Dilek Yılmaz

Valeria Bunu Anlayamaz


Скачать книгу

getirmez. Getirse de bunu önemsemez. Benim içinse herhangi bir terslik en az bir operasyon daha geçirecek olmam ve ekmek kapımın artık sonsuza kadar kapanması demek. Bir kadın bunu kaç yaşına kadar yapabilir ki. Otuz iki yaşımı doldurmak üzereyim, daha en az iki doğumluk borcumuz var. Harkov’da bunun için kaba hesapla altmış iki yaşına kadar es vermeden çalışmam gerekir.

      Olga doğum yaklaştıkça durumun iyiden iyiye sıkıcı hale geleceğinden söz etmişti. Yine de bu kadarını beklemiyordum. Merdan sadece telefonda konuşurken ve uyumaya gittiğimde başımdan ayrılıyor. Bazen şefkatle bakıyor karnıma. Nadiren gözleri yukarıya doğru da tırmanıyor. Göz göze geliyoruz. Anlık. Süresi uzadığında ürperiyorum. Hakkında hâlâ hiçbir şey bilmiyorum. Kim olduğuna, neden iş dışında kimseyle konuşmadığına, tiksiniyorsa niçin bu işlerin bir parçası olduğuna, insanlarla arasına ördüğü çitin üstünden çocukların ve köpeklerin nasıl olup da kolaylıkla atlayabildiğine dair hiçbir şey bilmiyorum. Son kontrolde doktor bebeğin biraz erken gelebileceğini söyleyince yaptığı sevinç gösterisi benimle birlikte doktoru da afallattı. Görünen o ki, o da benim kadar sıkılmış.

      Kontrole gittiğimiz günden beri heyecanını dizginlemekte zorlanıyor. Tek sorduğu, bir isteğim olup olmadığı. Cevabım hep aynı. “Hayır, teşekkürler.” Geceleri bazen gürültüsüne uyanıyorum. Gündüzün sıradan tıkırtıları geceleyin insanın kafasında davul çalıyor. Mutfaktan gelen tabak çanak sesleri yarı uyku halinde kamp kurmuş dev adamlara, birbiri ardına açılıp kapanan kapıların gıcırtısı gerilim filmlerinde katilin göründüğü ânın çığlığına dönüşüyor. Bazen sıçrayarak uyanıyorum.

      Boğazımda dünden beri devam eden bir hassasiyet olduğunu söyledim. Ballı süt hazırladı bana. Akşam yediden sonra genelde her şeyi kendim yapıyorum.

      Televizyona bakıyoruz, ikimizin de anlamasının mümkün olmadığı bir tartışma programı var.

      “Her şey yolunda giderse aile bebeği hemen alır mı,” diye sordum. Duymazdan geldi. Doktorun söylediği gibi biraz erken gelirse eylül bitmeden eve dönebilmem küçük de olsa bir ihtimal. Bunu hayatta her şeyden çok istiyorum. Bu aşırılık beni korkutuyor, bebeği doğmaya zorladığım hissine kapılıyorum. Gözünü televizyondan ayırdığı anda tekrar soruyorum.

      Yüzüme bakmadan cevap veriyor. “Bebeği onlar almayacak.”

      Bu durumda biz götüreceğiz. Birbirimizi yanlış anlamış olabileceğimizi düşünüyorum. Bunca zahmete vatandaşlık için girildiğine göre işlemleri de burada yaptırmalılar. Sanırım adam gerçekten mafya ve çocuğu da başkasının nüfusuna kaydedecekler. Patronumun kim olduğunu bilmiyorum ve bunu asla öğrenemeyeceğim.

      “Peki ben ne zaman eve döneceğim?”

      “Yarın buradan ayrılıyoruz.”

      Bir terslik çıkmış olmalı ya da birinden gizleniyoruz. “Bunu niye yapıyoruz?”

      “Plan değişti.”

      Değişen hangi plan, neden bir anda kaçar gibi yer değiştiriyoruz anlamıyorum. Sükûneti alışılmışın ötesinde.

      “Aile mi böyle istedi, kliniğin aldığı bir önlem mi?” Güvenlik amaçlı olabileceği dışında bir ihtimal aklıma gelmiyor.

      “Aile yok artık,” diyor.

      Vazgeçmiş olamazlar. Bunun için bir servet ödendiğini biliyorum; benim aldığım, kliniğe ödenenin yanında devede kulak, Olga aralarında konuşurlarken duymuş, doksan bin avro, hatta belki o sıradan bir zengine aitti. Doğal yoldan bir çocukları olabilir mi, bazen böyle mucizeler olur ya da ayrıldılar…

      “Vaz mı geçtiler?”

      “Öyle bir şey değil.”

      Soru sormamdan hoşlanmıyor.

      Bir süre karşılıklı susuyoruz. Dayanamıyorum.

      “Hayatım tehlikede mi, bari onu söyle.”

      “Otur,” diyor, “sana bir şey anlatmalıyım.”

      Kontrolünü kaybetmemek için çaba harcadığı kolaylıkla sezilse de ellerinin teri ışıkta parlıyor. İçerisi soğuk bile sayılır. Bir tehlike varsa bu onun için de geçerli olmalı. Tane tane anlatmaya başlıyor. Aramızdaki ortak dilin kifayetsizliğinin ötesinde basit kelimelerle ve olabildiğince ağır… O konuştukça daha çok üşüyorum. “Kaloriferi aç,” diye bağırıyorum, “burası çok soğuk.” Dişlerim zangırdamaya başlıyor birden, elimle alnımı yokluyorum. Kalkıp kollarımdan tutarak sakinleştirmeye çalışıyor beni.

      “Dokunma bana.”

      Çekiliyor. Televizyonun karşısındaki koltuğa dönüyor yine.

      Deli gibi telefonumu arıyorum salonda. Hızlanmaya çalıştıkça iyice ağırlaşan karnımı taşımakta daha da zorlanıyorum. Ayaklarım şiş. Zeminde adım attıkça, sanki taban ayağımın üstüne biniyormuş gibi tarak kemiklerim sızlıyor.

      Acilen kliniğe ulaşmalıyım. Telefonumu hâlâ bulamıyorum.

      Bunu nasıl yapabildiğini aklım almıyor. Laboratuvarda adamın spermini kendininkiyle nasıl değiştirebildiğini.

      “Bu yaptığın suç,” diye bağırıyorum. Biliyor, göze almış.

      Dermansızca çöküyorum koltuğa.

      O ise sıradan bir haber vermiş gibi. Sakin görünmeye çalışıyor. Sırrının yükünü boşalttığına memnun bile olabilir, rahatlamış duruyor.

      “Benden ne istedin ruh hastası,” diye haykırıyorum. Aylar sonra, kendi dilimde. Tek kelimesini bilmese de anladığına eminim.

      “İlk gün aklıma koymuştum,” diyor. “Sarışın bir kızım olacaktı. Valeria gibi tatlı, şirin bir kız.”

      Bu delilik. Tatlı bir kızı olsun diye kimse kimseye bunu yapamaz. Kiralık bir bedende bile yapamaz. Orospu bile olsam yapamaz. Kimsenin buna hakkı yok.

      Kafamı toplamaya çalışıyorum. Aile kendisinden olmayan bir çocuğun peşine düşmez. Klinik bir çözüm bulabilir. Bulmalı. Beş parasız dönemem.

      “Bunu saklayamazsın,” diyorum. “Seni hastanede ele veririm.”

      “Onları bir daha görmeyeceğiz.”

      Korkmuyor hiç. Her şeyi ayarlamış.

      “Beni bekleyen küçücük bir çocuğum var,” diyorum ağlayarak.

      “Endişe etme. Birkaç ay sonra onu da alacağız,” dediğinde anlıyorum embriyonun ikimize ait olduğunu. Önceki gelişimde geçirdiğim operasyon sonrası etrafımdan neden bir an bile ayrılmadığını şimdi anlıyorum.

      “Vizem üç ay sonra dolacak, sınır dışı edecekler.”

      “Doğumdan hemen sonra bir Amerikalıyla evleneceksin,” diyor.

      “Bu mümkün değil.”

      “Korkmana gerek yok, anlaşmalı evlilik.”

      “Ben zaten evliyim,” diye bağırıyorum.

      İnanmıyor önce. O evden gittikten sonra her cumartesi konuştuğum Yevgeniy’in kardeşim değil, kocam olduğunu söylüyorum. Bakışları değişiyor. Yüzü bütünüyle donuk.

      Korkuyorum ondan.

      “Yalan söyledin,” diyor, “bana yalan söyledin.”

      Üzerime doğru yürüyor. Doğrulmaya çalışıyorum. Valeria’yı düşünüyorum, bunu anlayabilir mi?

      Evden kilometrelerce ötede, karnımda başkasına ait, benim olan bir bebekle, henüz yarısını alabildiğim on iki bin avro için