Морган Райс

Bulunmuş


Скачать книгу

gördü.

      Scarlet yeniden dar sokaklara doğru aceleyle koşturdu, bu oğlanlarla kendi arasını olabildiğince açmaya çalıştı. Romalı askerle karşılaşması aklına geldi ve bir an, durup kendini savunup savunamayacağını düşündü.

      Fakat kavga etmek istemiyordu. Ne kimseye zarar vermek ne de risk almak istiyordu. Tek istediği anneciğini ve babacığını bulmaktı.

      Scarlet kimsenin olmadığı bir dar sokağa döndü. Geriye baktı ve saniyeler içinde o oğlan grubunun hala arkasında olduklarını gördü. Çok uzakta değillerdi ve giderek hızlanıyorlardı. Çok hızlılardı. Köpekleri de onlarla birlikte koşuyordu ve Scarlet kısa bir süre içinde ona yetişebileceklerini anladı. İzini kaybettirmek için iyi bir hamle yapmalıydı.

      Scarlet bir çıkış yolu bulmayı umarak başka bir köşeyi döndü. Ama döndüğü gibi kalbi duracak gibi oldu.

      Bu bir çıkmaz sokaktı.

      Scarlet yavaşça döndü, Ruth’la birlikte oğlanlarla yüz yüze geldi. Şimdi aralarında en fazla üç metre vardı. Scarlet’e doğru yaklaşırlarken yavaşladılar, o anın tadını çıkarırcasına acele etmeden yürüdüler. Yüzlerindeki acımasız gülümsemelerle kahkahalar atıp ona bakıyorlardı.

      Oğlan “Şansın tükenmiş gibi görünüyor, küçük kız,” dedi.

      Scarlet de aynı şeyi düşünüyordu.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Sam çok şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı. İki elini başına götürdü ve başını tutarak acının dinmesi için uğraştı. Ama dineceği yoktu. Sanki bütün dünya kafatasına saldırıyordu.

      Sam nerede olduğunu anlamak için gözlerini açmaya çalıştı ama bunu yapınca acı katlanılmaz hale geldi. Çöldeki kayalardan yansıyan kör edici güneş onu gözlerini kaçırmaya ve başını önüne eğmeye zorluyordu. Sam cenin pozisyonunda kıvrıldı ve acının dinmesine uğraşarak kafasını elleriyle daha da sıkı tuttu.

      Şimdi de zihnine anılar üşüşmeye başlamıştı.

      Önce Polly’i anımsadı.

      Caitlin’in düğün gecesini hatırladı. O gece Polly’e evlenme teklifi etmişti. Polly’nin evet demesini düşündü. Polly’nin yüzündeki sevinci.

      Ardından ertesi günü hatırladı. Ava çıkmasını. Birlikte geçirecekleri gecenin beklentisi içinde ormanda yol almasını.

      Polly’i bulmasını hatırladı. Kumsalda. Ölürken. Ona bebekleri olacağını söylerken.

      Bir keder dalgası hızla geri gelip tüm bedenini sardı. Bu dayanabileceğinden fazlaydı. Kafasında durduramadığı korkunç bir kâbusun tekrar tekrar görünmesi gibiydi. Uğrunda yaşamak istediği her şeyin kendinden bir anda kopartılıp alındığını hissetti. Polly. Bebek. Bildiği, alıştığı hayat.

      O anda ölmüş olmayı istedi.

      Ardından intikamını hatırladı. Öfkesini. Kyle’ı öldürmesini.

      Ve her şeyin değiştiği o anı hatırladı. Kyle’ın ruhunun içine girmesini anımsadı. O tarif edilemez öfke hissini, başka birinin ruhunun, canının ve enerjisinin kendini istila etmesini ve bütün benliğini ele geçirmesini hatırladı. O anda Sam kendi öz benliğini yitirmişti. İşte o anda başka biri oluvermişti.

      Sam gözlerini tamamen açtı ve gözlerinin açık kırmızı renkte parladığını sezdi. Artık o gözlerin kendi gözleri olmadığını anlamıştı. Şimdi bunların Kyle’ın gözleri olduğunu biliyordu.

      Sam, Kyle’ın kinini hissetti, onun gücünün içinde akmakta olduğunu, bedeninin her bir köşesine, ayak parmaklarından bacaklarına ve oradan da kollarına ve başına doğru yayıldığını duyumsadı. Kyle’ın her şeyi yok etmeye karşı duyduğu ihtiyacın yaşayan bir şeymiş gibi, vücuduna yapışmış ve asla çıkaramayacağı bir şeymiş gibi her bir hücresinde attığını hissetti. Artık kendini kontrol edemediğini hissediyordu. Bir yanı eski Sam’i, kim olduğunu özlüyordu. Ama diğer yanı bir daha asla eski Sam olamayacağını biliyordu.

      Sam bir tıslama, bir tıkırtı sesi duydu ve gözlerini açtı. Yüzükoyun, çölde taşların üzerinde dümdüz bir şekilde uzanıyordu ve kafasını biraz çevirip baktığında sadece birkaç santim ötede bir çıngıraklı yılanın kendisine tısladığını gördü. Çıngıraklı yılanın gözleri doğruca Sam’inkilerin içine bakıyordu, Sam’de kendinde olan benzer bir enerjiyi sezmiş, sanki bir arkadaşla konuşuyor gibiydi. Sam, yılanın öfkesinin kendisininkiyle uyumlu olduğunu ve yılanın saldırıya geçmek üzere olduğunu sezebiliyordu.

      Ama Sam korkmuyordu. Aksine— kendini, yalnızca yılanınkiyle eş değer değil aksine onunkinden daha da büyük bir öfkeyle dolu halde buldu. Ve refleksleri de öfkesiyle aynı şekilde hareket ediyordu.

      Yılanın saldırıya geçmek için hızlandığı yarım saniye içinde Sam ondan önce davrandı: kendi çıplak eliyle uzandı, yılanı tam havada boğazından yakaladı ve kendi yüzünü ısırmasına çok az kala onu durdurdu. Sam yılanın gözlerini kendisininkine doğru tuttu, ona o kadar yakından baktı ki neredeyse nefesini koklayabiliyordu, yılanın o uzun dişleri sadece birkaç santim ötedeydi ve Sam’in boğazını delip geçmek için can atıyordu.

      Ama Sam onu alt etti. Yılanın avucunun içindeki boğazını gittikçe daha da sert sıktı ve yavaşça içinde akmakta olan hayatı soğurdu. Yılan ellerinin arasında gevşedi ve boynu ezilerek öldü.

      Daha sonra arkaya yaslandı ve yılanı kumların üzerine fırlattı.

      Sam ayağa fırladı ve çevresine göz gezdirdi. Her yanı çamur ve taşlarla kaplıydı— önünde ise uçsuz bucaksız bir çöl yer alıyordu. Döndü ve gözüne iki şey çarptı: birincisi, bir grup küçük çocuktu, hepsi paçavralar içindeydi ve meraklı gözlerle ona bakıyorlardı. Sam onlara doğru hızla döndüğünde, vahşi bir hayvanın mezarından kalktığını görmüş gibi dağıldılar ve aceleyle geriye doğru kaçıştılar. Sam, Kyle’ın öfkesinin bir kez daha içini sardığını ve bu çocukların hepsini öldürmek istediğini hissetti.

      Fakat gözüne çarpan ikinci şey dikkatini oraya vermesine neden oldu. Bu bir şehir duvarıydı. Devasa taş bir duvardı, yukarıya doğru yüzlerce metre uzuyor ve sanki sonsuza doğru gidiyordu. İşte tam o an Sam antik bir şehrin dışında bir yerde uyanmış olduğunun farkına vardı. Önünde kocaman, kemerli bir kapı vardı, ilkel giysiler içinde düzinelerce insan o kapıdan girip çıkıyorlardı. Roma zamanında gibi görünüyorlardı, basit kaftanlar ya da tunikler giymişlerdi. Kapıdan girip çıkan bir sürü de çiftlik hayvanı vardı ve Sam çoktan şehrin duvarlarının arkasındaki kalabalığın yaydığı sıcaklığı ve sesi hissedebiliyordu.

      Sam kapıya doğru birkaç adım attı ve bunu yaptığı gibi çocuklar bir canavardan kaçıyorlarmış gibi dört bir yana dağıldılar. Sam ne kadar korkunç göründüğünü merak etti. Ama bu çok da umurunda değildi. Neden buraya inmiş olduğunu anlamak için şehre girme ihtiyacı duydu. Ama eski Sam’in aksine şehri keşfetme ihtiyacı hissetmedi: bunun aksine onu yok etme, en ufak parçalarına ayırma ihtiyacı duydu.

      Bir yanı bu hisleri üzerinden atmak, eski Sam’i geri getirmek istedi. Kendini onu geri getirebilecek bir şeyler düşünmeye zorladı. Kız kardeşi Caitlin’i düşünmek için çabaladı. Ama her şey çok belirsizdi; ne kadar uğraşırsa uğraşsın artık onun yüzünü gerçekten gözlerinin önüne getiremiyordu. Caitlin için duyduğu hisleri, ortak görevlerini, babasını zihnine çağırmaya çalıştı. Derinlerde bir yerde hala ona önem verdiğini, hala ona yardım etmek istediğini biliyordu.

      Fakat