AYDIN ALMILA

SON KOLEKSIYONCU


Скачать книгу

çattı. Yine ne oldu, diye düşündü. Çocuk yanına varınca kovaya gözü kaydı. İçinde ufacık bir balık vardı. Ne yaparsa yapsın kardeşine kızamıyor, sadece kızmış gibi davranıyordu. Kaşlarını iyice çattı.

      “Tüm Birim’i doyuracak kadar balık yakalamışsın Siro!”

      Çocuk, “Balığı boş ver!” dedi. “Acayip bir şey yakaladım.”

      Ela’nın yüz ifadesi aniden ciddileşti.

      “Muhbirlerin seni kaydetmediğine emin misin?”

      “Eminim. Dikkatliydim.” Durup, “Bu defa.” diye ekledi.

      Ela, kardeşinin sözlerine güvenemedi.

      “Metal parçası yüzünden başımızı derde sokacaktın ya!”

      Birkaç hafta önce, Siro elinde çengele benzeyen bir şeyle yine böyle eve koşturmuş, peşi sıra iki kontrol görevlisi antropoit kapıya dayanmıştı. Kontrol görevlisi antropoitler, eğitmen antropoitlerden yalnızca gri-siyah renkteki giysileriyle değil, sürekli ciddi duran yüzleriyle de ayrılırlardı. Kardeşinin bulduğu nesne, devriye gezen saydam toplardan biri tarafından kaydedilmişti. Görevliler nesneyi inceleyip zararsız bulmuş olsalar da iki çocuğu uyarmışlardı. Bulunan hiçbir nesne saklanmayacak, kaydettirilecekti.

      Ela, “Bu defa ne? Tahta parçası mı, metal mi?” diye sorarken gözleriyle çevresini taradı. Gelen olmadığına göre, demek ki kardeşi gerçekten dikkatli davranmıştı. Ama balık tutmaya çıktığında, işe yaramaz nesneler bulmaktan vazgeçse iyi olacaktı.

      Siro sır veriyormuşçasına fısıldadı. “Burada değil, evde görürsün.”

      Ela, “Şimdi olmaz!” diye söylendi. “Tarladaki işim yeni bitti. Akşama yiyecek yok. Bu balık kime yeter!”

      Siro, “Acayip bir şey.” diye tekrar etti. O sırada ablası dönüp gitmişti bile. Kovayı kapının önünde bırakıp eve girdi. Yatağının kenarına oturup hâlâ sıkı sıkı tuttuğu hırkasından elini çekti. Ufak bir kutu bacaklarının üzerine kaydı.

      Onu, balık tutmak için mesken edindiği kayanın dibinde bulmuştu. Hafif dalgaların eşliğinde kayaya çarpıp duruyordu. Balık tutmayı bırakıp kutuyu yakalamıştı.

      Kutuyu evirip çevirdi. İçinde ne olduğu anlaşılmıyordu. Açmak için sabırsızlansa da cesaret edemedi. En iyisi Ela’nın kızgınlığının geçmesini beklemekti. Kutuya ve içindekine zarar vermeden açmanın yolunu bulurdu o. Ne de olsa elinden her iş gelirdi. Tarlada, Birim’deki tüm çocuklardan daha hızlı çalışırdı. Evdeki işler de ona bakardı. Isınmaları için dal ve kozalak toplar, sobayı yakardı. İçecekleri suyu damıtır, yemek pişirirdi. Tabii yiyecekleri olursa… Tarladaki mahsulden paylarına düşen onlara yetmiyordu. Siro’nun tarladaki işi biter bitmez balık tutmaya gitmesinin nedeni buydu. Kutuyu yatağının altına itecekken birden vazgeçti. Merakı ağır basmıştı. Ela’yı daha çok kızdırmamayı umarak dışarı çıktı.

      Tahmin ettiği gibi ablası rezene otu topluyordu. Kenarda dikilip kıza baktı. Siyah saçları tek örgü hâlinde sırtına iniyordu. Yüz hatları keskindi; çıkık elmacık kemikleri, burnunun sivriliğini dengeliyordu. Siro, ablasının gözlerinin kızgın olduğunda birer kora dönüştüğünü aklına getirmemeye çalıştı. Aslında iki kardeş birbirine benziyordu ama Siro ne kadar kızgın olursa olsun, ablası gibi yeşile çalan gözlerinin rengi değişmezdi.

      Kardeşini göz ucuyla fark eden Ela, başını kaldırmadan, “Balık çorbası yerine ot çorbası!” demekle yetindi.

      “Bulduğum şeye bakarsan gidip büyük balık tutarım.”

      Ela, “Büyük balık tutacakmış!” diye burun kıvırdı. “Sanki deniz büyük balık dolu!” Başını kaldırdı. Kardeşi kararlı olduğunu göstermek için kollarını göğsünün üstünde birleştirmişti. Bunun üzerine, “Bakalım!” dedi. “Eğer ilginç bir şey değilse hemen kaybol!”

      Siro’nun gözleri ışıldadı. “Kıyıya gidip kaybolurum.”

      Ela daha fazla uzatmayıp eve yöneldi.

      Siro kutuyu uzatırken, “Hafif olmasına aldanma, boş değil.” dedi. “Sallayınca anladım.”

      Ela metal parçasını andıran nesneye baktı. Bütündü; girintisi çıkıntısı yoktu. Lehim yapıldığını gösteren bir iz de yoktu. Hafifçe kaşlarını çattı. “Gerçekten acayip!” diye mırıldandı.

      Siro başıyla onayladı; haklı çıkmıştı işte! Ela, “Kırmayı deneyelim.” deyince hemen karşı çıktı. “Kutu işimize yarayabilir.”

      “Açamazsak işimize yaramaz. Hem ne sakladığını merak eden sen değil misin?”

      Siro cevap vermedi. Meraktan delirecekti.

      Ela bu defa, içindekine zarar vermeden kutuyu nasıl kırabileceğini düşündü. Kısa kenarında karar kıldı. Mutfak olarak kullandıkları köşeye geçti. Aynı zamanda dışarının ışığının pencereden içeri dolduğu evin en aydınlık yeriydi burası. Buğday öğütmek için kullandığı tokmağı eline aldı. Kardeşi gözlerini bir an bile üstünden ayırmıyordu. Kutuyu tezgâha dayadı. Tokmağı var gücüyle indirecekken kutuya kazılı işareti fark etti. Aleve benziyordu. Ani bir hareketle tokmağı bırakıp ocağa yaklaştı. “Kırmayacağım, yakacağım.” dedi. Siro gözlerini şaşkınlıkla açsa da, itiraz etmedi.

      Ela kutunun alev almamasını dileyerek ocakta ucunu yaktığı tahta parçasını tam işaretin üstüne tuttu. Kutunun kenarı şaşılacak bir hızla alev almadan eridi. İki kardeş şaşkınlıkla bakıştılar.

      Ela kutuyu ters çevirince elinden biraz daha büyükçe bir paket tezgâha düştü. Kız sessizce paketi açtı. Şimdi ikisi de daha önce hiç görmedikleri bir nesneye bakıyorlardı.

      Siro, “Bu da ne?” diye sordu.

      Ela kısa bir süre düşündü. Uygun bir kelime bulmaya çalıştıysa da bulamadı. “Üstü yazılı kâğıtlar.” dedi. Sonra parmaklarını, kâğıtları bir arada tutan kahverengi cildin üzerinde kaydırdı. Kalbi neredeyse yerinden çıkacaktı.

      “Ne işe yarıyor?”

      “Bilmiyorum, ama sence de güzel değil mi?”

      Siro hevesle başını salladı. Bulduğu şey acayip olduğu kadar güzeldi.

***

      Öğle paydosunun başladığını bildiren düdük ötünce Atlas yaptığı işi bıraktı. Hızlı adımlarla deniz kıyısına doğru yürüdü. Az sonra, çalıştığı fabrikanın karmaşası ardında kaldı. Günün tek sevdiği saatiydi bu. Kumlara oturup yemek yerken denize bakardı.

      Denizin ötesinde ne olduğunu merak ediyordu. Dünya, yaşadığı Birim’den ve denizden mi ibaretti? Başka yerler var mıydı? Ya başka Birimler?.. Bu soruları ilk defa, onu çalışacak yaşa gelene dek eğitip büyüten antropoitlerden birine sormuştu. Antropoit E48 ise Birim’i iyi tanımaya odaklanmasını istemişti. Yapacağı işleri öğrenmeli, muhbirlerin dikkatini çekecek davranışlardan sakınmalıydı. Bilmesi gerekenler bundan ibaretti! E48 konuşurken gülümsemişti. Zaten hep gülümserdi ama aynı zamanda ciddi olmayı da başarırdı. Atlas da gülümserken ciddi görünmeyi denemiş ama becerememişti. Yüzündeki kaslar buna izin vermiyordu. Antropoidin yüzü alaşımdandı, her ne kadar görüntüsü insandan farksız olsa da…

      Atlas, E48’i başıyla onaylamıştı. İyi anladığını göstermek için de Disiplin’de öğretilenleri hızla öğrenmeye odaklanmıştı. Birim’e ait tüm görüntüleri hafızasına kaydetmişti. Fabrikadaki işinde de hata yapmaksızın çalışıyordu. Birim’in en