farklı olurdu.”
“Yani biri posta kutusundan mı attı?”
“Bu en olası senaryo.”
Faråker paspasın kalıntılarını ayağıyla dürttü.
“Kâğıt yok,” dedi. “Daha büyük olasılıkla bir bez parçası ya da pamuk kullanmış.”
Hemberg kasvetli bir şekilde başını salladı.
“Ölmüş insanların evinde yangın çıkaran baş belaları olabilir.”
“Senin sorunun,” dedi Faråker. “Benim değil.”
“Adli tıptan buna bakmasını istememiz gerekecek.”
Bir an için Hemberg endişeli göründü. Sonra Wallander’e baktı.
“Kahve bulabilir miyiz?”
Wallander’in dairesine girdiler. Hemberg, devrilmiş leğene ve yerdeki su birikintisine baktı.
“Yangını kendin mi söndürmeye çalışıyordun?”
“Ayak banyosu yapıyordum.”
Hemberg dikkatle ona baktı.
“Ayak banyosu?”
“Bazen ayaklarım ağrıyor.”
“O hâlde yanlış ayakkabı giyiyor olmalısın,” dedi Hemberg. “On yıldan fazla devriye gezdim ama ayaklarımla ilgili hiç sorun yaşamadım.”
Wallander kahveyi hazırlarken Hemberg mutfak masasına oturdu.
“Bir şey duydun mu?” diye sordu Hemberg. “Merdivenlerde kimse var mıydı?”
“Hayır.”
Wallander bu sefer de uyuduğunu itiraf etmenin utanç verici olduğunu düşündü.
“Orada birileri hareket ediyor olsaydı, duyar mıydın?”
“Ön kapının çarptığını duyabilirsiniz,” dedi Wallander kasıtlı bir muğlaklıkla. “Muhtemelen birinin girdiğini duyardım. Tabii kapının çarpmasını engellemezse.”
Wallander bir paket vanilyalı gofret çıkardı. Kahvenin yanında ikram edebileceği tek şey buydu.
“Burada bir tuhaflık var,” dedi Hemberg. “Her şey mükemmel bir intihar olduğuna işaret ediyor. Hålén’in sağlam bir eli olmalı, iyi hedef almış. Tereddüt etmeksizin, doğrudan kalbi vurmuş. Adli tıbbın işi henüz bitmedi ama intihardan başka bir ölüm nedeni aramamıza gerek yok. Hiç şüphe yok. Sorun daha çok bu kişinin ne aradığında. Bir de neden birisi daireyi yakmaya çalıştı? Muhtemelen aynı kişi olmalı.”
Hemberg, Wallander’e başıyla işaret ederek biraz daha kahve istediğini belirtti.
“Bunun hakkında bir fikrin var mı?” diye sordu Hemberg birdenbire. “Varsa şimdi göster bana.”
Wallander hazırlıksız yakalanmıştı.
“Dün gece burada olan kişi bir şey arıyordu,” diye başladı. “Ama muhtemelen hiçbir şey bulamadı.”
“Onu böldüğün için mi? Aksi hâlde çoktan gitmiş mi olurdu?”
“Evet.”
“Ne arıyordu?”
“Bilmiyorum.”
“Şimdi de birisi daireyi ateşe veriyor. Aynı kişi olduğunu varsayalım. Ne anlama geliyor bu?”
Wallander düşünmeye başladı.
“Acele etme,” dedi Hemberg. “İyi bir komiser olmak istiyorsan yöntemli düşünmeyi öğrenmelisin ve bu da genellikle düşünürken acele etmemek anlamına gelir.”
“Belki de aradığı şeyi başka birinin bulmasını istemiyordu?”
“Belki,” dedi Hemberg. “Neden ‘belki’?”
“Çünkü başka bir açıklaması olabilir.”
“Ne gibi mesela?”
Wallander ümitsizce bir alternatif bulmaya çalıştı ama bulamadı.
“Bilmiyorum,” diye yanıtladı. “Başka bir alternatif bulamıyorum şimdi.”
Hemberg bir gofret aldı.
“Ben de bulamıyorum,” dedi. “Bu da açıklamanın hâlâ dairede olduğu anlamına geliyor, biz bulamasak da. O gece eve girilmeseydi, silah muayenesi ve otopsi sonuçları gelir gelmez bu soruşturma sona erecekti. Ama şimdi yangından sonra muhtemelen bir kez daha evi incelemek zorunda kalacağız.”
“Hålén’in gerçekten hiç akrabası yok mu?” diye sordu Wallander.
Hemberg fincanını bırakıp ayağa kalktı.
“Yarın odama gel, sana raporu göstereyim.”
Wallander tereddüt etti.
“Bunun için vakit bulabilir miyim, bilmiyorum. Yarın Malmö’deki parkları gezip sarhoşlarla uğraşacağız.”
“Amirinle konuşurum,” dedi Hemberg. “Hallederiz o işi.”
Ertesi gün, 7 Haziran’da sekizi biraz geçerken Wallander, Hem-berg’in Hålén hakkında oluşturduğu tüm dosyayı okuyordu. Çok az bilgi vardı. Zengin değildi ama borcu da yoktu. Tamamen emekli maaşıyla yaşıyormuş gibi görünüyordu. Kaydedilen tek akrabası 1967’de Katrineholm’de ölen kız kardeşiydi. Anne babası daha önce vefat etmişti.
Hemberg toplantıdayken Wallander raporu Hemberg’in odasında okudu. Sekiz buçuktan kısa süre sonra geri geldi.
“Bir şey buldun mu?” diye sordu.
“Bir insan nasıl bu kadar yalnız olabilir?”
“Sorabilirsin,” dedi Hemberg, “ama cevap veremez. Hadi eve tekrar bakalım.”
O sabah adli tıp teknisyenleri Hålén’in dairesini kapsamlı bir şekilde inceliyorlardı. İşi yöneten adam zayıf, kısa boylu ve neredeyse hiç konuşmayan biriydi. Adı Sjunnesson’du, İsveç adli tıbbında bir efsaneydi.
“Bir şey varsa gözünden kaçmaz,” dedi Hemberg. “Burada kal ve ondan bir şeyler öğren.”
Hemberg’e bir mesaj gelince gitti.
“Jägersro’da adamın biri kendini bir garajda asmış,” dedi döndüğünde.
Sonra tekrar gitti. Döndüğünde saçlarını kestirmişti.
Saat üçte Sjunnesson işi durdurdu.
“Burada bir şey yok,” dedi. “Gizli para da uyuşturucu da yok. Temiz.”
“O zaman burada bir şey olduğunu düşünen biri var,” dedi Hem-berg. “Acaba kim yanıldı? Şimdi bu dosyayı kapatacağız.”
Wallander, Hemberg’i sokağa kadar takip etti.
“Ne zaman bırakman gerektiğini bilmelisin,” dedi Hemberg. “Bu belki de en önemli şey olabilir.”
Wallander dairesine dönerek Mona’yı aradı. O akşam buluşup arabayla dolaşmaya karar verdiler. Mona bir arkadaşının arabasını ödünç almıştı. Wallander’i saat yedide alacaktı.
“Haydi Helsingborg’a gidelim,” diye önerdi Mona.
“Neden?”
“Çünkü oraya hiç gitmedim.”
“Ben de,” dedi Wallander. “Yedide hazır olurum. Sonra Helsingborg’a gideriz.”
Ama Wallander o akşam Helsingborg’a gidemedi. Saat altıdan kısa bir süre önce telefon çaldı. Arayan Hemberg’di.
“Buraya gel,”