hal alıyordu.
Bunun yerine kendi günlüğüne odaklanmayı denedi, yüzyıllar öncesinden kendi el yazısıyla yazılmış ve Cloisters Müzesi’nin altındaki vampir meclisinden bahseden günlüğüne. Toplantının yapıldığı yere giden, aşağılarda, alt katlardaki gizli bir odadan bahsediyordu. Bunun gerçek olup olmadığını öğrenmeliydi. Eğer bir işaret varsa, tek bir işaret dahi, bu kafasındaki her şeyi doğrulayacak ve bundan sonra yoluna güvenle devam edebilecekti. Ama burada herhangi bir işaret yoksa bu durumda günlüğünün güvenilirliğine şüphe düşecekti.
Caitlin otobandan çıktı, Fort Tyron Park’tan geçti ve Cloisters Müzesi’nin ana giriş kapısına geldi. Dar, dolambaçlı yokuşu çıktı ve sonunda devasa yapının önüne park etti.
Arabadan inince, neden olduğunu pek bilmeksizin durdu ve yukarı baktı; burası ona çok çarpıcı bir şekilde tanıdık geliyordu, sanki onun hayatında önemli bir yeri varmış gibiydi. Bunun nedenini anlayamadı, çünkü hatırlayabildiği kadarıyla buraya ancak bir veya iki kere gelmişti. Tabii ki vampir günlüğündekiler doğru değilse. Hissettikleri doğru muydu? Yoksa bütün bunlar bir hüsnükuruntudan mı ibaretti?
Hızla kemerli ön kapıya doğru ilerledi, orta çağdan kalma taş yapıya girdi ve uzun bir yokuşu tırmanıp, uzun ve dar bir koridorda ilerledi. Sonunda ana girişe ulaştı, giriş ücretini ödedi ve koridorda ilerledi. Sağında sıra sıra taştan kemerlerin bulunduğu ve orta çağdan kalma bir bahçenin yer aldığı bir avludan geçti. Sonbahar yaprakları parlıyordu. Hafta içi bir öğleden sonrasıydı ve her yer neredeyse bomboştu; her yerin tamamıyla onun emrinde olduğunu hissediyordu.
Ta ki müziği duyana kadar. Başlangıçta tek bir sesti – daha sonra sesler çoğaldı. Bir şarkı söyleniyordu. Küçük bir koro tarih öncesinden kalma bir şarkıyı söylüyordu. Bulunduğu yerden bunun canlı mı yoksa kayıttan çalınan bir müzik mi olduğunu anlayamıyordu, olduğu yerde kalakalmış, küçük kalenin dört bir yanında yankılanan adeta cennetten çıkmış bu sesleri dinliyordu. Kendisini sanki başka bir yere ve zamana gitmiş gibi hissetti.
Yerine getirmesi gereken bir görevi olduğunu biliyordu, ancak bu müziğin nereden geldiğini öğrenmeliydi. Başka bir koridora girdi ve sesi takip etti. Küçük, kemerli ve orta çağdan kalma bir kapıdan girdi ve kendisini yüksek tavanlı ve vitraylarla bezeli bir şapelde buldu. Burada dikilirken, tamamı beyaz giysiler içinde yaşlı kadın ve erkeklerden oluşan altı kişilik bir koroyu görünce şaşırdı. Boş bir odaya doğru dizilmişlerdi ve şarkı söylerken önlerindeki nota kâğıdına bakıyorlardı.
Gregoryen ilahileri. Caitlin öğleden sonra düzenlenecek olan konserin reklamını yapan dev posteri gördü. Canlı bir konserin ortasına dalıverdiğinin farkına vardı. Ama buna rağmen odada yalnızdı. Görünüşe bakılırsa konserden başka kimsenin haberi yoktu.
Caitlin gözlerini kapadı ve müziği dinledi. Çok güzel ve büyüleyiciydi ve oradan ayrılamadı. Gözlerini açtı ve orta çağa ait duvarlara ve mobilyalara baktı ve bütün bunlar gerçeklikten iyice koptuğunu hissetmesine neden oldu. Şu an neredeydi?
Şarkı sonunda bitti ve dönüp odadan hızla çıkarak gerçeklik hissine yeniden kavuşmaya çalıştı.
Hızla koridora döndü ve taş merdivenlere geldi. Merdivenlerden mahzenlerin daha aşağı katlarına indi; indikçe kalbi daha hızlı çarpıyordu. Burası garip bir şekilde tanıdık geliyordu, sanki daha önce burada vakit geçirmiş gibiydi. Bütün bunları anlamıyordu.
Aşağı katta hızla ilerlerken günlüklerinde burayı nasıl betimlediği aklına geldi. Antreden, yer altında Caleb’in meclisinin bulunduğu kata açılan gizli kapıdan bahsedildiğini hatırladı.
Sol tarafında iplerle güvenlik çemberi içine alınmış bir alan gördü. İpin ardında kusursuz bir şekilde korunmuş, orta çağa ait bir merdiven bulunuyordu. Yukarıya doğru uzanıyor, ama tavandan başka bir yere gitmiyordu. Bu sadece sergilenen bir tarihi eserden ibaretti. Günlüğünde bahsettiğinin aynısıydı.
Ama merdivenin alt kısmı bir ahşap kapının altında kayboluyordu ve Caitlin bu kapının altında basamakların aşağı, başka bir kata gidip gitmediklerinden emin değildi. Etrafı iple çevriliydi ve ona yaklaşamıyordu bile.
Orada ne olduğunu öğrenmeliydi. Aşağı gidiyorsa, yazdığı her şey uydurma değil, gerçekti.
İki tarafa da baktı ve odanın uzak köşesinde uyuklayan bir güvenlik görevlisinin bulunduğunu gördü.
Bir müzede ipin diğer tarafına geçmenin başına büyük belalar açacağını, hatta belki de tutuklanabileceğini biliyordu. Ama orada ne olduğunu öğrenmeliydi. Bunu hızlıca yapmalıydı.
Caitlin hemen kadife ipin üzerinden atladı ve merdivene doğru ilerledi.
Ansızın alarm çaldı ve çıkardığı acı ses dört bir yana yayıldı.
Güvenlik görevlisi “BAYAN!” diye bağırdı.
Ona doğru koşmaya başladı. Alarm acı acı çalmaya devam ediyordu ve kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
Ama artık çok geçti. Geri dönemezdi. Orada ne olduğunu öğrenmek zorundaydı. Özellikle de tarih ve tarihi eserler söz konusu olduğunda ipin üzerinden atlamak, müzedeki bir sergiye zarar vermek ve kurallara aykırı davranmak onun tabiatına aykırıydı. Ama başka seçeneği yoktu. Burada söz konusu olan Scarlet’in hayatıydı.
Caitlin merdivene ulaştı ve orta çağdan kalma ahşap kolu tuttu. Kolu hızla çekti.
Kapı açıldı ve Caitlin merdivenin nereye doğru gittiğini gördü.
Hiçbir yere gitmiyordu. Merdiven yerde son buluyordu. Bu sahte bir merdivendi. Sadece sergilenmek için buradaydı.
Kalbi umutsuzlukla doldu. Yeraltı odası diye bir şey yoktu. Buraya açılan bir kapak da yoktu. Hiçbir şey yoktu. Tıpkı sergide gösterildiği gibi, bu sadece bir merdivendi. Başka bir şey değildi. Bir tarihi eser. Eski bir kalıntı. Hepsi yalandan ibaretti. Hepsi.
Caitlin birden güçlü kolların kendisini arkadan yakaladığını, sürükleyerek götürdüğünü ve kadife ipin üzerinden geçirip diğer tarafa taşıdığını hissetti.
Onun sürüklemesine yardım etmek için gelen başka bir güvenlik görevlisi “Ne yaptığını sanıyorsun!?” diye bağırdı.
“Üzgünüm,” dedi ve hızlı düşünmeye çalıştı. “Ben… sadece… küpemi kaybettim. Yere düştü ve yerde seke seke gitti. Oraya gittiğini zannettim. Onu arıyordum.”
“Burası bir müze, bayan!” kıpkırmızı suratıyla bağırdı. “Çizgileri böyle istediğiniz gibi aşamazsınız. Ve gördüğünüz her şeye dokunamazsınız!”
“Üzgünüm,” dedi, boğazı kurumuştu. İçinden onu tutuklamamaları için dua etti. İsteseler onu tutuklayabileceklerini biliyordu.
İki güvenlik görevlisi tartışır gibi birbirlerine baktı.
Sonunda içlerinden birisi, “Çıkıp gidin buradan!” dedi.
Onu ittirdi ve Caitlin rahatlayarak hızla koridordan geçti. Dışarı, daha aşağıdaki bir terasa açılan açık bir kapı buldu ve buradan koşarak çıktı.
Kendisini Ekim ayının serin havasında, daha düşük seviyedeki bir düzlüğe çıkmış halde buldu, kalbi hala çarpıyordu. Oradan çıktığına çok mutluydu. Ama aynı zamanda aklı başından gitmişti. Orada hiçbir şey yoktu. Bütün günlüğü uydurma mıydı? Hiçbiri gerçek değil miydi? Her şeyi sadece hayal mi etmişti?
Peki, bütün bunlar Aiden’in gösterdiği tepkiyi nasıl açıklıyordu?
Caitlin parke