tutarak ara sokaktan çıkıyor. Aynı elbise. Aynı ayakkabılar. Adam daha ufak tefek, Cindy’den daha kısa boylu ve dans ediyor. Ciddi ciddi kızı tutmuş dans ediyor. Kızın uyuşturulmuş olduğu belli. Ayaklarını sürüyor. Adam bir ara kameraya bile bakıyor. O hasta hergele bizimle dalga geçmiş. Kızı bir minivanın ön tarafına oturuyor ve hiçbir şey olmamış gibi çekip gidiyor. Araba bir Chrysler ve koyu mavi renkli.”
“Plakası?”dedi Dylan.
“Sahte. Çoktan kontrol ettim. Sahte plaka takmış olmalı. Beş eyalet çapında son beş senede satılmış koyu mavi renkli Chrysler minivanları araştırıyorum. Biraz zaman alacak, ama belki biraz daha fazla bilgiyle listeyi daraltabiliriz. Ayrıca, adam muhtemelen kılık değiştirmiş. Suratı neredeyse hiç belli olmuyor. Bıyık takmış, büyük bir ihtimalle peruk ve gözlük de takmış. Görebildiğimiz tek şey boyu, bir altmış beş, bir altmış sekiz arası; bir de ten rengi: beyaz.”
“Kasetler nerede?” diye sordu O’Malley.
“Aşağı katta, Sarah’da,” dedi Avery. “Biraz zaman alabileceğini, ama izlediklerinden katilin bir eskizini yarına dek çıkarmaya çalışacağını söyledi. Yüz tanıma sistemine eklediğimizde, şüphelilerimizle karşılaştırabilir ve neler bulabileceğimizi görmek için veri tabanına da koyabiliriz.”
“Jones ve Thompson nerede?” dedi Dylan.
“Hâlâ çalıştıklarını umuyorum,” dedi Avery. “Thompson parkta gözetimden sorumlu. Jones da ara sokaktaki minivanın peşinde.”
“Bir oradan ayrılana kadar, Jones ara sokaktan on blokluk bir çapta en az altı kamera daha buldu. Bunlar işe yarayabilir.”
“Minivanın izini bulamasak bile, en azından gittiği yönle ilgili tahminleri aza indirebiliriz. Adamın ara sokaktan kuzeye doğru gittiğini biliyoruz. Bu da Thompson’ın parkta bulduklarıyla örtüşüyor ve bir alanı bir üçgen içine alıp gerekirse ev ev dolaşmamız da mümkün.”
“Ya adli tıp?” dedi O’Malley.
“Ara sokakta hiçbir şey yokmuş,” dedi Avery.
“Bu kadar mı?”
“Elimizde birkaç şüpheli de var. Cindy kaçırıldığı gece bir partideymiş. George Fine diye bir genç de oradaymış. Çocuk senelerdir Cindy’yi izliyormuş. Onunla aynı dersleri alıyor, gittiği yerlerde tesadüfen karşısına çıkıyormuş. O gece Cindy’yle ilk kez öpüşmüş ve bütün gece dans etmişler.”
“Onunla konuştunuz mu?”
“Henüz konuşmadık,” dedi Avery ve Dylan’ a baktı. “Harvard Üniversitesi’nde olası bir karmaşa yaratmadan önce izninizi isteyecektim.”
“Eh, en azından bir nebze protokolden anlaman iyi bir şey,” diye homurdandı Dylan.
“Bir de erkek arkadaşı var,” dedi Avery O’Malley’ye. “Winston Graves. Cindy’nin o gece onun evine getirmesi gerekiyormuş. Ama oraya hiç gitmemiş.”
“Tamam, o halde elimizde iki potansiyel şüpheli, olayın görüntüleri ve izlenmesi gereken bir araba var. Çok etkilendim. Ya cinayet niyeti? Bunu düşündünüz mü?”
Avery bakışlarını başka yöne çevirdi.
İzlediği görüntüler, kurbanın o şekilde parka bırakılışı yaptığı işi çok seven bir adama işaret ediyordu. Adam bunu daha önce yapmıştı, tekrar yapacaktı. Onu bir tür güç gösterisi motive ediyor olmalıydı, çünkü polisi hiç umursamamıştı. Ara sokaktaki kameraya eğilip selam verişi de Avery’ye bunları söylüyordu. Bunu yapması için ya büyük bir cesaret, ya da aptallık gerekliydi. Cesedin bırakılışıyla ya da kurbanın kaçırılışıyla ilgili hiçbir şey de bunu düşünmeden yaptığını göstermiyordu.
“Bizimle oyun oynuyor,” dedi Avery. “Yaptığı işi seviyor ve yine yapmak istiyor. Bence iyi bir planı var. Bu iş henüz bitmedi.”
Dylan alaycı bir tavırla gülüp başını salladı.
“Çok saçma,” dedi asabi bir sesle.
“Tamam,” dedi O’Malley. “Avery, yarın şüphelilerle konuşmak için iznin var. Dylan, Harvard’la konuş ve olacakları haber ver. Ben de bu gece müdürü arayıp ona bildiklerimizi anlatayım. Ayrıca, kamera görüntüleri için de genel bir araştırma izni çıkarabiliriz. Thompson’la Jones’u bunlardan haberdar edelim. Dan, bütün gün çalıştığını biliyorum. Bir iş daha yap, sonra paydos dersin. Elinde yoksa, Harvardlı o iki gencin adreslerini bul. Eve dönerken evlerinin önünden bir geç bakalım. Orada olduklarından emin ol. Kimsenin kaçmasını istemiyorum.”
“Bunu ben de yapabilirim,” dedi Ramirez.
“Pekâlâ,” diye ellerini çırptı O’Malley. “Haydi, işe koyulun. İkinize de aferin. Kendinizle gurur duymalısınız. Avery ve Dylan, bir dakika daha kalın.”
Ramirez elini Avery’den tarafa çevirdi.
“Sabahleyin seni almamı ister misin? Sekizde olur mu? Birlikte gideriz.”
“Tabii.
“Sarah’yla eskiz hakkında konuşacağım. Belki daha erken tamamlar.”
Bir partnerin yardımcı olmaya bu denli hevesli oluşu, hem de bunu kendi isteğiyle ve başkası tarafından dürtülmeden yapıyor olması Avery için yeni bir durumdu. Teşkilata katıldığından beri birlikte çalıştığı herkes onu öldürüp bir çukura atmak istemişti.
“Harika,” dedi.
Ramirez gittikten sonra, O’Malley Dylan’ı toplantı masasının bir ucuna, Avery’yi de diğer ucuna oturttu.
“Beni iyi dinleyin,” dedi alçak ama kararlı bir sesle. “Müdür bugün beni aradı ve bu vakayı tanınmış ve gözden düşmüş eski bir ceza avukatına vererek ne yapmaya çalıştığımı sordu. Avery, ona bu iş için senin doğru polis memuru olduğunu ve kararımın arkasında olduğumu söyledim. Bugün yaptıkların yanılmadığımı gösteriyor. Ama saat neredeyse yedi buçuk ve hala buradayım. Bir karım ve beni evde bekleyen üç çocuğum var. Bir an önce gidip onları görmek ve bu boktan yeri bir süreliğine unutmak istiyorum. İkiniz de bu endişeleri paylaşmıyor gibisiniz. O yüzden, belki de neden söz ettiğimi anlamayacaksınız.”
Avery geriye yaslanıp merakla ona baktı.
“Anlaşmaya bakın ve saçmalıklarınızla beni artık rahatsız etmeyin!” diye bağırdı O’Malley.
Odaya gergin bir hava çöktü.
“Dylan, bir şef gibi davranmaya başla! Bana her sümsük ayrıntıyı anlatmak için telefon açma. İnsanlarla kendi başına nasıl başa çıkabileceğini öğren. Sana gelince,” dedi Avery’ye. “Şu salak esprileri kes ve hiçbir şey umurumda değil tavrını bırak ve bir kez olsun umursuyormuş gibi davran. Çünkü umursadığını biliyorum.” Uzun uzun ona baktı. “Dylan ve ben saatlerdir seni bekliyoruz. Telsizi kapatmak mı istiyorsun? Telefonlara bakmamak mı istiyorsun? Düşünmene yardımcı mı oluyor? Tamam. Bildiğin gibi yap. Ama bir üstün aradığında, onu hemen geri ara. Bir dahaki sefere aynı şeyi yaparsan seni bu vakadan alırım. Anlaşıldı mı?”
Avery utanç içinde tamam der gibi başını salladı.
“Anlaşıldı,” dedi.
Dylan da “Anladım,” dedi.
“Güzel,” dedi O’Malley.
Omuzlarını dikleştirip gülümsedi.
“Bunu daha önce yapmalıydım,