ve arkalarında sıralar bulunuyordu. Gözlerini odada gezdirdi ve Sage’in orada olmadığını görünce rahatladı, en azından bugün uğraşması gereken şeylerden birisi aradan çıkmıştı.
Maria keyifsiz bir şekilde “O nerede?” diye sordu. “Kahretsin.”
Ders Scarlet’in en sevdiği ders olan İngilizceydi. Normalde özellikle de Bay Sparrow en sevdiği öğretmen olduğundan ve özellikle de bu sömestr Shakespeare’i ve en sevdiği oyun olan Romeo ve Juliet’i işlediklerinden burada olmaktan çok mutlu olurdu.
Ama Maria’nın hemen yanındaki yerine oturduğunda hüzünlendi. Çok cansızdı. Shakespeare’e konsantre olamıyordu. Sınıf sessizleşti ve kitaplarını düşünmeden masanın üzerine çıkartarak ne olduğunu pek anlamadan sayfalara bakmaya başladı.
Bay Sparrow “Bugün küçük bir değişiklik yapacağız,” dedi.
Scarlet kafasını kaldırıp baktı, onun sesini duymaktan mutlu olmuştu. 30’larının sonlarında, iyi görünümlü, kirli sakallı, uzunca saçlı ve güçlü çeneli öğretmenleri, bu liseye ait değilmiş gibi görünüyordu. Diğer öğretmenlerden çok daha yakışıklı görünüyordu, en iyi günlerini henüz geride bırakmış bir aktöre benziyordu. Ayrıca çok mutluydu, hep gülümserdi ve ona – ve tüm öğrencilere karşı çok nazikti. Ona veya başka kimseye karşı hiçbir zaman kaba davranmamıştı ve herkese en iyi notları verirdi. Ayrıca en karmaşık metinleri bile kolayca anlaşılır hale getirirdi ve herkesin okuduklarından heyecanlanmasını sağlardı. Ayrıca hayatında karşılaştığı en zeki insanlardan birisiydi – dünya ve klasik edebiyat konusunda bir ansiklopedi kadar bilgiliydi.
“Shakespeare’in oyunlarını okumak bir şeydir,” diye başladı, yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. “Onları oynamak başka,” diye ekledi. “Aslında birçok kişi onun oyunlarının yüksek sesle okunmadan ve hatta oynanmadan anlaşılamayacağını ileri sürmüştür.”
Bunun üzerine sınıfta bir mırıldanma başladı, herkes birbirine bir şeyler fısıldıyordu.
“Evet,” dedi. “Doğru tahmin ettiniz. Bugün ders anlatımından sonra gruplara ayrılacak ve her biriniz bir eş seçerek metni birbirinize yüksek sesle okuyacaksınız.”
Sınıfta heyecanlı fısıldaşmalar başladı ve enerji seviyesi oldukça arttı. Bu Scarlet’i dalgınlıktan kurtardı, en azından bir anlık hayatındaki tüm dertlerini unutmasını sağladı. Birisiyle eşleşmek ve oyunu okumak: bu çok eğlenceli olacaktı.
Bir anda kapı açıldı ve gelenin kim olduğunu görmek için sınıfın geri kalanıyla birlikte Scarlet de başını çevirip baktı.
Buna inanamıyordu. Orada, Sage elinde kitabıyla gururlu bir şekilde duruyordu, üzerinde üstüne tam oturan bir deri ceket, siyah deri ayakkabılar ve siyah deri kemerli markalı bir kot ve büyük gümüş kemer tokası bulunuyordu. Etekleri içeri sokulmamış siyah bir gömlek giyiyordu ve bunun üzerinden kolyesi görünüyordu – beyaz platine benzeyen kolyenin ortasında büyük bir taş bulunuyordu. Bu taş zümrütten ve safirden yapılmışa benziyordu ve ışıkta parlıyordu.
Bay Sparrow döndü ve şaşkınlıkla ona baktı.
“Adınız neydi?”
“Sage,” diye yanıt verdi ve ona bir kâğıt uzattı. “Geç kaldığım için özür dilerim. Burada yeniyim.”
Bay Sparrow “O halde hoş geldin,” diye yanıtladı. “Sınıf, lütfen Sage’e hoş geldin deyin ve kendisine arkada bir yer açın.”
Bay Sparrow tahtaya geri döndü.
“Romeo ve Juliet. İlk olarak, biraz bu oyunun arka planı hakkında konuşalım…”
Scarlet’in kafasında Bay Sparrow’un sesi silinmişti. Sage sıraların arasından yürüdükçe kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Bir anda sınıftaki tek boş yerin hemen arkasında olduğunu fark etti.
Olamaz, diye düşündü. Maria yanımdayken olamaz.
Sage sıraların arasından yürürken, onun dönüp gözlerini ona diktiğine yemin edebilirdi. Maria’yı düşünerek hemen uzaklara baktı ve kendisine neden böyle bakmış olduğunu anlamadı.
Onun arkasında yürüdüğünü görmekten çok hissetti, sandalyesini çektiğini duydu ve arkasına oturduğunu anladı. Ondan yayılan muazzam enerjiyi hissedebiliyordu.
Bir anda cebindeki telefonu titredi. Gizlice elini cebine atıp telefonunu ucundan çıkardı ve baktı. Tabii ki Maria’ydı.
Aman tanrım, ölmek üzereyim.
Scarlet telefonu cebine geri koydu ve mesajlaştıklarını belli etmemek için Maria’ya dönüp bakmadı. Daha sonra ellerini masaya koyarak Maria’nın mesaj yazmayı bırakmasını diledi. Şu anda gerçekten mesaj yazmak istemiyordu. Konsantre olmak istiyordu.
Telefonu yeniden titredi. Özellikle de Maria onun yanında otururken bunu görmezden gelemezdi, bu yüzden yeniden telefonunu çıkardı.
Orada kimse var mı? Ne yapmam lazım?
Scarlet bir kez daha telefonu cebine koydu. Kaba olmak istemiyordu, ama ne söyleyeceğini bilemiyordu ve şu anda gerçekten mesajlaşmak istemiyordu. Durum giderek daha kötü bir hal alıyordu ve özellikle de en sevdiği oyunu işlerlerken Bay Sparrow’un söylediklerine odaklanmak istiyordu.
Ama yine de Maria’yı tamamen görmezlikten gelemezdi. Hızlı bir şekilde elini cebine atıp tek parmağıyla mesaj yazdı.
Bilmiyorum.
Mesajı gönderdi, Maria’nın kendisini rahat bırakacağını umarak telefonu cebine ittirdi.
Bay Sparrow “Romeo ve Juliet,” diye başladı, “özgün bir öykü değildi. Shakespeare bunu eski bir masala dayanarak yazdı. Tıpkı Shakespeare’in diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyun da kaynağını tarihten alıyor. Shakespeare eski öyküleri alıp kendi diline ve kendi zamanına uyarladı. Onun tüm zamanların en özgün yazarı olduğunu düşünürüz – ama aslında ona tüm zamanların en büyük yorumcusu demek daha doğru olur. Eğer bugün hayatta olsaydı ve yazmaya devam etseydi, kesinlikle En İyi Özgün Senaryo ödülünü alamazdı, ama En İyi Uyarlama Senaryo ödülünü kazanırdı. Öykülerinden hiçbirisi -bir tanesi bile- özgün değil. Tamamı daha önce yazılmış, hatta bazıları yüzyıllar içerisinde birçok defa yazılmış öyküler.
“Ama bu bir yazar olarak onun yeteneklerinden hiçbir şey eksiltmez. Sonuçta, her şey üsluba bağlı, değil mi? İki farklı şekilde anlatılan aynı hikâye bir seferinde çok sıkıcı, diğerinde ise çok sürükleyici olabilir değil mi? Shakespeare’in büyük yeteneği, bir başkasının hikâyesini alıp onu kendi sözcükleriyle, kendi zamanı için yeniden yazabilmesiydi. Evet, bir oyun yazarıydı. Ama son tahlilde, her şeyden önce, bir şairdi.”
Bay Sparrow elindeki oyunu yukarı doğru kaldırırken durdu.
“Örneğin, Romeo ve Juliet Shakespeare elini atmadan önce de yüzlerce yıldır bilinen bir hikâyeydi. Bu hikâyenin orijinal kaynağını bilen var mı?”
Bay Sparrow gözlerini sınıfta gezdirdi, herkes sessizdi. Birkaç saniye bekledi, daha sonra konuşmak üzere ağzını açtı – ama daha sonra durdu ve Scarlet’e doğru baktı.
Öğretmenin ona baktığını sanan Scarlet’in kalbi gümbür gümbür çarpıyordu.
Bay Sparrow “Evet, yeni çocuk,” dedi. “Lütfen bizi aydınlat.”
Bütün sınıf Scarlet’e doğru dönüp Sage’e baktı. Öğretmeninin kendisine bakmadığının farkına varan Scarlet rahatladı.
O