Хеннинг Манкелль

Huzursuz Adam


Скачать книгу

döndüm. Baltık Denizi’nde denizaltılar görünmeye başlayınca, biz batı kıyısında konuşlandırıldık. 2 Ekim günü öğle saatlerinde, Komutan Nyman bizim tam hız Stockholm Adalar Denizi’ne gitmemizi istedi; orada destek olarak yardımımıza ihtiyaç vardı.”

      “Durumların karışık olduğu o günlerde Håkan ile bağlantınız var mıydı?”

      “Beni aradı.”

      “Evden mi, gemiden mi?”

      “Muhripteyken. O sıralar hiç evde değildim. Bütün izinler iptal edilmişti. Kırmızı alarmdaydık denebilir. Cep telefonlarının bu kadar sık kullanılmadığı o güzel günler olduğunu unutmayın. Muhripin telefon görüşmelerine bakan denizciler aşağı gelip bize haber geldiğini bildirirlerdi. Håkan genellikle geceleri arardı. Kendisinden gelen telefonlara kamaramdan cevap vermemi isterdi.”

      “Neden?”

      “Sanırım konuştuğumuz şeyleri kimsenin duymasını istemezdi.”

      Sten Nordlander soruları yanıtlarken kaba ve isteksiz bir tavrı vardı. Konuşurken bir yandan pastasından kalanları çatalıyla eziyordu.

      “Ekim ayının biri ile on beşi arasında hemen hemen her gece görüştük. Bana anlattığı şeyleri bir başkasıyla paylaşabileceğini sanmıyorum ama biz birbirimize güvenirdik. Omuzlarındaki sorumluluk çok ağırdı. Attığı su altı bombası rotasını şaşırırsa denizaltıyı su yüzüne çıkarmak yerine batmasına sebep olabilirdi.”

      Nordlander’in pasta artıkları iştah kaçırıcı bir görünüm almıştı. Çatalını bıraktı ve kâğıt peçeteyi buruşturup tabağının içine attı.

      “O son gece beni tam üç kez aradı. Çok geç bir saatti ya da çok erken demeli. Aradığında tanyeri yeni ağırıyordu.”

      “Siz hâlâ muhripte miydiniz?”

      “Hårsfjjärden’nin güneydoğusunda bir milden daha az bir uzaklıktaydık. Hava rüzgârlıydı ama çok kötü değildi. Tam teyakkuz hâlindeydik. Subaylar elbette olup bitenler hakkında uyarılmışlardı ama mürettebatın geri kalanı sadece eyleme geçmeye hazır olduğumuzu biliyor, sebebini ise bilmiyorlardı.”

      “Gerçekten de size denizaltıyı avlamaya başlama emri verilecek miydi?”

      “Denizaltılardan birini su üstüne çıkmaya zorladığımız takdirde Rusların nasıl tepki vereceğini bilmiyorduk. Belki onu kurtarmaya çalışabilirlerdi. Gotland’ın kuzeyinde Rus gemileri vardı ve yavaş yavaş bizim bulunduğumuz yere doğru geliyorlardı. Telsiz subaylarımızdan biri daha önce hiç bu kadar çok telsiz trafiği görmediğini söylemişti, hatta Baltık kıyılarında yaptıkları büyük tatbikatlar sırasında bile. Rahatsız oldukları belliydi.”

      Marie biraz daha kahve isteyip istemediklerini sormak için içeri girince konuşmalarına ara verdiler. İkisi de hayır dedi.

      “En önemli şey hakkında kafa yoralım biraz,” dedi Wallander. “Sıkıştırdığınız denizaltıyı salıverme emrine nasıl tepki verdiniz?”

      “Kulaklarıma inanamamıştım.”

      “Bunu nasıl haber almıştınız?”

      “Nyman aniden geri durma, Landsort’a gitme ve orada bekleme emri almıştı. Açıklama yapılmamıştı, Nyman da gereksiz sorular soracak bir tip değildi. Bana telefon geldiğini söylediği sırada ben makine dairesindeydim. Kamarama koştum. Arayan Håkan’dı. Yalnız olup olmadığımı sordu.”

      “Sık sık böyle yapar mıydı?”

      “Pek yapmazdı, hayır. Ben de ona yalnız olduğumu söyledim. Bana gerçeği söylüyor olmamın çok önemli olduğunu söyledi. Buna kızdığımı hatırlıyorum. Sonra onun kumanda odasından çıkmış olduğunu ve beni bir telefon kulübesinden aradığını anladım.”

      “Bunu nereden bilebilirsiniz ki? Size o mu söyledi?”

      Nordlander soran gözlerle Wallander’e baktı.

      “Burada polis siz misiniz, ben mi? Nefes nefese kaldığını duyabiliyordum!”

      Wallander provoke edilmeye izin vermeyecekti. Sadece başını sallayarak Nordlander’den devam etmesini istedi.

      “Huzursuzdu, hem öfkeli hem de korkmuştu diyebiliriz sanırım. Bunun vatana ihanet olduğunu söyleyip duruyordu; emirlere karşı geleceğini, ne emir verirlerse versinler o Tanrı’nın belası denizaltıyı bombalayıp su üstüne çıkaracağını söylüyordu. Sonra parası bitti sanırım. Sanki biri hattı kesmiş gibi gelmişti bana.”

      Wallander gözlerini dikip devamını anlatması için bekledi ama devamı gelmedi.

      “Bu çok ciddi bir itham. Vatana ihanet mi?”

      “Ama durum tam tamına buydu! Bizim karasularımızı işgal eden bir denizaltıyı salıverdiler.”

      “Kim sorumluydu?”

      “Genelkurmay başkanlığından biri; yapılması gerekeni yapmaktan birdenbire çok korkan biri, büyük olasılıkla tek bir kişi değil. Bir Rus denizaltısının su yüzüne çıkarılmasını istemediler.”

      Elinde kahve fincanı olan bir müşteri, bulundukları yere gelmişti ama Nordlander öyle dik dik baktı ki adam diğer bölümde başka bir masa aramak üzere hemen yeniden dışarı çıktı.

      “Sorumluluk kimdeydi, bilmiyorum. ‘Neden’ sorusunu cevaplamak daha kolay olabilir ama böyle bile olsa, bir spekülasyon olmaktan öteye gitmez. Bilmiyorsan bilmiyorsundur.”

      “Bazen yüksek sesli düşünmek gerekir, polisler bile yapar bunu.”

      “Diyelim ki o denizaltında İsveç otoritelerinin el süremeyeceği bir şey vardı.”

      “Bu ne olabilir?”

      Sten Nordlander sesini alçalttı, çok fazla değil ama yine de Wallander’in dikkatini çekmişti.

      “Belki yaptığımız tahmin oyununu biraz genişletebilir ve bunun ‘bir şey’ değil, ‘birisi’ olduğunu düşünebiliriz. Ya gemide İsveçli bir subay olduğu ortaya çıksa neler olurdu, örnek bu ya!”

      “Bu nereden aklınıza geldi?”

      “Benim gelmedi. Håkan’ın varsayımlarından biriydi. Böyle bir sürü teorisi vardı.”

      Wallander konuşmaya devam etmeden önce bir süre düşündü. Nordlander’in söylediği her şeyi not etmediğine pişman oluyordu.

      “Sonrasında neler oldu?”

      “Neyin sonrasında?”

      Nordlander sinirlenmeye başlamıştı ama sebebi bütün bu sorular yüzünden miydi, yoksa arkadaşının kaybolmasıyla mı ilgiliydi, Wallander karar veremedi.

      “Håkan bana çevreye sorular sormaya başladığını söyledi,” dedi Wallander.

      “Neler olup bittiğini bulmaya çalışıyordu ama tabii her şey çok gizliydi. Hatta bazı dokümanlar ultra-gizli olarak sınıflandırılmıştı; bu, yetmiş seneliğine kilit altına alındıkları anlamına gelir. İsveç’te bir şeyin gizli olarak saklanabildiği en uzun süredir bu. Normal sınır kırk yıldır. Fakat bu işte bazı belgelere yetmiş yıl ambargosu konmuştu. Herhâlde bize kahve ile kurabiye getiren küçük Marie’nın bile onları okumaya ömrü yetmeyecek.”

      “Evet ama, Maria iyi genlere sahip bir aileden geliyormuş,” dedi Wallander.

      Sten Nordlander bu espriye karşılık vermedi.

      “Håkan bir şeyi kafasına takarsa inatçı bir insan olabilirdi,” diye devam etti Nordlander. “Kendini tıpkı İsveç karasuları gibi hakkına tecavüz edilmiş olarak görüyordu.