Max Beer

Karl Marx'ın Hayatı ve Öğretileri


Скачать книгу

5e2f4543f197aff4acdec1251f.jpg"/>

      Giriş

      1. Marx’ın Önemi

      Karl Marx, dünyayı etkileyen güçlü fikirler üretmiş ve kitleleri harekete geçirmiş felsefi ve toplumsal düşünürlerden biridir. Bu düşünürler, açığa vurulmamış şüphelerin ve çelişkilerin ortaya konmasını sağlamış, yeni düşünce kalıplarının ve toplumsal biçimlerin doğuşuna öncülük etmiştir. Kurdukları sistemler eninde sonunda miadını doldursa da, zamanın acımasız işleyişi entelektüel yapılarını çökertse de, sayısız bireyi zihinsel faaliyetlere teşvik etmiş, sayısız bireyin kalbinin coşkuyla atmasına yol açmış ve insanların sonraki nesillere aktaracakları nitelikler edinmesini sağlamıştır. Bu, bir insanın ortaya koyabileceği en görkemli ve en güzel eserdir. Bu düşünürlerin yaşamları ve eserleri sayesinde, çağdaşları ve halefleri daha net düşünebilir, daha yoğun hissedebilir hale gelmiş, sahip oldukları bilgiler ve kendilerine yönelik fikirleri açısından zenginleşmişlerdir.

      Felsefe ve toplumbilim tarihi, böyle sistemleri ve genellemeleri içerir. Bunlar, insanlığın başından geçen tarihsel olayların göstergeleridir. Bu sistemlerin hiçbiri tamamlanmamıştır, hepsi insani güdülerin ve yetilerin tamamını kapsamaktan uzaktır ve hiçbiri insan toplumunun tüm güçlerini ve akımlarını ele almamıştır. Hepsi bölük pörçük gerçekleri ifade etse de, onlara hayat veren neslin entelektüel karmaşasının ortasında parlak birer ışık vazifesi görmüş, o dönemin sorularının bilinçli bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamış, daha kolay gelişmelerine olanak tanımış ve kritik dönemlerde en güçlü ruhların amaca odaklanarak dik bir duruş sergilemesini mümkün kılmıştır.

      Hegel de görüşlerini bildirirken kendini benzer biçimde ifade etmiştir: “Bir felsefenin aksinin ispatlanmasından bahsedilirken, genellikle söz konusu felsefe artık hiçbir geçerliliğe sahip değilmiş, bir kenara atılıp unutulacakmış gibi, kuramsal olumsuzluk taşıyan (tamamen yıkıcı) bir görüş benimsenir. Öyle olsaydı, yapısı gereği felsefe tarihi araştırmalarının, (zaman içerisinde ortaya çıkan her felsefe sisteminin aksinin ispatlandığı göz önüne alınarak) epey iç karartıcı bir alan olarak görülmesi gerekirdi. Fakat tüm felsefelerin aksi kanıtlanmış olmasına rağmen, hiçbir felsefenin çürütülmediğinin ve asla çürütülemeyeceğinin belirtilmesi gerekir (…) çünkü her felsefi sistem, düşüncenin evrim sürecindeki belirli bir ânın ya da belirli bir aşamanın temsilcisi olarak değerlendirilmelidir. Felsefe tarihi (…) bir bütün olarak ele alındığında, insan kavrayışındaki sapmaların sergilendiği bir galeriden ziyade, antik bir tanrılar tapınağına benzetilmelidir.” (Hegel, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi, 1. Cilt, 86. Kısım, 2. not)

      Hegel’in burada felsefe hakkında söyledikleri, toplumbilim sistemleri, sanat stilleri ve formları için de geçerlidir. Bir sistemin yerini başka bir sistemin alması, toplumsal evrimin çeşitli aşamalarının tarihsel sıralamasını yansıtır. Tüm bu sistemlerin ortak özelliği canlılıklarıdır.

      Kusurlarına ve sorunlarına rağmen, çağdaş felsefelerin etkilenmekten kaçınamadığı bu sistemlerin ruhlarının canlılığı günümüze kadar uzanmaktadır. Böyle sistemleri çürütmek için sonsuz zahmetlere girmelerine, onların yetersizliklerini ve tutarsızlıklarını açığa vurmalarına rağmen, tüm gayretleri boşa çıkan muhalifler amaçlarına ulaşamamıştır; mantık çürütme ve baltalama girişimleri ve şiddetli saldırıları, yaratıcı dehanın eserine kattığı canlı ruhla karşı karşıya geldiğinde yenilgiye uğramıştır. Bu canlılığın bizde bıraktığı yoğun izlenim, bilimsel ve sanatsal başarılara yönelik yargılarımızın oluşumundaki temel etmenlerden biridir. O dönemin canlılığını içinde barındırmayan bir biçimsel mükemmellik ve güzellik asla aynı izlenimi yaratamaz.

      Romanlarının yapısındaki kusurlar ve tutarsızlıklar yüzünden sık sık eleştirilere maruz kalan Walter Scott, kendisini eleştirenlere bir keresinde şu kısa hikâyeyle karşılık vermiştir: Roma’ya yerleşmiş Fransız bir heykeltıraş, İtalya seyahatine çıkmış sanata meraklı hemşerilerini Capitol Tepesi’ne götürüp onlara Marcus Aurelius’un atlı heykelini göstermekten keyif alır. Bu sırada atın kusurlu bir biçime sahip olduğunu, anatomik ölçütlere uymadığını ispatlamaya uğraşır. Bir gün yine bu eleştirilerini dile getirdikten sonra, ziyaretçilerden biri, doğru artistik prensiplere uyan bir at heykeli yaparak savını somut bir delille kanıtlamasını ister. Eleştirmen işe koyulur ve aradan bir yıl geçtikten sonra, arkadaşları yeniden Roma’yı ziyarete geldiklerinde atını onlara gösterir. Anatomik açıdan kusursuzdur. İki eseri birbiriyle kıyaslayıp zaferini kutlamak için heykelinin Capitol Tepesi’ne getirilmesini sağlar. Eleştirel kıyaslamasına kendini kaptıran Fransız heykeltıraş, bir süre sonra samimi bir sanatsal duygu patlamasına kapılarak ümitsizlik içerisinde şöyle haykırır: “Et pourtant cette bête-la est vivante, et la mienne est morte1!”

      Marksist eleştirmenlerin birçoğu da kendilerini detaycı Fransız heykeltıraşla aynı durumda bulmaktadır. Onca titizlenerek detaylar ve tanımlarla destekledikleri düzgün ve mantıksal bütünlüğe sahip ekonomik doktrinleri ve tarihsel felsefe sistemleri, ölü ve etkisiz kalmayı sürdürmektedir. O dönemin koşullarıyla bağlantı kurmamızı sağlamazlar. Oysaki Marx, eğitimli ya da eğitimsiz, yazdıklarını okuyan ya da okumayan herkese, tüm dünyada geçerli düşünce akımı haline gelecek, toplumbilimle ilişkili çok sayıda fikir ve ifadeyi miras bırakmıştır.

      Petrograd2, Tokyo, Berlin, Londra, Paris ve Pittsburgh’da insanlar kapitalden ve kapitalist sistemden, üretim araçlarından ve sınıf mücadelesinden, reform ve devrimden, proletarya ve sosyalizmden bahsetmeye başlamıştır. Dünya savaşının, tarihsel materyalizmin en inatçı muhalifleri tarafından bile kabul gören ekonomik açıklaması, Marx’ın etki alanının boyutlarını açığa vurmaktadır. Marx’ın ölümünden sonraki nesilde, Kapital’in egemenliğinde fark edilebilir bir azalma meydana gelmiş, işçi komiteleri ve sendika temsilcileri üretim süreçlerine sekte vurmuş, sosyalistler ve işçiler meclislere katılmış, işçiler ve temsilcileri devletler ve imparatorlukların en yüksek siyasi iktidar pozisyonlarına yükselmiş ya da bu pozisyonları ele geçirmiştir. Bu kazanımların çoğu Marx’ın pek de onay vermeyeceği niteliktedir. Ateşli ve zapt edilemez bir tutkunun eseri olan teorisi, insanlar için geçerli olacak yeni kanunların gök gürültüsü ve şimşekler eşliğinde yürürlüğe girmesini talep etmektedir. Ancak proletaryanın prangaları gürültüyle parçalara ayrılmasa da tutsak edici nitelikleri azalmıştır. Sosyalist toplumun evriminin ilk aşamaları ortaya çıkmıştır. Bu evrimsel süreç, mantıksal gelişimi içerisinde hangi biçimleri almış olursa olsun, ancak sosyalistlerin faal düşünceleri ve işçilerin sadık işbirliğiyle mükemmelliğe ulaştırılabileceği kesindir.

      Hegelci ifadelere sıklıkla başvurduğumuz için, burada kısaca ara verip Hegel’in bu konuya katkılarından söz etmemiz gerekmektedir. Bu konuda bilgi sahibi olmadan, kimsenin Marx’ın yaşamındaki önemli etkenlerin ve yarattığı etkinin farkına varması, hatta onun öğrencilik yıllarındaki ilk entelektüel başarılarını kavraması mümkün değildir.

      2. Hegel’in Çalışmaları

      On sekizinci yüzyılın sonlarına dek, eğitimli ya da eğitimsiz, filozof ya da cahil herkes, birazdan söz edeceğimiz genel düşüncelere sahip olagelmiştir. Dünya ya yaratılmış ya da sonsuzlukta meydana gelmiştir. Ya bireysel, doğaüstü bir tanrı veya evrensel bir ruh tarafından yönetilmekte ya da incelikle işleyen bir makine gibi, varlığını doğal olarak sürdürmektedir. Tanrının kurallarıyla uyum içerisinde, bir tasarımın gereğini yerine getiren, sürekli ve mükemmel bir varoluşa sahiptir. Üzerindeki canlı ve cansız varlıklar cinslere, türlere ve sınıflara ayrılmıştır. Her şey sabit, sürekli ve sonsuzdur. Canlı ve cansız varlıklar uzayda ardışık bir haldedir ve ezelden beri yaptıkları gibi, zamanla birbirlerinin yerini alırlar. Dünyanın ve insanlığın başından geçen olaylar ve olgular için de aynısı geçerlidir. “Güneşin altında yeni bir şey yok,” ve “Tarih tekerrürden ibarettir,” gibi sıklıkla kullanılan atasözleri, bu görüşün popüler ifadeleridir.

      Mantık ya da düşünce yasaları bilimi de (Yunanca logos: hikmet, kelâm) bu felsefeyle bağlantılıdır. İnsanların mantığı nasıl kullanması gerektiğini, mantık çerçevesinde kendilerini nasıl ifade edebileceğini, kavramların nasıl ortaya çıktığını (örneğin