Хеннинг Манкелль

Piramit ve Diğer Wallander Maceraları


Скачать книгу

Kadın kısa bir süre düşündü.

      “Belki,” dedi. “Yavaş mı konuşuyordu? Sessizce mi?”

      Wallander biraz düşünüp başını salladı. Hålén’in konuşma tarzı için böyle denilebilirdi.

      “Sanırım küçük bir oyun oynamış,” dedi Wallander. “Yalnızca otuz iki sıra kadar.”

      Kadın biraz düşündükten sonra başını salladı.

      “Evet,” dedi. “Buraya haftada bir gelir. Bir hafta otuz iki sıralık, sonraki hafta altmış dört sıralık kupon yatırır.”

      “Ne giydiğini hatırlıyor musunuz?”

      “Mavi bir ceket,” dedi hemen.

      Wallander, Hålén’i neredeyse her gördüğünde fermuarlı mavi bir ceket giydiğini hatırladı.

      Kızın hafızasının iyi olduğuna şüphe yoktu. Merakı da öyleydi.

      “Bir şey mi yaptı?”

      “Bildiğimiz kadarıyla hayır.”

      “İntihar olduğunu duydum.”

      “Aynen öyle ama yangın kundaklamaydı.”

      Bunu söylememeliydim, diye düşündü Wallander. Henüz kesin olarak bilmiyoruz.

      “Her zaman bahis yapardı,” dedi. “Kuponlarını buraya yatırıp yatırmadığını neden soruyorsunuz?”

      “Rutin sorgulama,” diye yanıtladı Wallander. “Onun hakkında başka bir şey hatırlıyor musunuz?”

      Cevabı onu şaşırtmıştı.

      “Buradaki telefonu kullanırdı,” dedi.

      Telefon, bahis kuponlarının bulunduğu masanın yanındaki küçük bir raftaydı.

      “Bu sık olur muydu?”

      “Her seferinde kullanıyordu. Önce kuponu yatırıp parasını öderdi. Sonra aramasını yapar, kasaya döner ve parasını öderdi.”

      Kadın dudağını ısırdı.

      “Telefon konuşmalarında tuhaf bir şey vardı. Bir keresinde dikkatimi çektiğini hatırlıyorum.”

      “Ne olmuştu?”

      “Numarayı çevirip konuşmaya başlamadan önce başka bir müşterinin içeri girmesini beklerdi hep. Dükkânda sadece ikimiz varken hiç arama yapmazdı.”

      “Kulak misafiri olmanızı istememiştir.”

      Kadın omuz silkti.

      “Belki de sadece mahremiyete önem veriyordur. Bu normal değil mi?”

      “Hiç ne hakkında konuştuğunu duydunuz mu?”

      “Müşteriyle ilgilenirken de insan bir şeyler duyabiliyor.”

      Bu merakı çok işe yarayacak, diye düşündü Wallander.

      “Ne duydunuz?”

      “Fazla bir şey duymadım,” diye yanıtladı. “Zaman verdi sanırım. Hepsi bu kadar.”

      “Zaman mı?”

      “Biriyle bir zaman ayarladığı hissine kapıldım. Konuşurken sık sık saatine bakıyordu.”

      Wallander bir an düşündü.

      “Genellikle haftanın aynı günü mü gelirdi?”

      “Her çarşamba öğleden sonra, sanırım iki ile üç arası gelirdi. Ya da belki biraz daha sonra.”

      “Başka bir şey satın alır mıydı?”

      “Hayır.”

      “Bütün bunları nasıl bu kadar ayrıntılı hatırlıyorsunuz? Birçok müşteriniz olmalı.”

      “Bilmiyorum,” dedi. “Ama bence insan sandığından daha fazlasını hatırlıyor. Biri size sormaya başlayınca bildikleriniz bir bir dökülüyor.”

      Wallander kadının ellerine baktı, yüzük takmamıştı. Bir an ona çıkma teklif etmeyi düşündü ama sonra dehşete kapılarak bu düşünceyi aklından çıkardı.

      Sanki Mona düşüncelerini duymuş gibi hissetti..

      “Hatırladığınız başka bir şey var mı?”

      “Hayır,” dedi, “ama bir kadınla konuştuğuna eminim.”

      Wallander şaşırdı.

      “Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?”

      “Duyduğum için.”

      “Yani Hålén’in randevu ayarlamak için bir kadını aradığını mı söylüyorsunuz?”

      “Bunda bir gariplik yok herhâlde. Elbette yaşlıydı ama bunun bir önemi yok.”

      Wallander başını salladı. Elbette haklıydı ve eğer haklıysa, değerli bir şey öğrenmişti. Sonuç olarak Hålén’in hayatında bir kadın vardı.

      “İyi,” dedi. “Başka bir şey hatırlıyor musunuz?”

      Cevap vermeden önce içeri müşteri girdi. Wallander bekledi. Çok dikkatli bir şekilde iki paket şeker seçen iki küçük kız, daha sonra ellerindeki bozuklukları sayıp parayı ödediler.

      “Kadının adı A ile başlıyor olabilir,” dedi. “Daha önce de söylediğim gibi her zaman çok sessiz konuşurdu. Ama kadının adı Anna olabilir ya da biri A ile başlayan çift isimli bir kadın.”

      “Bundan emin misiniz?”

      “Hayır,” dedi. “Fakat ben öyle düşünüyorum.”

      Wallander’in bir sorusu daha vardı.

      “Her zaman yalnız mı gelirdi?”

      “Evet, her zaman.”

      “Çok yardımcı oldunuz,” dedi.

      “Bunları neden öğrenmek istediğinizi sorabilir miyim?”

      “Ne yazık ki hayır,” dedi Wallander. “Soru sormak bizim işimiz, ancak nedenini her zaman söyleyemeyiz.”

      “Belki de polis olmalıyım,” dedi. “Hayatımın geri kalanını bu dükkânda çalışarak geçirmek istemiyorum.”

      Wallander tezgâhın üzerine eğilip telefon numarasını kasanın yanındaki küçük bir not defterine yazdı.

      “İstediğiniz zaman beni arayabilirsiniz,” dedi. “Bir ara buluşuruz, polis olmanın nasıl bir şey olduğunu size anlatırım. Her neyse, hemen köşede oturuyorum zaten.”

      “Wallander,” dedi. “Adınız bu mu?”

      “Kurt Wallander.”

      “Ben de Maria ama havaya girmeyin hemen, erkek arkadaşım var.”

      “Girmem,” dedi Wallander gülümserken.

      Sonra da gitti.

      Bir erkek arkadaşın her zaman üstesinden gelinebilir, diye düşündü sokağa adım atarken. Bir süre durdu. Kız gerçekten de ararsa ne olacaktı? Mona’yla ilişkileri bittikten sonra ararsa? Kendi kendine ben ne yapıyorum dedi. Bir yandan da bu düşünceyle heyecanlandı.

      Telefon numarasını Maria gibi güzel bir kadına vermekte haklıydı, buna neden olan Mona’ydı. Sanki Wallander günah işlediği için cezalandırılıyormuş gibi o anda yağmur yağmaya başladı. Eve vardığında sırılsıklam olmuştu. Islak sigara paketlerini mutfak masasının üzerine koyup bütün kıyafetlerini çıkardı. Maria şimdi burada olup havluyla beni kurulasa ne güzel olurdu, diye düşündü. Mona saç kesip lanet kahve molalarını vermeye devam edebilir.

      Sabahlığını giyip not