Max Beer

Karl Marx'ın Hayatı ve Öğretileri


Скачать книгу

yumuşaklık-sertlik, zevk-acı, neşe-keder, zenginlik-yoksulluk, kapital-işgücü, yaşam-ölüm, erdem-ahlaksızlık, idealizm-materyalizm, romantizm-klasisizm vb. Ama yüzeysel düşünce, çelişkilerle ve antitezlerle dolu bir dünyayla karşı karşıya olduğunu fark edemez; sadece dünyanın çeşitli kavramlarla dolu olduğunu anlayabilir. Hegel’in ifadesine göre: “Sadece aktif mantık, görüngünün çokluğunu ve çeşitliliğini antitezle açıklayabilir. Çok katmanlı görüngü ancak bu noktaya gelindiğinde aktifleşir ve karşılıklı uyarıcı bir etkiye sahip olarak, gelişimin ve yaşamın temelini oluşturan yadsıma halini ortaya çıkarır.” Ancak karşıt güçler ve etmenler olarak ayrışıp belirginleştiklerinde, antitezin ötesinde, daha yüksek bir olumlama aşamasına geçilebilir. Hegel sözlerine şöyle devam etmiştir: “Ancak çelişki üretme ve karar noktasına varma gücü yetersiz kaldığında, kavram ya da varlık çelişki karşısında paramparça olur.” (Hegel, Mantık Bilimi, 1. Bölüm, 2. Kısım, s. 66, 69, 70.)

      Hegel’in bu düşüncesi Marksizmi anlama yolunda büyük önem taşır. Marx’ın sınıf mücadelesi doktrininin, hatta tüm Marksist sistemin özü budur. Marx-Hegel’e göre, çelişkinin görüldüğü her yerde (antitez-sınıf mücadelesi) daha yüksek bir aşamaya doğru gelişim meydana geldiği için, Marx’ın toplumsal gelişim içerisindeki çelişkilere her zaman dikkat gösterdiği söylenebilir.3

      Diyalektik metodun iki ifadesine, olumlama ve yadsımaya aşina olduk. Düşünce ve gerçekliğin gelişim sürecinin ilk iki aşamasını işledi ancak süreç henüz tamamlanmadı. Hâlâ üçüncü bir aşamaya ihtiyaç duyuyor. Hegel bu üçüncü aşamayı Yadsımanın Yadsınması olarak tanımlamıştır. Yadsımanın sürekliliği sonucu yeni bir kavram ya da varlık ortaya çıkar.

      Örneklerimize başvuracak olursak: Dünyanın tamamen soğuyup katılaşması, orta sınıf devletlerin ortaya çıkması, proletaryanın zaferi… Bu olgular yadsımanın askıya alınmasını ya da bertaraf edilmesini temsil eder; çelişki böylece çözüme ulaştırılmış, evrim sürecinde yeni bir aşamaya varılmıştır. Olumlama (ya da doğrulama), Yadsıma ve Yadsımanın Yadsınması ifadeleri, tez, antitez ve sentez olarak da bilinir.

      Bu konuyu daha iyi anlamak ve gözümüzde canlandırabilmek için bir yumurtayı düşünelim. Olumlu bir varlık olsa da, yavaşça hayat bulup yumurtanın içeriğini tüketen (yani yadsıyan) bir organizmayı içinde barındırır. Ancak bu yadsıma, yok oluş ve yıkım anlamına gelmez; aksine, organizmanın canlı bir varlığa dönüşmesiyle sonuçlanır. Yadsıma tamamlandığında, civciv yumurtanın kabuğunu kırarak dışarıya çıkar. Organizma bakımından yumurtadan daha üstün bir varlığın ortaya çıktığı bu durum, yadsımanın yadsınmasını temsil eder.

      İnsan düşüncesi, doğa ve tarihi gelişim içerisindeki bu işleyişi Hegel, diyalektik metot ya da diyalektik süreç olarak tanımlamıştır. Diyalektiğin aynı zamanda bir araştırma ve felsefe metodu olduğu ortadadır. Hegel diyalektiğini şu sözlerle açıklamıştır:

      “Bilimsel ilerleme açısından tek gereklilik, insanın anlamak için çaba göstermesi gereken temel ilke, yadsımanın da bir olumlama olduğunu, çelişkinin yok oluşla, soyut bir hiçlikle sonuçlanmayacağını, aslında sadece özel bir içeriğin yadsınması olduğunu ortaya koyan mantık ilkesinin benimsenmesidir (…) Sonuç olarak yadsıma, belirli bir yadsımadır, bir içeriğe sahiptir. Öncekinden daha yüce ve daha zengin, yeni bir kavramdır; çünkü onun yadsıması ya da antiteziyle beslenmiştir; bu yüzden onu ve daha fazlasını kapsamakta, aslında onun ve zıddının sentetik birliği halini almaktadır. Kavram sistemleri böyle şekillendirilmelidir ve dış etkenlerden bağımsız, sürekli ve tamamen entelektüel süreçlerle mükemmelliğe ulaştırılmalıdır.” (Hegel, Mantık Bilimi, [Almanca baskısı] 1. Cilt, Giriş.)

      Diyalektik süreç kendini sadece yavaş dönüşümlerle değil, sıçramalarla da tamamlar. Hegel şöyle ifade etmiştir:

      “Doğada ani sıçramaların yaşanmadığı söylenir ve varlıkların yavaş ilerlemeler ya da gerilemelerle öz biçimini aldığı yönünde yaygın bir görüş hâkimdir. Ancak nicelikten niteliğe yönelik ani dönüşümler de meydana gelmektedir. Örneğin, su soğutulunca yavaşça sertleşmez; önce yoğun bir sıvıya dönüşüp ardından buzun sertliğine ulaşmak yerine bir anda sertleşir. Isı belirli bir derecenin altına inerse, su aniden buz halini alır, yani nicelik (ısı derecesi) niteliğe (varlığın yapısındaki bir değişime) dönüşür. (Mantık [Almanca baskısı], 1. Cilt, 1. Kısım, s. 464, 1841.)

      Marx bu metodu benzersiz bir ustalıkla ele almıştır; metodun yardımıyla sosyalizmin evriminin yasalarını formüle etmiştir. Tarihin materyalist yorumunu şekillendirdiği dönemde yazdığı Kutsal Aile (1844) ve Felsefenin Sefaleti (1847) adlı ilk eserlerinde ve Kapital’de, bu yasaları Hegel’in diyalektiğine başvurarak irdelemiştir.

      “Proletarya ve Zenginlik (Marx sonradan “Kapital” olarak adlandırmıştır) birbirinin antitezidir. Bir araya gelerek bütünü oluştururlar; her ikisi de özel mülkiyet dünyasının göstergesidir. Göz önünde bulundurulması gereken asıl soru, her ikisinin de antitezdeki özel konumlarıdır. İkisini bir bütünün parçaları olarak tanımlamak yeterli bir açıklama değildir. Özel mülkiyet, özel mülkiyet ve zenginlik olarak kendi varlığını, onun bir uzantısı ve antitezi olarak da proletaryayı sürdürmek zorundadır. Özel mülkiyetin halinden memnuniyeti, antitezin olumlu yanıdır. Diğer taraftan proletarya, proletarya olarak kendini, onun bir uzantısı ve şartlara dayalı antitezi olarak da kendisini proletarya yapan özel mülkiyeti yürürlükten kaldırmakla yükümlüdür. Antitezin olumsuz yanlarından biri, proletaryayı bölen ve bölmeye devam eden içsel huzursuzluk kaynağı budur (…) Buna bağlı olarak antitez içerisinde, özel mülkiyet sahibi muhafazakârı, proletarya ise yıkıcı tarafı temsil etmektedir. Birincisi antitezi sürdürmek için, ikincisi ise onu yok etmek için eyleme geçer. Ulusal, ekonomik deviniminin bakış açısına göre, özel mülkiyet şüphesiz kendi yıkımına doğru durmadan sürüklenmekte, fakat kendisinden bağımsız, isteği dışında varlığını sürdüren, nesnelerin doğasıyla kısıtlanan, bilinçsiz bir gelişim aracılığıyla buna karşı koymaktadır. Ancak proletaryayı proletarya kılarak, yoksulların kendi fiziksel ve ruhsal yoksulluklarının bilincine varmasını, cesareti kırılmış insanlığın kendi cesaretsizliğinin bilincine varmasını ve sürekli bununla mücadele etmesini sağlayarak bundan kaçınabilir.”

      “Proletarya, özel mülkiyetin Proletaryayı yaratarak kendinden uzak tutmayı başardığı yargıları temsil eder; aynı şekilde ücretli işçilik de zenginliğe yabancılaşıp onu kınayarak benzer yargıları karşı tarafa mal eder. Proletarya ancak kendini ve zıddını ortadan kaldırması halinde zafer kazanacağı için, zafere ulaştığında toplumun bir parçası olmayacağı kesindir. Bu şekilde, hem Proletarya hem de onun şartlara dayalı zıddı özel mülkiyet ortadan kaldırılmış olacaktır.”4

      Kapital’in (Almanca) üçüncü cildinin 420 ve 421. sayfalarında diyalektik metot yeniden şu şekilde tanımlanmıştır: “Emek süreci sadece insan ve doğa arasında faaliyet gösterdiği için, basit unsurları toplumsal gelişiminin her formunda kendini gösterir. Fakat bu sürecin tüm tarihsel formları, onun materyal temellerini ve toplumsal yapısını daha da güçlendirir. Belirli bir olgunluk derecesine ulaştığında, daha yüksek bir seviye için yer açmak üzere söz konusu tarihsel form bir kenara atılır. Böyle bir krizin yaşanması, dağılım koşulları arasında giderek derinleşen ve genişleyen bir çelişki ve antitez ortaya çıktığında gerçekleşir ve sonuç olarak, onlarla ilişki içerisindeki üretim koşullarının hâlihazırdaki tarihi formu ve üretim güçleri, üretim kapasitesi ve