ve Bar Şalmon’un söylediklerini dinledi.
“Majestelerinin, yani Ergetz Peri Diyarı Prensesi’nin doğru söylediği çok açık. Fakat Bar Şalmon’un bu şehirde bir karısı ve çocuğu var. Koparılması imkânsız bağlarla onlara bağlıdır. Bu yüzden, Bar Şalmon Prenses’ten boşanarak evlendiklerinde ondan aldığı çeyizi geri vermelidir,” dedi Belediye Başkanı mahkeme kararını açıklayarak.
“Yasalarınız böyle diyorsa itirazım yok,” dedi Prenses.
“Sen ne diyorsun, Bar Şalmon?” diye sordu Belediye Başkanı.
“Ah! Benim de itirazım yok,” diye cevap verdi Bar Şalmon kaba bir şekilde. “Şu ifrit prensesten kurtulmak için her şeyi kabul ederim.”
Bu acımasız sözleri işiten Prenses utanç ve öfkeyle kıpkırmızı oldu.
“Bu sözleri hak etmedim!” diye haykırdı gururla. “Ben seni sevdim ve sana sadık kaldım, Bar Şalmon. Yasalarınızın hükmünü kabul ediyorum. Ergetz diyarına bir dul olarak döneceğim. Senden merhamet dilenmiyorum. Ama hakkım olan şeyi istiyorum: Son bir öpücük.”
“Pekâlâ,” dedi Bar Şalmon daha da kaba bir şekilde. “Senden kurtulmak için ne gerekiyorsa yaparım.”
Prenses gururla ona yaklaşarak Bar Şalmon’u dudaklarından öptü.
Bar Şalmon’un yüzü ölü gibi bembeyaz kesildi. Arkadaşları onu tutmamış olmasa yere düşüverecekti.
“Bütün günahlarının, bozduğun yeminlerin ve yalan sözlerinin cezasını buldun işte!” diye bağırdı Prenses kibirle. “Kendi Tanrı’na, kendi babana, benim babama ve bana yalan söyledin.”
O konuştuğu sırada Bar Şalmon Prenses’in ayakları dibine düşüp öldü. Prenses’in bir işareti üzerine periler ve ifritlerden oluşan maiyeti uçarak binadan çıktı. Soylu hanımlarını aralarına alarak havada süzüldüler ve gözden kayboldular.
Karmaşa Dolu Saray
İbrahim Peygamber’in karısı ve İbrani halkının ulu anası Sara, gelmiş geçmiş en güzel kadındı. Onu gören herkes baş döndüren güzelliğine hayran kalıyor, gözlerinde parlayan o muhteşem ışık ve yüzündeki harikulade berraklık karşısında büyüleniyorlardı. Bu durum, Kenan Diyarı’ndan Mısır’a göç ettiği sırada İbrahim’i çok endişelendirdi. Kalabalık gezgin gruplarının, karısı Sara’ya sanki insanüstü bir şeymiş gibi bakmaları can sıkıcıydı. Ayrıca Mısırlıların Sara’yı kaçırıp Firavun’un haremine götürmelerinden korkuyordu.
İbrahim bu mesele üzerine epey kafa yorduktan sonra karısını kocaman bir kutuya yerleştirip sakladı. Mısır sınırına gelince gümrük görevlileri kutunun içinde ne olduğunu sordular.
“Arpa,” diye cevap verdi.
“Arpanın gümrük vergisi en düşük olduğu için böyle söylüyorsun. Kutu muhakkak buğdayla dolu olmalı,” dediler.
“Buğday vergisini ödeyeceğim,” dedi İbrahim. Kutuyu açmalarından çok korkuyordu.
Görevliler çok şaşkındı çünkü insanlar genellikle gümrük vergisi vermekten kaçınırdı.
“Daha yüksek vergi ödemeye dünden razı olduğuna göre bu kutuda çok daha değerli bir şey olmalı. Belki de baharat var içinde,” dediler.
İbrahim baharat vergisini de ödemeye hazır olduğunu ima etti.
“Ha, ha!” diye güldü gümrük memurları. “Ne tuhaf adam! En ağır vergileri ödemeye bile gönüllü. Bir şey saklıyor olsa gerek. Belki de altın.”
“Altın vergisini ödeyeceğim,” dedi İbrahim sessizce.
Memurlar şimdi iyiden iyiye afallamıştı.
“En ağır gümrük vergisini kıymetli taşlardan alırız. Madem kutuyu açmayı reddediyorsun, senden en değerli mücevherler için uygulanan vergiyi talep etmek zorundayız,” dedi müdürleri.
“Vergiyi ödeyeceğim,” demekle yetindi İbrahim.
Gümrük memurları bu işi anlayamamıştı. Birbirlerine danıştıktan sonra kutunun açılması gerektiğine karar verdiler.
“Çok tehlikeli bir şey olabilir içinde,” diyerek bu kararı savundular.
İbrahim itiraz etti ama sonunda muhafızlarca tutuklandı ve kutu zorla açıldı. Sara’yı gördüklerinde memurlar şaşkınlık ve hayranlıkla geri çekildiler.
“Hakikaten nadir bir mücevhermiş,” dedi müdür.
Hemen Sara’yı Firavun’a yollamaya karar verdiler. Firavun onu görür görmez mest olmuştu. Sara’nın üstünde bir köylü kadının sade giysilerinden başka ne bir süs ne de mücevher vardı. Buna rağmen, Firavun böylesi büyüleyici güzellikte bir başka kadın daha görmemişti. Ne var ki İbrahim’i görünce birden canı sıkıldı.
“Kim bu adam?” diye sordu Sara’ya.
Sara, İbrahim’in hapse atılmasından, hatta idam edilmesinden korktuğu için onun kocası olduğunu kabul etmek yerine ağabeyi olduğunu söyledi.
Firavun’un içi rahatlamıştı. İbrahim’e gülümseyerek onu nezaketle selamladı.
“Kız kardeşiniz olağanüstü bir güzelliğe sahip ve çok da alımlı. Eşsiz cazibesiyle beni büyüledi. Haremimin gözdesi olacak. Onun kaybını size fazlasıyla telafi edeceğim. Hediyelerle donatılacaksınız,” dedi.
İbrahim kalbinde yükselen öfkeyi belli etmeyecek kadar akıllıydı.
“Cesaret, sevgilim,” diye fısıldadı Sara’ya. “Yüce Tanrı bizi yalnız bırakmayacaktır.”
Firavun’un teklifini kabul etmiş gibi davrandı. Firavun’un baş veziri ona yığın yığın altın, gümüş ve başka mücevherler ile koyunlar, öküzler ve develer verdi. Ardından İbrahim’i güzel bir saraya götürdüler. Burada pek çok köle ona hizmet edip önünde eğildi zira Firavun’un ülkesinde hükümdarın ihsanlar yağdırdığı biri, büyük bir adam olarak görülürdü. İbrahim yalnız kalınca tüm kalbiyle dua etti.
Bu arada Sara muhteşem bir odaya götürüldü. Burada kraliçenin kendi hizmetçilerine Sara’yı en güzel giysilerle donatıp hazırlamaları emredildi. Sonra genç kadın, Firavun’un huzuruna getirildi. Firavun tüm hizmetçilerine çekilmelerini emretti.
“Seninle yalnız kalmak istiyorum,” dedi Firavun, Sara’ya. “Sana söylemek istediğim çok şey var. Ayrıca nadir güzelliğini seyrederek gözlerim bayram etsin istiyorum.”
Fakat Sara kendini geri çekti. Firavun onun gözlerine çirkin ve iğrenç gözüküyordu. Şehvet dolu pis bir bakışla tebessüm ediyordu, sesiyse boğuk bir vakvaklayışı andırıyordu.
“Korkma,” dedi Firavun yumuşak ve nazik bir şekilde konuşmaya çalışarak. “Sana zarar vermeyeceğim. Seni çeşitli payelerle donatacağım. Her dileğini kabul edeceğim.”
“O halde gitmeme izin verin,” dedi Sara hemen. “Sizden yalnızca ağabeyimle gitmeme izin vermenizi istiyorum. Başka bir dileğim yok.”
“Şaka yapıyorsun,” dedi Firavun. “Bu söylediğin mümkün değil. Seni kraliçe yapacağım,” diye haykırdı tutkuyla ve Sara’ya doğru bir hamle yaptı.
“Durun!” diye haykırdı Sara. “Bir adım daha yaklaşırsanız…”
Firavun onun sözünü gülerek böldü. Bir kralı tehdit etmek öyle komikti ki boğuk bir şekilde kıkırdamaktan kendini alamadı. Fakat Sara birden susmuştu. Firavun’a değil, onun arkasına bakıyordu. Firavun sırtını döndü ama hiçbir