ve en zengin insanısınız,” diye cevap verdi kaptan. “Gemim çok büyük sayıda mücevher, kıymetli taş ve başka hazinelerle dolu. Biliyor musunuz, ey Mar Şalmon’un biricik oğlu, bu yük, denizin karşı yakasındaki bir ülkede size ait olan servetin ancak küçük bir bölümüdür.”
“Bu çok garip,” dedi Bar Şalmon şaşkınlıkla. “Babam bana bundan hiç söz etmedi. Gençliğinde uzak ülkelerle ticaret yaptığını biliyorum ama oralarda mal varlığı olduğunu hiç söylememişti. Dahası, babam bu kıyıdan asla ayrılmamam için bana tembihte bulundu.”
Kaptan çok şaşkındı.
“Anlayamadım,” dedi. “Ben yalnızca babamın emrini yerine getiriyorum. Babam, sizin babanızın hizmetkârıydı ve uzun yıllar boyunca Mar Şalmon’un hazinesini almak için geri dönmesini bekledi. Ölüm döşeğindeyken efendisini ya da onun oğlunu bulacağıma dair bana yemin ettirdi. İşte ben de öyle yaptım.”
Bazı vesikalar çıkardı. Sözü geçen o büyük servetin artık Bar Şalmon’a ait olduğuna dair şüphe olmadığı anlaşıldı.
“Artık siz benim efendimsiniz ve mirasınızı almak için benimle beraber karşı kıyıdaki ülkeye gelmelisiniz. Bir yıl sonra çok geç kalmış olursunuz çünkü ülke kanunlarına göre malınıza el konacaktır,” dedi kaptan.
“Sizinle gelemem,” dedi Bar Şalmon. “Asla deniz seyahatine çıkmayacağıma dair Tanrı’ya yemin ettim.”
Kaptan güldü.
“Dürüst olmak gerekirse, sizi anlamıyorum. Tıpkı babamın sizin babanızı anlamadığı gibi,” diye cevap verdi kaptan. “Babam, Mar Şalmon’un tuhaf bir adam olduğunu söylerdi. Bunca zenginliği ve serveti ihmal ettiğine göre belki de aklı yerinde değil derdi.”
Bar Şalmon sinirli bir hareketle kaptanı susturdu ama derin bir sıkıntıya kapılmıştı. Babasının yabancı diyarlardan gizemle söz ettiğini hatırladı. Başka ülkelerdeki servetine dair tek kelime etmediğine göre gerçekten de babası Mar Şalmon’un aklı başında mıydı? Günlerce bu meseleyi kaptanla tartıştı. Kaptan nihayet onu bu yolculuğa çıkması için ikna etti.
“Yemininizi dert etmeyin. Açıkçası, kıymetli babanız size tüm servetinden söz etmediğine göre aklını yitirmiş olmalı. Aklı başında olmayan birine verilmiş bir söz bağlayıcı değildir. Ülkemizde yasa böyledir.”
“Burada da öyledir,” diye karşılık verdi Bar Şalmon ve bu sözle birlikte son şüphesinden de arınmış oldu.
Karısına, çocuğuna ve arkadaşlarına veda edip denizin ardındaki ülkeye gitmek üzere o yabancı gemiye bindi.
Üç gün boyunca her şey yolunda gitti fakat dördüncü güne gelindiğinde hiç rüzgâr olmadığından gemi kımıldamamaya başladı. Yelkenler tembel tembel direklere çarpıyordu. Denizcilerin güvertede yatıp bir rüzgâr esmesini beklemekten başka yapacağı bir şey yoktu. Bar Şalmon fırsattan istifade ederek onlara bir ziyafet verdi.
Sonra birden, ziyafetin tam ortasında geminin hareket etmeye başladığını fark ettiler. Hiç rüzgâr yoktu ama gemi çok hızlı bir şekilde ilerliyordu. Kaptan hemen dümene geçti. Ancak geminin kontrol edilemediğini görünce dehşete düştü.
“Bu gemi büyülü,” diye haykırdı. “Rüzgâr esmiyor, akıntı da yok ama sanki bir fırtınayla sürükleniyor gibiyiz. Kaybolacağız!”
Denizciler paniğe kapıldı. Bar Şalmon onları yatıştırmayı başaramadı.
“Gemideki biri bize uğursuzluk getirdi,” dedi Lostromo, Bar Şalmon’a imalı bir şekilde bakarak. “Onu gemiden atmamız gerek.”
Arkadaşları bunu kabul ederek Bar Şalmon’a hücum etti.
Fakat tam o sırada geminin başındaki gözcü heyecanla bağırdı: “Kara göründü!”
Gemi hâlâ dümene uymayı reddediyordu ve nihayet kumsala oturdu. Gemi başından sonuna kadar titriyordu ama parçalanmadı. Hiç kaya gözükmüyordu, yalnızca arada sırada bir ağacın bulunduğu ıssız bir çöl vardı karşılarında.
“Görünüşe göre hiç hasar almamışız,” dedi kaptan ilk şaşkınlığından kurtulduktan sonra. “Ama tekrar nasıl suya açılacağımızı bilmiyorum. Bu toprakları hiç tanımıyorum.”
Haritalarının hiçbirinde bu toprakları bulamadı. Denizciler karamsar bir şekilde bu gizemli sahile bakıyordu.
“Bu toprakları keşfetsek daha iyi olmaz mı?” diye sordu Bar Şalmon.
“Hayır, hayır,” diye haykırdı Lostromo heyecanla. “Baksanıza, kıyıya hiç dalga vurmuyor. Burası insanlara ait bir yer değil, ifritlerin ülkesi olmalı. Bize bu uğursuzluğu getireni gemiden atmazsak mahvolduk demektir.”
“Ben karaya çıkacağım ve benimle beraber karaya çıkan herkese ellişer gümüş kron vereceğim,” dedi Bar Şalmon.
Ne var ki denizcilerden biri bile yerinden kımıldamadı. Elli altın kron teklif etti ama yine nafileydi. Sonunda Bar Şalmon, kaptanın bunu yapmaması yönündeki ısrarlarına rağmen tek başına karaya çıkacağını söyledi.
Bar Şalmon yavaşça gemiden atlayıp karaya çıktı. Bu sırada gemi şiddetle sarsıldı.
“Size dememiş miydim?” diye bağırdı Lostromo. “Bize bu uğursuzluğu getiren kişi Bar Şalmon! Artık gemiyi tekrar yüzdürebiliriz.”
Ama gemi kuma çakılmış gibi yerinde kaldı. Bar Şalmon bir ağaca gidip tırmandı. Birkaç dakika sonra elinde ince bir dalla geri döndü.
“Toprak miller boyunca tıpkı burada gördüğünüz gibi uzanıyor. Ne insanlardan ne de herhangi bir yerleşimden eser var,” diye seslendi kaptana.
Gemiye tekrar binmek için hazırlandı ancak gemiciler ona izin vermedi. Lostromo geminin başında durup elinde bir kılıçla onu tehdit etti. Bar Şalmon bu hamleyi savuşturmak için elindeki ağaç dalını kaldırdı. Dalın çarptığı gemi yine bir ucundan öbür ucuna kadar sallandı.
“Geminin büyülü olduğunu kanıtlamıyor mu bu?” diye bağırdı denizciler. Kaptan, Bar Şalmon’un efendileri olduğunu söyleyip onları sert bir şekilde uyarınca onu da tehdit ettiler.
Bar Şalmon adamların korkmasını eğlenceli bulduğu için bir kez daha gemiye dalla vurdu. Gemi yine titredi. Bar Şalmon dalı üçüncü defa kaldırdı.
“Eğer gemi büyülüyse, üçüncü vuruştan sonra bir şey olacaktır,” dedi.
Ağaç dalının hışırtısı havaya yayıldı ve geminin ön kısmına üçüncü darbe indi. Hakikaten bir şey oldu. Gemi kumların içinden neredeyse zıpladı. Bar Şalmon daha ne olduğunu anlayamadan gemi hızla oradan uzaklaşmaya başladı.
“Geri dönün, geri dönün,” diye haykırdı. Kaptanın dümenle boğuştuğunu görebiliyordu. Ama gemi, kaptanın çabalarına karşılık vermeyi reddetti. Bar Şalmon geminin giderek küçüldüğünü ve nihayet gözden kaybolduğunu gördü. Kimsenin yaşamadığı ıssız bir adada tek başına kalmıştı.
“Dünyanın en zengin adamının şu haline bak!” dedi kendi kendine. Hemen ardından gerçekten de ne büyük bir tehlike içinde olduğunu fark etti.
Korkunç bir gürleme sesi işitti ve hemen arkasını döndü. Onu dehşete düşüren bir şey gördü: Bir aslan ona doğru yaklaşmaktaydı. Bar Şalmon yıldırım hızıyla ağaca koşturup telaşla dallara tırmandı. Aslan öfkeyle ağacın gövdesine vuruyordu ama Bar Şalmon o an için güvendeydi. Gelgelelim, gece yaklaşmaktaydı. Aslan ağacın dibine çökmüştü. Belli ki onu beklemeye niyetliydi. Bütün gece orada kaldı, ara ara da