Хеннинг Манкелль

Huzursuz Adam


Скачать книгу

geri kalanında araştırmaya devam ettik. Sırf bu yüzden o helikopterlerin bilmem kaç bin litre yakıt harcadığını hâlâ merak ederim.”

      “Daha önce ablukaya aldığınız denizaltına ne oldu?”

      “Kayboldu. Hiç iz bırakmadan.”

      Wallander dinlediklerini düşündü biraz. Bir zamanlar, çok uzun zaman önce, askerlik hizmetini Skövde’de bir tank alayında yapmıştı. Hayatının o bölümüyle ilgili pek güzel anıları yoktu. Askere çağrıldığında Deniz Kuvvetleri’ne girmeyi denemiş ama Västergötland’a gönderilmişti. Orada disiplini kabullenme konusunda hiçbir zaman sorun yaşamamıştı ama verilen emirlerin çoğunu da anladığı söylenemezdi. Ortama genelde kaosun hâkim olduğu gibi bir izlenime kapılmıştı, hem de düşmanla karşı karşıya ölüm kalım mücadelesi içinde olduklarını düşünmeleri gereken bir durumda.

      Von Enke kadehindeki konyağı bitirdi.

      “Ben olanlar hakkında sorular sormaya başlamıştım. Sormamalıydım. Kısa bir süre sonra pek de sevilen bir şey yapmadığımı anladım. Kendime en yakın gördüğüm meslektaşlarım bile merakımı hoş karşılamıyorlardı. Benimse bütün bilmek istediğim bu karşı emirlerin neden verildiğini öğrenmekti. Bana göre bir denizaltıyı su yüzüne çıkmaya ve kimliğini bildirmeye zorlamaya daha önce hiç olmadığı kadar yakındık, ya da yakınlaşmıştık demeli. İki dakika kalmıştı, çok değil. Başlarda, bu konuya kafası bozulan tek komutan ben değildim. Arosenius adında bir başka komutan ile İsveç Silahlı Kuvvetleri’nden bir uzman da o günkü üst düzey ekibin parçasıydılar. Fakat birkaç hafta geçtikten sonra ikisi de bana mesafe koymaya başladı. Benim ortalığı bulandırma eylemimle ilgileri varmış gibi görünmek ve sorduğum sorulara bulaşmak istemiyorlardı. Sonunda ben de işin peşini bıraktım.”

      Von Enke elindeki kadehi masaya bırakıp öne, Wallander’e doğru eğildi.

      “Ama olanları unutmadım, tabii. Hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sadece denizaltının elimizden kayıp gitmesine izin verdiğimiz o gün de değil; o yıllarda olup biten her şeyi yeniden gözden geçiriyorum ve sanırım artık sonunda, o sıralarda gerçekte neler olup bittiğine dair bir şeyler anlamaya başladım.”

      “Denizaltıyı neden su yüzüne çıkarmanıza izin vermediklerini mi?”

      Von Enke ağır ağır başını sallayarak onayladı, piposunu yeniden yaktı ama bir şey söylemedi. Wallander dinlediği olayın sonuçsuz kalmaya mahkûm bir hikâye olup olmadığını merak etti.

      “İyice meraklandım. Açıklaması neymiş?”

      Von Enke boş ver gibilerinden bir el hareketi yaptı.

      “Bu konuda bir şeyler söylemek için henüz çok erken. Daha yolun sonuna gelmedim. O yüzden daha fazla bir şey söyleyemem. Aslında artık gidip diğer misafirlere katılsak iyi olur.”

      Birlikte ayağa kalktılar ve odadan çıktılar. Wallander kış bahçesine geri döndü, dönerken bulundukları odaya yanlışlıkla giren kadına rastladı; o içeri girerken, von Enke’nin sağ elini kaldırdığını şimdi hatırlıyordu: Elini önce kararlı bir hareketle kaldırmış ama sonra durup, tekrar dizinin üstüne koymuştu.

      Her ne kadar akıl almaz gelse de Wallander buna tek bir açıklama düşünüyordu: Von Enke üstünde silah taşıyordu. Pencereden dışarı bakıp ıssız bahçeyi süzerken, Bu gerçekten mümkün mü? diye düşündü. Emekli bir deniz komutanı yetmiş beşinci doğum günü partisinde silah taşıyor?

      Wallander’in inanası gelmiyordu. Düşünceyi aklından savuşturdu. Kendi kendine kuruyordu yine. Gördüğü şaşırtıcı bir olay aklına başka şeyleri getirmiş olmalıydı. Önce von Enke’nin bir şeyden korktuğu fikri, sonra da silah taşıdığı düşüncesi. Sezgilerini mi yitiriyordu yoksa, tıpkı giderek daha unutkan olmaya başlaması gibi?

      Linda kış bahçesine yanına geldi.

      “Gittiğini sanmıştım.”

      “Henüz gitmedim. Ama az sonra gideceğim.”

      “Eminim Håkan da Louise de gelmene çok sevinmişlerdir.”

      “Bana denizaltılardan bahsetti.”

      Linda ilgiyle tek kaşını kaldırdı.

      “Öyle mi? Bu beni şaşırttı.”

      “Niçin?”

      “Bana da anlatması için kaç kere uğraşmıştım ama hep reddediyor, anlatmak istemediğini söylüyor. Bu konu canını sıkıyor gibi.”

      Hans seslenince Linda gitti. Wallander kızının söylediklerini düşündü. Håkan von Enke hikâyeyi anlatmak için niye kendisini seçmişti?

* * *

      Sonradan Wallander Skåne’ye geri dönüp o akşamı şöyle bir düşündüğünde, kendisini meraklandıran bir şey daha olduğunu fark etti. Aslında von Enke’nin anlattıklarında açık olmayan, belirsiz, Wallander’in anlaması zor olan pek çok şey vardı. Ama Wallander, hikâyenin sunuluş şeklinde de anlayamadığı bir şeyler olduğunu düşünüyordu. Von Enke bütün bunları kendisine, gelininin babasının partiye geleceğini bildiği o kısacık sürede mi anlatmayı planlamıştı? Yoksa her şey çok daha kısa bir zamanda, çitin diğer tarafında sokak lambası direğinin altında bekleyen adam yüzünden mi gelişmişti? Ve kimdi o adam?

      5

      Üç ay sonra (tam olarak 11 Nisan’da) olan bir şey Wallander’i yeniden ocak ayının o akşamını düşünmeye zorladı. Durup dururken meydana gelen bir olaydı ve hiç kimsenin beklemediği bir şeydi. Håkan von Enke, Stockholm’ün Östermalm bölgesindeki evinden ardında hiç iz bırakmadan kaybolmuştu. Von Enke havanın nasıl olduğuna aldırmadan her sabah uzun yürüyüşlere çıkardı. O gün bütün Stockholm’de inceden inceye çiseleyen bir yağmur vardı. Her zamanki gibi erken kalkmış, saat altıyı biraz geçe sabah kahvaltısına oturmuştu. Saat yedi olunca karısını uyandırmak için yatak odasının kapısını tıklatmış ve dışarıya, günlük yürüyüşüne çıkacağını söylemişti. Genellikle bu yürüyüşler soğuk havalar hariç iki saat kadar sürerdi; öyle günlerde ise yürüyüşünü bir saatle sınırlandırırdı, eskiden çok sigara içtiği için ciğerleri hâlâ düzelmemişti. Her zaman aynı güzergâhı kullanırdı. Grev Caddesi’ndeki evinden Valhallavägen’e yürür, oradan Lill-Jansskogen koruluğuna saparak bir sürü karışık orman yolundan geçip sonunda yine Valhallavägen’e çıkar, ardından Sture Caddesi boyunca güneye ve oradan sola kıvrılıp Karlavägen’e ve yine eve dönerdi. Babasından kalma çeşit çeşit yürüyüş bastonlarını kullanır ama hızlı yürürdü; eve geldiğinde hep ter içinde olur ve hemen sıcak bir banyo alırdı.

      O sabah da tıpkı diğerleri gibi başlamıştı, tek bir şey hariç: Håkan von Enke eve bir daha dönmemişti. Louise onun yürüyüş rotasını iyi biliyordu, bazen o da kocasına katılırdı ama hızına yetişemediğinden beri onunla gitmeyi bırakmıştı. Eve geri dönmeyince kadın merak etmeye başlamıştı. Von Enke sağlıklıydı, buna şüphe yoktu ama yine de yaşını başını almış bir adamdı ve başına bir şey gelmiş olabilirdi. Kalp krizi geçirmiş olabilirdi, beyin kanaması belki de? Adamın cep telefonu masada duruyordu. Her zaman yanına alacağı konusunda anlaşmış olmalarına rağmen almadığını görünce Louise onu aramaya çıktı. Ayak izlerini sürerek aradıktan sonra saat bire doğru eve döndü. Ararken onu bir yol kenarında ölü hâlde bulacağını sanmıştı hep ama kocasından iz yoktu. Yer yarılıp içine girmişti sanki. Gitmiş olabileceği bir iki arkadaşını telefonla aradı ama gören olmamıştı. Louise ona bir şey olduğuna artık emindi. Saat ikide Kopenhag’daki ofisinden Hans’ı aradı. Çok endişeli