Alfred Adler

Yaşama Sanatı


Скачать книгу

öyküsü bilinçli ve bilinçdışı hayat arasındaki yakın ilişkiyi gösterebilir. Kırk yaşındaki evli bir adamın camdan atlama arzusu vardır. Hep bu arzusuna karşı mücadele içinde olsa da bu sorunun dışında oldukça sağlıklıdır. Arkadaşları ve iyi bir işi vardır, eşiyle birlikte mutlu bir hayat sürmektedir. Adamın vakasının, bilinç ile bilinçdışı arasındaki uyum dışında anlaşılması güçtür.

      Bilinçli olarak camdan dışarı atlamak zorunda hissetmektedir. Bununla birlikte hayatına devam etmektedir ve aslında hiçbir zaman camdan atlamaya kalkışmamıştır. Bu olgunun nedeni, hayatının bir başka yönünün olmasıdır. Hayatının bu yönünde intihar etme arzusuna karşı verdiği mücadele önemli bir rol oynamaktadır. Varlığının bilinçdışı tarafıyla bilinçli kısmı arasındaki işbirliğinin bir sonucu olarak adam mücadelesinde galip çıkmıştır. Aslında daha sonraki kısımda daha detaylı bir biçimde ele alacağımız bir terimi kullanmak gerekirse, “hayat tarzı” açısından baktığımızda adam üstünlük hedefine ulaşmış bir muzaferdir.

      Okur bu noktada şunu sorabilir: Nasıl oluyor da intihar etmeyi arzulayan bilince sahip bu adam üstünlük hissedebiliyor? Bu sorunun cevabı, adamın içinde intihar eğilimine karşı savaş veren bir şeylerin bulunduğudur. Bu savaştaki başarısı onu muzafer ve üstün bir varlık kılmıştır. Tarafsız bir gözlemciye göre üstünlük elde etme çabasının öyle ya da böyle aşağılık hissine kapılan bireylerin vakalarında genelde olduğu gibi kişinin kendi zayıflığıyla şartlanmış olduğu apaçık ortadadır. Ancak önemli olan şudur ki, kendi mücadelesi içinde üstünlük elde etme çabası, yaşama ve fethetme çabası aşağılık hissi ve ölme arzusundan daha avantajlı gelmiştir. Üstelik bu gerçekliğe karşın ölme arzusu bilinçli hayatında, aşağılık hissiyse kendini bilinçdışı hayatında açığa vurmaktadır.

      Bu adamın karakter modelinin gelişiminin teorimizi destekleyip desteklemediğine bir bakalım. Önce adamın çocukluk hatıralarını inceleyelim. Küçük bir çocukken okuldan hoşlanmadığını öğreniyoruz. Diğer erkek çocuklardan korkarmış ve onlardan kaçmak istermiş. Yine de okulda kalıp diğerleriyle yüzleşme konusunda azim göstermiş. Buradan bile kendince zayıflığının üstesinden gelmeye çalıştığını anlayabiliriz. Sorunuyla yüzleşmiş ve üstesinden gelmiş.

      Hastamızın karakterini incelersek, hayattaki tek hedefinin korku ve endişesini yenmek olduğunu anlayabiliriz. Bu amacına yönelik olarak bilinçli düşünceleri ve bilinçdışı fikirleri bir bütün yaratacak biçimde işbirliği içindedir. İnsanı uyumlu bir bütün olarak görmeyenler için bu hasta sırf mücadele edip savaşmak isteyen, hırslı ancak esasında korkak biri olarak görünebilir. Ne var ki bu yanlış bir düşünce tarzı olacaktır çünkü böyle bir düşünce vakamızdaki tüm gerçekleri göz önünde bulundurmayıp bunları insan hayatının temelindeki birlik kavramına göre yorumlamaz. İnsanı bir bütün olarak görmediğimiz müddetçe bütün psikoloji bilgimiz ve insanı anlamaya yönelik tüm girişimlerimiz beyhude ve yararsız olacaktır. Eğer bir insanın birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan iki farklı yönünün olduğunu düşünecek olursak hayatı uyumlu bir bütün olarak görmek mümkün değildir.

      Sosyal İlişkiler Üzerine

      Bireyin hayatını bütün olarak görmenin dışında hayatı sosyal ilişkileri bağlamında incelememiz de gerekir. İnsanlar doğduklarında zayıftır ve zayıflıkları başka insanların onlarla ilgilenmesini gerekli kılar. Çocukların yaşam biçimleri, onlarla ilgilenen ve zayıflıklarını gideren insanları göz önünde bulundurmadan anlaşılamaz. Çocukların anne ve aileleriyle birbirine kenetlenmiş bir ilişkileri vardır. Şayet analizimizi ayrı bir varlık olarak sırf çocuklarla sınırlandırırsak bu ilişkiyi asla anlayamayız. Çocukların bireyselliği fiziksel olarak bireyselliklerinden çok daha fazlasından oluşur ve bütün bir sosyal ilişkiler ağını içerir.

      Çocuklar için geçerli olan belirli bir seviyede hepimiz için de geçerlidir. Çocukların bir aile grubu içinde yaşamalarını gerekli kılan zayıflık, insanları topluluklar içinde yaşamaya iten zayıflıkla paralellik gösterir. Herkes belli başlı durumlarda kendisini yetersiz hisseder. Hayatın zorlukları altında ezilmiş ve tek başına bu zorlukların üstesinden gelemeyecekmiş gibi hissederler. Bu nedenle insanoğlunun en güçlü eğilimlerinden biri, toplumdan yalıtılmış bireyler olarak değil de bir topluluğun üyeleri olarak yaşamak üzere gruplar oluşturma faaliyetidir. Şüphesiz, sosyal hayatın yetersizlik ve aşağılık hissimizi yenmeye büyük yardımı dokunmuştur.

      Hayvanlar arasında da görece zayıf türler daima gruplar halinde yaşarlar, böylece bir bütün olarak güçleri bireysel ihtiyaçlarını gidermeye yardımcı olabilir. Böylelikle bir sığır sürüsü kendisini kurtlara karşı koruyabilir. Halbuki tek başına bir sığır böyle bir durumun üstesinden gelemez. Diğer yandan goriller, aslanlar ve kaplanlar tek başlarına yaşayabilirler çünkü doğa onlara kendilerini koruma araçlarını sunmuştur. Bir insan ise, hayvanların büyük gücüne, pençelerine ya da keskin dişlerine sahip değildir ve bu yüzden yalnız yaşayamazlar. Yani sosyal hayatın kaynağı bireyin zayıflığında yatar.

      Bu nedenle tüm insanların becerilerinin eşit olmasını bekleyemeyiz. Ancak gereğince organize olan bir topluluk, içinde barındırdığı bireylerin çeşitli becerilerini destekleyecektir. Bu noktayı kavramak son derece önemlidir. Aksi takdirde bireylerin tamamen miras edindikleri becerilere göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünmek zorunda kalırdık. Aslında yalnız başına yaşamaları durumunda belirli beceriler konusunda yetersiz olan bireyler, bazı yetenekleriyle katkıda bulunmalarına teşvik eden iyi organize olmuş bir topluluk içinde bu eksikliklerini rahatlıkla telafi edebilirler.

      Diyelim ki bireysel yetersizliklerimizi kalıtım yoluyla edindik. O halde psikolojinin asıl amacı, doğal eksikliklerinin etkisini azaltmak için insanların diğerleriyle birlikte yaşamalarına yardım etmek olurdu. Sosyal gelişimin tarihçesi, insanların zayıflıkları ve zorluklarının üstesinden gelmek üzere nasıl işbirliği yaptıklarının öyküsüdür.

      Dil ve İletişim

      Herkes dilin sosyal bir icat olduğunun farkındadır ancak çok azımız bu icadı bireysel yetersizliğin doğurduğunu kabul eder. Diğer yandan bu gerçek, çocukların ilk dönem davranışlarında sergilenir. Çocuklar istekleri karşılanmadığında ilgi toplamak isterler ve bunu da bir tür dil kullanarak gerçekleştirirler. Şayet ilgi çekme ihtiyacı duymasalardı konuşmaya çalışmazlardı. Hayatın ilk birkaç ayında anne, çocuğun konuşma becerisi gelişmeden önce onun ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlar. Altı yaşına kadar konuşmamış çocuklara dair vakalar bulunmaktadır çünkü bu çocuklar hiçbir zaman konuşmaya ihtiyaç duymamışlardır.

      Aynı durum sağır ve dilsiz ebeveynlere sahip bir çocuğun vakasında gözlemlenmektedir. Bu çocuk düşüp canını yaktığında ağlar ancak ses çıkarmadan ağlamaktadır. Ebeveynleri kendisini duyamayacağından ses çıkarmanın işe yaramadığını bilmektedir. Bu yüzden ebeveynlerinin ilgisini çekmek için ağlar gibi görünür fakat bunu sessizce yapar.

      Buradan, incelediğimiz gerçeklerin bütün sosyal bağlamına her zaman bakmak zorunda olduğumuzu anlıyoruz. Bireylerin seçtiği belirli “üstünlük elde etme hedefini” ve onların belirli sosyal sorununu anlamak için sosyal çevreye bakmamız gerekir. Bireysel psikoloji tüm sorunları gerçekleştikleri arka plana dayalı olarak inceler. Çoğu insan topluma uyum sağlamada güçlük çeker çünkü dil aracılığıyla diğerleriyle normal temas kurmak onlar için imkânsızdır. Konuşma güçlüğü çeken insanlar bu duruma bir örnektir. Bu insanları inceleyecek olursak, çocukluklarından itibaren topluma uyum sağlayamadıklarını görürüz. Nadiren toplu etkinliklere katılmak isterler ya da arkadaş ve dost edinirler. Dil gelişimi diğer