iddia eden bir görgü tanığı ama güvenilir değil. Hepsi bu.”
Bir suskunluk olmuştu. Wallander Ytterberg’in birisine şimdi gidip daha sonra gelmesini söylediğini duydu.
Konuşmaya tekrar başladıklarında, “Buna hiç alışamayacağım,” dedi Ytterberg. “İnsanlar sanki kapı vurma denen şeyi unutmuş, içeri dalıveriyorlar.”
“Çok yakında bir gün, emniyet müdürü bize de çalışmada verimliliği artırmak için hepimizin bir arada, açık plan ofis tarzı şeklinde oturmamız gerektiğini söyleyecek,” dedi Wallander. “Birbirimizin şahitlerinin söylediklerini dinleyebilecek ve başkalarının soruşturmalarına yardım edebileceğiz.”
Ytterberg bu sözlere keyifle güldü. Wallander, Stockholm polis teşkilatında kendine mükemmel bir bağlantı bulduğunu düşünüyordu.
“Bir şey daha,” dedi Ytterberg. “Emekli olmadan önce Håkan von Enke üst rütbeli bir deniz subayıymış. Dolayısıyla Säpo5’dakiler bu işe burunlarını sokacaklardır. Bizim güvenlik servisindeki arkadaşlar bir casus yakalayabilme ihtimaline karşı hep tetiktedirler.”
Wallander şaşırmıştı.
“Yani von Enke’den şüphenildiğini mi söylemeye çalışıyorsunuz?”
“Tabii ki hayır. Ama seneye bütçe görüşmeleri başlayınca ellerinde çalıştıklarını gösterecek bir şeyler olması lazım.”
Wallander mutfaktan biraz uzaklaştı.
“İkimizin arasında kalsın ama,” dedi alçak sesle, “siz neler olduğunu düşünüyorsunuz? Eldeki bütün gerçekleri unutun, tecrübeleriniz size ne diyor?”
“Durum oldukça ciddiye benziyor. Ormanda saldırıya uğrayıp kaçırılmış olmalı. Şu anda en olası şey olarak düşündüğüm bu.”
Ytterberg telefonu kapatmadan önce Wallander’den cep numarasını istedi. Wallander çayını içmek için yeniden salona döndü, bir yandan da kahveyi tercih edeceğini düşünüyordu. Louise mutfaktan gelmiş soran gözlerle ona bakıyordu. Wallander başını iki yana salladı.
“Yeni bir şey yok. Ama kayboluşunu oldukça ciddiye alıyorlar.”
Kadın kanepenin yanında ayakta dikilmeye devam etti.
“Öldüğünü biliyorum,” dedi, durup dururken. “Şu ana kadar en kötüsünü düşünmeyi hep reddettim ama artık daha fazla engelleyemiyorum.”
“Bu yargıya varabilmenizin temelleri olmalı,” dedi Wallander dikkatle. “Şu anda böyle düşünmenize neden olacak sebepler var mı?”
“Onunla kırk yıldır yaşıyorum,” dedi. “Bana böyle bir şeyi bilerek asla yapmazdı. Ne bana ne de aileden bir başkasına.”
Kadın aceleyle salondan çıktı. Wallander yatak odası kapısının kapandığını duydu. Bir süre bekledi, sonra ayağa kalkıp parmaklarının ucunda hole çıkıp dışarısını oradan dinledi. Kadının ağladığını duyabiliyordu. Gerçekte pek duygusal tiplerden sayılmasa da boğazının düğümlendiğini hissetti. Çayının geri kalanını bitirdi, ardından dün gece gidip baktığı, von Enke’nin çalışma odasına geçti. Perdeler hâlâ çekiliydi, onları açtı ve ışığın içeri girmesini sağladı. Sonra yazı masasını araştırmaya başladı, birer birer bütün çekmeceleri. Hepsi çok düzgündü, her şeyin bir yeri vardı. Gözlerden birinde eski pipolar, pipo temizleme gereçleri ve toz bezine benzer bir şey duruyordu. Dikkatini yazı masasının diğer çekmeceli dolabına çevirdi. İçindeki her şey güzelce dosyalanmıştı: Eski okul karneleri, sertifikalar ve bir pilot lisansı. 1958 Mart’ında Håkan von Enke, Bromma Havaalanı’n-da, tek motorlu uçak kullanma izni veren bir sınavdan geçmişti. Demek ömrünü denizin diplerinde harcamamış, diye düşündü Wallander. Sadece balıkları değil, kuşları da taklit etmiş anlaşılan.
Wallander, von Enke’nin Norra Latin Ortaokulu’ndan aldığı karneleri eline aldı. Tarih ile İsveççeden en yüksek notları almıştı ve de coğrafyadan ama Almanca ile din derslerinden sadece geçer not alabilmişti. Diğer çekmecede bir fotoğraf makinesiyle bir çift kulaklık vardı. Leica’nın eski bir modeli olan kamerayı daha yakından inceleyince içinde hâlâ film olduğunu gördü. Ya on iki poz çekilmişti ya da on iki pozluk yer hâlâ vardı. Makineyi yazı masasının üstüne bıraktı. Kulaklıklar da eskiydi. Wallander onların belki elli yıl önce en iyi kalite kulaklıklar olduklarını tahmin etti. Acaba von Enke bunları neden hâlâ elinde tutuyordu? En alttaki çekmecede içi renkli resimler ve konuşma baloncuklarıyla Son Mohikan hikâyesinin bir çizgi romanı vardı sadece. Çizgi roman çok okunmaktan Wallander’in elinde dağıldı dağılacak hâldeydi. Bir ara Rydberg’in kendisine söylediği bir şey aklına geldi: Her zaman diğerleriyle bağdaşmayan şeyi ara. 1962 basımı klasik bir çizgi roman Håkan von Enke’nin dolabının en alt çekmecesinde ne arıyordu?
Louise’in yaklaştığını duymamış, kadın birdenbire kapının girişinde belirivermişti. Yaşadığı duygu boşalmasının bütün izleri gitmiş, yüzü yeni pudralanmıştı. Elindeki çizgi romanı havaya kaldırdı.
“Bunu neden tutuyordu?”
“Sanırım ona bir arkadaşı tarafından özel bir günde verilmişti. Bana ayrıntılarını hiç anlatmadı.”
Kadın onu yine kendi işiyle baş başa bırakmıştı. Wallander kalan son büyük çekmeceyi açtı: Bel hizasında, kaide görevi gören yanlardaki iki büyük dolabın arasında kalan orta çekmeceyi. Bunun içindekiler düzenli olmaktan çok uzaktı. Mektuplar, fotoğraflar, eski uçak biletleri, bir doktor raporu, birkaç fatura. Neden her şey burada karmakarışıktı da diğer yerler düzgündü? Bu çekmecenin içindekilere şimdilik dokunmamaya karar verip açık bıraktı. İçinden aldığı tek şey doktor raporuydu.
İzini bulmaya çalıştığı adam pek çok kez aşı olmuştu. Daha üç hafta önce sarı humma aşısı olmuştu, ayrıca tetanoz ile sarılık aşısı da yaptırmıştı. Doktor raporuna zımbalanmış sıtmaya karşı ilaç reçeteleri vardı. Wallander’in kaşları çatıldı. Sarı humma mı? İnsanın buna karşı aşı olmasının gerekmesi için nereye yolculuk yapıyor olmalıydı? Bir cevap bulmadan evrakı yeniden çekmeceye bıraktı.
Wallander ayağa kalkıp dikkatini kitaplığa çevirdi. Kitaplara bakılırsa Håkan von Enke, İngiltere tarihi ve yirminci yüzyılda denizcilik alanında yaşanan gelişmelere büyük ilgi duyuyordu. Aralarında genel dünya tarihi ve bir sürü siyasi anı kitabı da vardı. Tage Erlander’in anı kitabının Stig Wennerström’ün otobiyografisinin hemen yanında durduğunu fark etti. Von Enke’nin İsveç şiir edebiyatına da ilgi duyduğunu görünce daha da şaşırdı. Aralarında Wallander’in tanımadığı isimler vardı, bazı şairleri ise biraz biliyordu, örneğin Sonnevi, Tranströmer gibi. Kitapların bir ikisini eline alıp inceleyince okunmuş olduklarını belli eden işaretler gördü. Tranströmer’in kitaplarından birinde, sayfa kenarına birisi notlar almıştı, bir yerine de ‘mükemmel bir şiir’ diye not düşülmüştü. Wallander şiiri okuyunca hak verdi. Çam ormanlarının iç çekişini anlatan bir şiirdi. Ivar Lo-Johansson’un bütün eserleri var gibiydi ve Vilhelm Moberg’in de öyle. Ortadan kaybolan adam hakkında Wallander’in sahip olduğu fikir giderek değişiyor, derinleşiyordu. Komutanın gösterişçi ve sanata ilgi duyduğunu dünyaya ispatlamaya çalışan bir insan olduğu kanısına varmasına neden olacak hiçbir şey yoktu ortada. Wallander böyle tiplerden nefret ederdi.
Kitaplığı bırakıp bu kez uzun dosya dolabına geçti ve çekmeceleri birer birer açmaya başladı. Dosyalar, mektuplar, raporlar, birkaç özel günlük ve “komuta ettiğim türler” diye etiketlenmiş denizaltı çizimleri