dedi müzayedeci.
“Bana sorarsanız içi parayla dolu.”
“Öyle mi dersiniz?”
“Beni yanlış anlamayın. Paradan bahsederken şişenin içinde para olduğunu söylemiyorum. İçinde bir şey olduğunu düşündürecek bir nedenim yok. Sadece bu şişenin göründüğünden daha değerli olabileceğini söylüyorum.”
“Ah! Eminim öyledir.”
“Pekâlâ baylar, zaman kaybetmeyelim. Spekülasyonlarınızı bir kenara bırakın da bu parçaya bir teklif verin. Haydi!”
Büyük bir teklifte bulunacakmış edasıyla, “İki peni!” diye bağırdı salondaki başka bir şakacı.
“Lütfen ciddi olalım. Hepimiz müzayedeye devam etmek istiyoruz. Artırmayı başlatmak isteyen var mı? Beş şilin? Metalin değeri bu değil ama yine de kabul edeceğim. Altı. İyi düşünün. Bu her gün karşınıza çıkacak bir parça değil.”
Şişe hâlâ saygısız bir tavırla ve tokatlamalarla elden ele geziyordu. Sıra Ventimore’un sağındaki alıcıya gelmişti. Adam teklifte bulunmuyor ama şişeyi dikkatle inceliyordu.
“Gayet iyi,” diye fısıldadı Horace’ın kulağına. “Bu parça gayet iyi. Yerinde olsam kaçırmazdım.”
“Yedi şilin, sekiz oldu, şu köşeden bir dokuz geldi.”
“Madem bu kadar iyi, neden siz almıyorsunuz?” diye sordu Horace komşusuna.
“Ben mi? Ah, doğrusu bu pek benim tarzım değil ve aldığım son parça bütçemi epey zorladı. Bugün alabileceğim kadarını aldım. Bu, çok nadir bulunan ilginç bir parça. Daha önce buna benzer pirinç bir vazo görmüştüm. Buradakiler bu parçanın değerini anlayamayacak kadar cahiller, gerçekten de çok eski bir şişe. İşte bu sebepten size tüyo vermekte sakınca görmüyorum.”
Horace doğruldu ve şişenin üst kısmını incelemeye başladı. Müzayedecinin az önce yakılmasını söylediği gaz lambalarından birinin cılız ışığında görebildiği kadarıyla, kapak kısmındaki yarısı silinmiş çiziklerin ve üçgenlerin yazıt olabileceğini düşündü. Elinden geleni yapmasına rağmen Profesör’ün takdirini kaybedeceğini anlamıştı ancak bu şişenin kapağındakiler gerçekten önemli yazıtlarsa, takdirini kazanmak için bir fırsat elde etmişti.
Katalogda olmadığı için bu parçaya Profesör adına teklifte bulunamazdı, onun parasını harcamak istemediğinden cebinden birkaç şilin çıkardı. Gücü yettiği müddetçe kendi adına teklif verecekti. Daha öncekiler gibi bu defa da teklifin altında kalırsa, artık yapacak bir şeyi kalmayacaktı.
Müzayedeci soğukkanlı bir sesle “On üç şilin,” dedi. Horace onunla göz göze gelip kataloğunu kaldırdı, aynı anda başka bir köşeden de teklif gelmişti. “İki kişi on dört diyor.” Horace kataloğunu yeniden kaldırırken, “On beş şilinden öteye gidemeyeceğim,” diye düşündü.
“On beş. Size doğru geliyor efendim. Artıran var mı? On altı geldi, bu çok ilginç şişe sadece on altı şiline gidiyor.”
“Sonuçta,” dedi Horace, “Bir sterlinden az olduğu sürece teklifi artırmanın zararı olmaz.” Ve on yedi şilin teklif etti. Kısa boylu, neşeli, temiz yüzlü küçük bir tüccar olan rakibi “On sekiz!” diye bağırdı ancak yanındakiler ona “sessizce oturmasını ve parasını boşa harcamamasını” öğütledi.
“On dokuz!” dedi Horace ve onun ardından az önceki adam “Bir sterlin!” diye bağırdı.
“Bu büyük pirinç şişe, sadece bir sterline gidiyor!” dedi müzayedeci kayıtsız bir ses tonuyla. “Artıran var mı?”
Horace birkaç şilin daha vermekten bir zarar gelmeyeceğini düşünüp başını salladı.
“Bir gine! Son kez soruyorum. Kaybedeceksiniz bayım!” dedi müzayedeci ufak tefek adama dönerek.
“Devam et Tommy! Yenilme! Ona bir darbe daha indir Tommy!” Arkadaşları alaycı bir şekilde konuşmaya devam ediyorlardı ancak Tommy ne zaman duracağını bilen bir adam edasıyla başını salladı.
Suratında üzgün bir ifadeyle, “Bir gine! Değerinin yarısı bile etmez bir fiyatla, bu parça solumdaki beyefendiye gidiyor,” dedi müzayedeci. Pirinç şişe Ventimore’un oldu.
Parayı ödedikten sonra, bu devasa şişeyle dikkat çekmeden eve kadar yürümesi zor olacağından şişenin Vincent Meydanı’ndaki pansiyonuna gönderilmesini söyledi.
Ancak kulüp binasına doğru açık havada yürürken, zaruri ihtiyaçlarına bile ancak yetecek kadar parası olmasına rağmen kendisini bir gineyi değeri belirsiz bir parçaya verecek kadar çeken şeyin ne olduğunu düşünmeye başladı.
III
Beklenmedik Açılış
Ventimore o akşam Cottesmore Gardens’a gittiğinde oldukça dengesiz, hatta kaotik bir ruh halindeydi. Sylvia’yı biraz sonra tekrar göreceği düşüncesi kan akışını hızlandırırken onunla nezaket gereği birkaç kelimeden fazla konuşmamakta kararlıydı.
An geliyor kendisinden iyilik istemeyi düşündüğü için Profesör Futvoye’a minnet duyuyor; çok geçmeden yalnız kalmasının onun iç huzuru için çok daha iyi olacağını fark ediyordu. Belli ki Sylvia ve annesi onu daha fazla görmek istemiyordu, yoksa onu daha önce evlerine davet ederlerdi.
Sylvia’yı ne kadar sık görürse, kalbi o kadar boş bir özlemle atacaktı. Tam da onun ilgisizliğine alışmak üzereyken onu görmek zorunda kalmasa çok yakında yarası iyileşecekti.
Neden onu görmek zorundaydı? Gitmesine hiç de gerek yoktu. Sevgi ve saygılarını sunarak kataloğu Profesör’e bırakırsa, o da bilmesi gerekenleri öğrenebilirdi.
Bir an düşündükten sonra, sadece senedi iade etmek için içeri girmesi gerektiğini düşündü. Profesör’le özel olarak görüşmek istediğini söyleyebilirdi. Bu durumda Profesör, karısını ve kızını yanlarına davet etmeyecek, ederse de Horace bir bahane bulacaktı. Evdekiler bunun biraz tuhaf, belki de nezaketsiz bir tutum olduğunu düşünebilirdi ancak Horace bunu pek önemseyeceklerini düşünmüyordu.
Cottesmore Gardens’a vardığında, özellikle de kuytu ve kusursuz bu mahallenin en temiz ve mütevazılarından biri olan Futvoye ailesinin evinin kapısına geldiğinde, içinde Profesör’ün dışarıda olabileceğine dair cılız bir umut belirdi. Eğer öyleyse, kataloğu bırakıp evine döndüğünde ona bir mektup yazabilir ve müzayededeki parçaları alamadığını söyleyerek senedini iade edebilirdi.
Tam da öyle oldu, Profesör evde değildi ancak Horace duruma düşündüğü kadar sevinmemişti. Hizmetçi ona hanımların salonda olduğunu söyledi ve içeri gireceğinden emin bir şekilde Bayan Futvoye’a gelenin Bay Ventimore olduğunu söyledi. Horace fazla kalmayacak, onları rahatsız etmeden neden geldiğini açıklayıp gidecekti. Bayan Futvoye, misafir odasının en uzak köşesinde mektup yazıyordu. Kediotu kuşağı ve göğsünde bir demet Parma menekşesi olan siyah, tül elbisesiyle her zamankinden daha fazla göz kamaştırıcı güzellikteki Sylvia ise ön odada rahatça oturmuş kitap okuyordu. Horace’ın geldiğini görünce toparlandı, rahatı bozulduğu için kızan bir hali yoktu ancak belli ki şaşırmıştı.
Horace istemsiz bir resmiyetle, “Özür dilerim,” diyerek söze başladı. “Böyle uygunsuz bir vakitte geldim. Ancak Profesör…”
Bayan Futvoye sert bir tavırla “Haberim var,” diyerek onun sözünü kesti. Açık gri renkli gözleriyle, kurnaz ancak agresiflikten kaçınan ve şakacı bir bakışla onu içeri davet etti.
“Kocamın