bir köşesine yapılmıştı. Çok eskiden korunun bekçisi burada konaklıyordu. Ama uzun yıllardan beri boştu. Koru ise bakımlı bir park olmaktan çıkmıştı. Asırlık ağaçların ve her yanı sarmış büyük yapraklı sarmaşıkların istilasına uğramıştı. Koruda rengârenk çiçeklere pek yer yoktu. Yalnızca minicik mavi mine çiçekleri ve papatyalar yabani otların arasından kendilerine yer açmaya çabalıyorlardı.

      Kayla’nın ailesi, çocukların koruda oynadıklarını ve çok eğlendiklerini düşünüyordu. Birilerinin bu unutulmuş güzelliği değerlendirmesine seviniyorlardı. Ancak çocukların düzenli aralıklarla barakada toplandıklarından haberleri yoktu. Olsa da buna karşı çıkmazlardı.

      Rauf kapıyı açtı ve içeri daldı. Diğerleri kalın kütüklerden yapılma uzun bir masanın çevresinde oturuyorlardı. Korudaki devrilen ağaç gövdelerini birleştirerek yapmışlardı masayı. Üstünde yazı yazmak mümkün değildi; çünkü ağaçların kalın kabukları, kütükleri boylu boyunca kaplıyordu. Masanın yüzeyi eğik olduğundan üzerinde yemek yemek de olanaksızdı. Üstelik kabukların arasından sık sık solucanlar ya da ısırgan böcekleri çıkabiliyordu. Masayı yalnızca çevresinde toplanmak için kullanıyorlardı. Toplantılarına daha ciddi bir hava verdiğini düşünüyorlardı.

      Kayla arkadaşını görünce ayağa fırladı. “Sonunda gelebildin. Biz de bisikletinin bozulduğunu düşünmeye başlamıştık.” dedi. Bütün yüzler Rauf’a çevrilmişti.

      Rauf bir an için bisikletinin eski olduğunun herkesçe fark edildiğini düşündü. “Doğrusu bu sabah uyanıp yataktan kalkmak biraz zor geldi.” demekle yetindi. Nedense aracına enerji yüklemek için ter dökerek zaman kaybettiğini söylemeye utanmıştı. Yine de konuşurken yüzü kızardı. Çünkü arkadaşları için toplantıya gelmek yerine uyumayı düşünmek, kabul edilir bir durum değildi.

      Diğerlerinin keskin bakışları altında masanın başına yürüdü. Kütükten yapılma başkan koltuğuna yerleşti. O sırada birkaç karınca ezilmemek için telaşla kütüğün içinde kendilerine yer bulmaya çalıştılar.

      Rauf’un oturduğu yerin tam üstünde, duvara tutturulmuş dikdörtgen şeklinde teneke bir levha göze çarpıyordu. Üzerinde eğri büğrü harflerle “2125’liler Kulübü” yazıyordu.

      Aslında bu işi başlatan Kayla olmuştu. Eski dildeki kitaplardan birinde, çocukların bir araya gelerek kulüp kurduklarını ve çok iyi vakit geçirdiklerini okumuştu. Hemen Rauf’a bundan söz etmişti. Rauf ise Kayla’nın anlattıklarından etkilenerek, kendilerinin de bir kulüp kurup belli aralıklarla toplanmalarını önermişti. Böylece gözlerden uzak bu barakada buluşmayı ve toplantılara da “Baraka Toplantıları” demeyi uygun görmüşlerdi. Rauf, Kayla’nın ve kulübün kurucuları sayılan diğer iki arkadaşı Eris’le Çağla’nın oy birliğiyle başkan seçilmişti.

      Aslında Kayla, Rauf’a, okuduğu kitaptaki çocuklar gibi tehlikeli maceralar yaşayabileceklerini ve hatta karanlıkta kalmış sırları aydınlatabileceklerini söylemişti. Ne de olsa terk edilmiş korunun gizemli bir havası vardı. Oysa Rauf’un atlattığı en büyük