İlk önce zihnimi temizledim (bütün düşüncelerden). Etrafımdaki doğayla uyumlu bir hale gelip zihnimde tüm mekânı tasarladım. Oradan, doğanın bir parçası olduğumu büyük bir cemaat ritüeliyle tamamen birbirimize bağlandığımızı anladım. Sessizliğim, doğa ananın sessizliğiydi; çığlığım da onun çığlığıydı; aşamalı bir şekilde arzu ve isteklerini hissetmeye başladım ve tersi oldu. Hayatını insanların yok etmesinden kurtarmak için yalvarırcasına attığı sıkıntılı yardım çığlığını hissedebiliyordum: Ormansızlaştırma, aşırı madencilik, avlanma ve balık avlama, kirletici gazların atmosfere salınımı ve insanların yaptığı diğer gaddarlıklar. Aynı şekilde o da beni dinliyor ve tüm plânlarımı destekliyordu. Tefekkür esnasında tamamen birbirimize kilitlenmiştik. Bütün bu uyum ve ortaklık beni tamamen sessiz ve isteklerime odaklanmış bir hale getirdi. Bir şey değişene kadar: Beni uyandıran aynı dokunuşu hissettim. Gözlerimi yavaşça açtım ve kendisine kutsal dağın koruyucusu diyen aynı kadınla yüz yüze durduğumu fark ettim.
—Görüyorum ki tefekkürün sırrını anlamışsın. Dağ sana içindeki gücü biraz olsun keşfetmede yardımcı oldu. Birçok şekilde büyüyeceksin. Bu süreç boyunca sana yardım edeceğim. Öncelikle bir kulübe yapmak için kalas, çıta, dayanak ve halat bulmaya doğaya yönel sonra ateş yakmak için odun bul. Hava şimdiden kararıyor ve kendini yabani hayvanlara karşı koruman gerek. Yarından başlayarak sana ormanın bilgeliğini öğreteceğim, böylece gerçek görevin üstesinden gelebilirsin: Umutsuzluk mağarası. Yalnızca saf bir kalp onun çözülmüş ateşinden sağ çıkabilir. Rüyalarının gerçekleşmesini istiyor musun? O zaman bunun için bedel öde. Evren hiç kimseye bedava bir şey vermez. Başarıya ulaşmaya değer olması gereken biziz. Öğrenmen gereken ders bu, oğlum.
—Anlıyorum. Mağara görevinin üstesinden gelmek için ihtiyacım olan her şeyi öğreneceğimi umuyorum. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama kendime güvenim var. Eğer dağın üstesinden geldiysem mağarada da başarılı olacağım. Ayrılacağım zaman kazanmaya ve başarı elde etmeye hazır olacağımı sanıyorum.
—Bekle, kendine bu kadar güvenme. Hangi mağaradan bahsettiğimi bilmiyorsun. Şunu bil ki, birçok savaşçı onun ateşiyle denendi ve yok oldu. Mağara hiç kimseye merhamet göstermez, hayalcilere bile. Sabırlı ol ve sana öğreteceğim her şeyi öğren. Böylelikle gerçek bir kazanan olacaksın. Unutma: Kendine güven yardım eder, ama yalnızca doğru orandaysa.
—Anlıyorum. Bütün tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Bunları sonuna kadar takip edeceğime size söz veriyorum. Ne zaman şüphe yüzünden umutsuzluğa düşersem kendime sözlerinizi ve Tanrımın beni her zaman koruyacağını hatırlatacağım. Ruhun karanlık gecesinde kaçış olmadığı zaman korkmayacağım. Umutsuzluk mağarasını yeneceğim, bugüne kadar hiç kimsenin kaçamadığı mağarayı!
Kadın başka bir gün geleceğine söz vererek dostça vedalaştı.
Kulübe
Yeni bir gün başlıyor. Kuşlar fısıldayıp şarkılarını söylüyor, rüzgâr kuzeydoğudan esiyor ve meltemi yılın bu zamanı kızgın bir sıcaklıkla yükselen güneşi ferahlatıyor. Şu an aralık ve okul tatilinin başlangıcı olduğundan bu ay benim için en güzel aylardan birini temsil ediyor. Bu matematik bölümünde çalışmalara adanmış uzun bir yıldan sonra hak edilmiş bir ara; bütün o integraller, türevler ve polar koordinatları unutabileceğin an. Şimdi, hayatın beni içine atacağı bütün o görevlerle ilgili endişelenmem lâzım. Hayallerim buna bağlı. Yatak olarak hazırladığım aşınmış toprağın üzerindeki kötü bir gece uykusunun sonucu olarak sırtım ağrıyor. İnanılmaz bir çabayla inşa ettiğim kulübe ve yaktığım ateş bana gece için belirli bir güvenlik sağladı. Yine de, dışarıda ulumalar ve ayak sesleri duydum. Hayallerim beni nereye getirdi? Cevap medeniyetin henüz ulaşmadığı bir yer olan dünyanın öbür ucuna. Sen ne yapardın okuyucu? Hadi anlatmaya devam edelim.
Kendi düşüncelerime ve sorularıma dalmış bir haldeyken bana yolumda yardım etme sözü veren tuhaf kadının yanımda durduğunu güçlükle fark ettim.
—İyi uyudun mu?
—Eğer iyi hâlâ tek parça olmam anlamına geliyorsa, evet.
—Her şeyden önce, üzerine bastığın toprağın kutsal olduğu konusunda seni uyarmalıyım. Bu yüzden, görünüşe veya dürtülerine aldanma. Bugün senin ilk görevin. Artık sana yiyecek veya su getirmeyeceğim. Onları kendin bulacaksın. Her durumda kalbini dinle. Değerli olduğunu kanıtlamalısın.
—Bu çalılıklarda yiyecek ve su var ve ben bunu bulmalı mıyım? Bakın hanımefendi ben markette alışveriş yapmaya alışığım. Bu kulübeyi görüyor musunuz? Bu terlememe ve gözyaşı akıtmama neden oldu ama hâlâ güvenli olduğunu düşünmüyorum. Neden bana ihtiyacım olan yeteneği bahşetmiyorsunuz? Bence bu dik dağa tırmandığım zaman değerli olduğumu kanıtladım.
—Yiyecek ve su ara. Dağ, manevi gelişim sürecinde yalnızca bir adım. Hâlâ hazır değilsin. Sana, yetenek sunmadığımı hatırlatmalıyım. Bunu yapacak gücüm yok. Ben yalnızca yolu gösteren bir ok işaretiyim. Dileklerini gerçekleştiren mağara. Rüyaları imkânsız olanların aradığı umutsuzluk mağarası diye anılan mağara.
—Deneyeceğim. Kaybedecek başka hiçbir şeyim yok. Mağara benim son başarı umudum.
Bunu söyleyerek ayağa kalktım ve ilk görevime başladım. Kadın bir duman gibi kayboldu.
İlk Görev
İlk bakışta önümde aşınmış bir yol görüyorum. Oradan aşağı yürümeye başlıyorum. Dikenlerle dolu çalıların olduğu yerde en iyisi patikayı takip etmek olacaktır. Ayaklarımla uzaklaştırdığım taşlar bana bir şey söylüyormuş gibi görünüyor. Bu şey doğru yolda bulunduğum olabilir mi? Hayallerimi ararken geride bıraktığım her şeyi düşünüyorum: Ev, yiyecek, temiz kıyafetler ve matematik kitaplarım. Buna gerçekten değer mi? Sanırım öğreneceğim (zaman söyleyecek). Tuhaf kadın bana her şeyi anlatmamış gibi görünüyor. Daha çok yürüdükçe daha azını buluyorum. Tepe artık benim ulaştığım gibi geniş görünmüyor. Bir ışık… ileride bir ışık görüyorum. Oraya gitmem lâzım. Güneş ışıklarının dağın görüntüsünü açıkça yansıttığı yerde geniş bir alana ulaşıyorum. Patika sona erip iki ayrı yol olarak tekrar ortaya çıkıyor. Ne yapıyorum? Saatlerdir yürüyorum ve gücüm tükeniyor gibi görünüyor. Dinlenmek için bir an oturuyorum. İki yol ve iki seçim. Hayatta kaç kez bunun gibi durumlarla karşı karşıya geliyoruz; şirketini hayatta tutmak ve bazı işçileri çıkarmak arasında kalan bir girişimci; Brezilya’nın Kuzeydoğu kesimlerinin iç bölgelerinde, hangi çocuğunu besleyeceğine karar vermek zorunda kalan zavallı anne; karısı ve metresi arasında seçim yapmak zorunda kalan sadakatsiz koca; her neyse, benim hayatımda farklı birçok durum var. Benim avantajım seçimimin yalnızca beni etkileyecek olması. Kadının tavsiye ettiği gibi sezgilerimi takip etmem gerekiyor.
Kalkıyorum ve sağdaki yolu seçiyorum. Bu yolda büyük adımlarla yürüyorum ve çok geçmeden gözüme başka bir alan çarpıyor. Bu defa, bir su havuzu ve etrafında bazı hayvanlara rastlıyorum. Temiz ve şeffaf suda serinliyorlar. Nasıl ilerlemeliyim? Nihayet su buldum ama hayvanlarla dolu. Kalbime danışıyorum ve bana herkesin su için hakkı olduğunu söylüyor. Onları kovamam ve sudan da mahrum bırakamam. Doğa insanlarını hayatta tutmak için bir kaynak bereketi sunuyor. Ben onun dokuduğu ağdaki ipliklerden biriyim. Kendimi efendisi olarak gördüğüm noktadan daha üstün değilim. Ellerimle suya uzanıyorum ve bunu evden getirdiğim küçük bir kavanoza dolduruyorum. Görevin ilk kısmıyla karşılaştık. Şimdi yemek bulmalıyım.
Yiyecek