bu çocuk?” diye sordu yanındaki uzun boylu gence. Ama üzgün bakışlı Thorgils bu soruya kulak asmadı, sadece sessizce iskelenin kenarına yaklaştı ve orada durup ciddiyetle izledi. Geminin küpeştelerine bakarken kızıl sakallı ve kırık burunlu Vikinglerin başı gözüne ilişti ve yanındakine seslendi:
“Yeter Ole, yeter!”
Sonra oğlan bıçaklarını yakaladı ve teker teker kemerine yerleştirdi, kıyıya doğru döndü, hızla tahtadan indi ve Thorgils peşinde, ona tezahürat eden kalabalığın arasından geçti. Vikinglerin çoğu ona ödül vermek istediklerini söyleyerek arkasından seslendiler, Sigurd Erikson da geçerken onu yakalamaya çalıştı. Ancak genç köle yalnızca pervasızca gülerek hızla uzaklaştı.
Artık Sigurd arkasından gitmeye karar vermişti. Fakat kalabalıktan ayrılırken kasabanın zengin tüccarlarından biriyle karşılaştı ve adama şöyle dedi:
“Söylesene Brion, az önce bıçaklar konusundaki ustalığını kanıtlayan şu sarı saçlı oğlan da kim? Ve Estonya’ya nereden geldi?”
Tüccar başını salladı.
“Vahşi, inatçı bir oğlan ve hiç kimseye hesap vermiyor. Bıçak kullanma yeteneklerine gelirsek, ben olsam keskin bir silaha bu kadar dokunan bir köleyi anında öldürürdüm.”
“Görünüşe bakılırsa Norveç’te doğmuş,” dedi Sigurd.
“Olabilir,” diye karşılık verdi tüccar. “Çünkü batı rüzgârıyla geldiği doğru. Onu şimdi kölem olan Thorgils’le birlikte Vikinglerden alan bendim. Onları Klerkon Düzyüz’den iyi bir keçi karşılığında aldım. Çok geçmeden daha genç olanının işe yaramaz olduğunu anladım. Onunla yapılabilecek pek bir şey yoktu, ben de oldukça iyi bir yağmurluk karşılığında vadide yaşayan Reas adındaki adama sattım; pazarlıktan pişman değilim, yağmurluğu hâlâ kullanıyorum, oğlan da yol açacağı masrafa pek değmezdi.”
“Adını ne koydular?” diye sordu Sigurd. “Ve kimin oğlu?”
“Kimin oğlu olduğu beni ilgilendirmez,” diye cevapladı tüccar. “Viking’in tekinin piçidir herhalde; içinde Viking ruhu, damarlarında deniz tuzu var. Karadakilerin hiçbiri onu terbiye edemiyor. Adına gelirsek, öncesinde var mıydı bilmiyorum ama şimdi ona çiftçi Reas’ın kölesi olduğundan sadece Reasköle diyorlar.”
“Reas kölesini satacak olursa,” dedi Sigurd, “almak isterim; onu Kraliçe Allogia’ya hediye olarak Holmgard’a götürürüm.”
“Kraliçeye karşı bu kadar nezaketsizlik yapmadan önce iki kere düşün,” dedi tüccar. “Allogia’ya sana dün gece gösterdiğim mücevherli broşu götürsen kesinlikle daha iyi bir hediye olur, üstelik daha ucuza gelir. Fiyatı sadece on iki altın.”
Ama Sigurd cevap veremeden ağır bir el omzuna kondu ve boğuk bir ses adını söyledi. Arkasını döndüğünde yanında uzun, kızıl sakallı, kırık burunlu ve kaba, yaralı yüzü güneşten kuru kamıştan yapılma geniş bir şapkayla korunan Viking Şefi’ni gördü.
“İyi ki karşılaştık Hersir1 Sigurd!” dedi savaşçı. “Seni kuzey kıyılarına getiren asil işler ne? İki yıl önce Holmgard’daki at dövüşü yaptığımız Yul ziyafetinden beri görüşmedik. Flanders’ın kısrağı nasıl zafer kazandı öyle?”
“Hastalıktan öldü,” diye yanıtladı Sigurd. “Ama yakında Holmgard’daki, hatta Norveç’teki bütün atları yenecek bir tay eğitiyorum. Yani iyi bir at dövüşü görmek istersen elindeki en iyi atlarla gel. Bahse girerim benimki hepsini yener.”
“Seyir mevsiminin bitiminden önce ölmezsem,” dedi Viking, “sana tüm Viking diyarında karşısında dövüşülecek en iyi atı getireceğim.” Hâlâ geminin yakınlarında dolanan oğlanların oluşturduğu kalabalığın arasına bakarak ekledi: “Az önce tahtanın üstünde duran genç nereye gitti? Onda iyi savaşçı kumaşı var. Öylesi nadir bulunur, satılık olsa alırdım.”
Bunun ardından tüccar konuştu.
“Aslında,” dedi, “altı yaz kadar önce aynı oğlanı tam da bu pazarda satan sendin. Onu senden ben aldım Klerkon. Benden aldığın beyaz tüylü keçiyi unuttun mu?”
“Hayatım böyle küçük olayları hatırlayamayacağım kadar dolu,” diye cevapladı Klerkon. “Ama çocuk seninse şimdi ona ne kadar fiyat biçiyorsun?”
“Yok, benim malım değil,” dedi tüccar. “Buradan bir sabahlık mesafedeki Rathsdale’de kalan Reas’ın kölesi. İyi pazarlık yaparsan rehberlerden biri çok geçmeden seni tepeye kadar götürür.”
“Gençler işe yarar,” diye yanıtladı savaşçı. “Çocuğu Estonya’ya bir sonraki gelişimizde alacağım.”
Sigurd, “O zamana dek çoktan satılmış olur Jarl Klerkon; hatta benim bile ilgimi çekmiş olabilir,” dedi.
“O halde,” dedi Viking, “onu bir sonraki at dövüşümüzde ödül olarak ayarlayabiliriz. Ve benim atım seninkini yenerse oğlan ödülüm olur, onu Viking yaparım.”
“Peki ya sen değil de ben kazanırsam?” diye sordu Sigurd.
“Oğlanın ederi kadarını alırsın, bundan emin ol hersir.”
“Anlaştık,” dedi Sigurd. “Peki denizin batısından hangi haberleri getirdin?”
“Hem kötü hem de iyi haberler getirdim. Norveç’te büyük bir kıtlık var. Thrandheim’de halk mısır ve balık yokluğundan ölürken Halogaland’da kar yazın ortasına dek vadileri kapladı, o yüzden besi hayvanlarının tamamı ahıra tıkılıp huş filizleriyle besleniyor. İnsanlar kıtlıktan, para konusunda açgözlülük yapan ve çiftçilikle doğru düzgün ilgilenmeyen Gunnhild’in oğullarını sorumlu tutuyorlar. Krallar sürekli birleşmeyle alakalı tartıştığından orada huzur yok denecek kadar az ama görünüşe göre Harald Greyfell erkek kardeşlerine karşı üstünlüğü sağlıyor. Bugünlerde ülkede çok az neşe var. Ben dürüst bir korsan olarak hayatımdan memnunum.”
“Ne de olsa Viking hayatı bir insanın yaşayabileceği en büyük mutluluktur,” dedi Sigurd. “Jomsburg’daki dostlarımız ne durumda?”
“Her zamanki gibi iyi,” diye cevapladı Klerkon. “Sigvaldi kendine yeni, yirmi beş oturaklı bir ejder gemisi yaptırdı ve Jomsvikingler’in artık yetmiş adamı var. Denizi aşıp mısırla biranın bolca bulunduğu, güzel kıyafetler, iyi silahlar ve gemilerce gümüş ve altın kazanacakları Anglus topraklarına gitmekten bahsediyorlar; oradaki Hıristiyan halk oldukça zengin ve kiliselerinde hazine bolluğu, macerayı gerçekleştirecek kadar cesur olanlar için bir sürü altın kâse, iyi yapılmış boynuz kadehler var.”
“Ama o Angluslar iyi savaşıyorlarmış diye duydum,” dedi Sigurd. “Ve pek çok iyi yapılmış gemileri varmış.”
“Gemileri Vikinglerle karşılaştırılamaz bile,” dedi bunun üzerine Klarkon. “Ve bana krallarının barıştan yana olduğu söylendi, ona Barışçıl Edgar diyorlar. Hem krallardan bahsetmişken, Kral Valdemar nasıl?”
“Yaz öğleleri kadar keyifli,” diye yanıtladı Sigurd.
“O zaman gel gemime binelim ve bolca bal likörüyle onun şerefine içelim,” dedi Viking. Sigurd’u iskeleden geçirdi ve aşağı inerek gemidekilerden biri geminin üstteki güvertesinde ya da kıç güvertesinde durarak geminin limandan ayrılmak üzere olduğunu belirten tiz boru sesini çıkarana dek içtiler.
Ardından Sigurd karaya çıktı ve kralın işleri için kasabayı dolaştı; akşam vaktine dek sarı saçlı oğlan aklına gelmedi.
Tekrar