felsefenin görevi olduğunu düşünmüş ve dahası, mistik eğilimine bağlı olarak, fikrin nihai gerçeklik olduğunu belirtmiş, böylece istikrarlı bir idealist olarak kalmıştır.
Ancak, Prusya Devleti’nin felsefi temsilcisi Hegel’in muhafazakârlığı, ne yazık ki ekonomik zayıflığına rağmen daha özgür bir devlet anayasası ve daha fazla hareket özgürlüğü isteyen Alman orta sınıfının uyanan bilinciyle uyum sağlayamamıştır. Bu istekler Prusya’nın ve diğer Alman devletlerinin daha büyük kasabalarında ve sanayi merkezlerinde oldukça güçlü bir gelişim göstermişti. Tıpkı “Genç Almanya”nın (Heine, Börne vs.) edebiyat alanında yaptığı gibi, Genç Hegelciler5 de felsefi alanda bu orta sınıf uyanışını desteklemiştir.
Marx hâlâ üniversite öğrencisiyken, Genç Hegelciler, Hegel’in öğrencileri arasındaki muhafazakâr kesime ve Prusya’daki Hıristiyan romantizmine savaş açmıştır. Eski ve yeni ekol arasındaki çatışma, hem din felsefesinde hem de siyasi edebiyatta varlığını hissettirmesine karşın, aynı kişinin iki yönde de eğilimli olduğu nadiren görülmüştür. Strauss Hıristiyanlığın esaslarını samimi eleştirilere tabi tutmuştur; Feuerbach Hıristiyanlığın ve genel olarak dinin yapısını araştırmış, bu alanda Hegel’in idealizmini materyalizme dönüştürmüştür; Bruno Bauer tarihi ve felsefi ağır toplarını, Hıristiyanlığın ortaya çıkışına dair geleneksel dogmalara yöneltmiştir. Ancak siyasi açıdan, bireyin özgürlüğü aşamasında kalmışlardır: Bu konuda sadece ılımlı liberal görüşler benimsemişlerdir. Yine de, Arnold Ruge gibi, o dönem siyasi görüşleri konusunda liberal sol kanatta yer alan, daha az göze çarpan Genç Hegelciler de olmuştur.
Ancak Genç Hegelcilerden hiçbiri, diyalektik metodu ustalarının öğretisini geliştirmek için kullanmamıştır. Hegelcilerin en genci Karl Marx, öncelikle bu metodu toplumbilimde daha yüksek bir aşamaya ulaştırmıştır. Kendisini tanısaydı, daha tatmin olmuş ya da belki daha huzursuz bir zihinle dünyadan göçecek Hegel’le hiç tanışmamıştır. Otuzlu ve kırklı yıllarda Hegelciler arasında yer alan Heinrich Heine, doğru olmasa bile, ustasının doktrinlerindeki sıradışı zorlukları mükemmel bir biçimde ortaya koyan aşağıdaki hikâyeyi anlatmıştır:
“Hegel ölüm döşeğinde yatarken, etrafına toplanmış öğrencileri, ustalarının üzgün yüzündeki kırışıklıkların derinleştiğini görür, üzüntüsünün sebebini sorar ve kendisine hayran ne kadar çok öğrencisini ve destekçisini geride bırakacağını hatırlatarak onu avutmaya çalışırlar. Zorlukla nefes alan Hegel şöyle karşılık verir: ‘Hiçbir öğrencim beni anlamadı; sadece Michelet beni anladı, ama…’ iç çekerek sözlerine devam eder, ‘o bile yanlış anladı.’”
Karl Marx’ın Yaşamı ve Öğretileri
Karl Marx Müzesi (Marx’ın Doğduğu Ev)
I. Ebeveyn ve Dostları
1. Marx’ın Çıraklık Dönemi
Karl Heinrich Marx, 5 Mayıs 1818’de Treves’de dünyaya geldi. Babası Alman bir haham ailesinin mütevazı koşullarında yetişip saygıdeğer bir meslek edinerek hukukçu olmuş, fakat para kazanma sanatını hiç öğrenmemiş, aydın, halinden memnun, hayırsever bir Yahudiydi. Annesi ise, taşıdıkları Pressburg soyadından da anlaşılabileceği gibi, on yedinci yüzyılda Macaristan’ın Pressburg şehrinden Hollanda’ya göç etmiş haham bir aileye mensup bir Hollandalıydı. Almancası epey kötüydü. Marx annesinin şu sözlerini aktarmıştır: “Karl, kapital hakkında bu kadar çok yazı yazacağına, bol miktarda kapitale sahip olsaydı çok daha iyi olurdu.” Marx ailesinin yedi çocuğu arasında sadece Karl özel zihinsel yetenekler sergiliyordu.
1824 yılında aile Hıristiyanlığı benimsedi. O dönem Yahudilerin vaftiz olması nadiren görülen bir şey olmaktan çıkmıştı. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısındaki aydınlanma dönemi, birçok kültürlü Yahudinin dogmatik inançlarının temelini çürütmüş, onu takip eden Alman Hıristiyan romantizmi süreci Hıristiyanlığın ve ulusal hislerin güçlenmesine ve idealize edilmesine yol açmış, spiritüel olduğu kadar pratik sebeplerle, kendi dinlerini terk eden Yahudiler de bu etkiden kaçamamıştı. Tamamen asimile olmuş, diğer Hıristiyan ve Alman vatandaşlar gibi hissetmeye ve düşünmeye başlamışlardı. Marx’ın babası kendini iyi bir Prusyalı olarak görüyordu ve bir keresinde oğluna Napolyon’un yenilgisi ve Prusya’nın zaferi hakkında gösterişli bir methiye yazmasını önermişti. Karl’ın babasının önerisini yerine getirdiği söylenemese de, Hıristiyan hayranlığı ve Alman vatanseverlik duygularının hâkim olduğu o dönemden hayatının sonuna dek, Yahudi karşıtı bir önyargıyı sürdürdü; ona göre bir Yahudi ya tefeci ya da dilenci olabilirdi.
Doğduğu kasabadaki gramer okuluna gönderilen Karl, yüksek dereceyle mezun oldu. Ancak zihinsel gelişimi sadece okulla sınırlı değildi. Okul yıllarında, en sevdiği şairler Homeros ve Shakespeare olan ve dönemin entelektüel eğilimlerini yakından takip eden, son derece kültürlü bir Prusya yetkilisi olan devlet özel meclisi üyesi L. Von Westphalen’in evini sık sık ziyaret etti. İlerlemiş yaşına rağmen, erken gelişmiş bu genç adamla sohbet etmekten ve onun zihinsel gelişimini etkilemekten keyif alıyordu. Marx, “her yenilikçi hareketi, bir gerçeklik âşığının coşkusu ve ağırbaşlı muhakemesiyle karşılayan ve idealizmin hayal değil gerçek olduğuna canlı kanıt teşkil eden babacan bir arkadaş” diye tanımlayarak onu onurlandırmıştır. (Marx’ın doktora tezinden alıntı.)
Jenny von Westphalen
Boston’daki devlet okulundan ayrıldıktan sonra, babasının isteği doğrultusunda hukuk eğitimi almak üzere Bonn Üniversitesi’ne kaydoldu. Neşeli öğrencilik hayatının ilk senesinden sonra, 1836’nın güz döneminde, Hegel’in açılış konferansında (1818) kültür ve hakikatin merkezi olarak tanımladığı Berlin Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Berlin’e gitmek üzere yola çıkmadan önce güzelliği, kültürü ve güçlü karakteriyle göze çarpan bir kadın olan, babacan arkadaşının kızı Jenny von Westphalen’la gizlice nişanlandı.
2. Öğrencilik Yılları
Marx Berlin’de, felsefe, hukuk, tarih, coğrafya, edebiyat, sanat tarihi vb. çalışmalara kendini kaptırdı. Hakikate karşı Faust’a benzer bir açlık duyuyordu ve çalışmaya yönelik dinmeyen bir iştaha sahipti; bu konularda Marx’ı tanımlayabilmek için ancak en üstün sıfatlar yeterli olurdu. Bu dönemde yazdığı şiirlerden birinde, kendinden şöyle bahsetmiştir:
“Asla sakin kalamıyorum
Ruhumu şiddetle ele geçiren
Fakat daha da çabalamam ve mücadele etmem gereken
Sonu gelmeyen, tedirgin bir uçuşta…
Her yanım yaşamıma katacak
Kutsal, çoğalan nimetlerle dolu;
Benliğim bilim diyarına nüfuz edip
Müzik ve sanatın keyfine varacak.”
Tüm sosyal etkileşimlerden feragat ederek gece gündüz çalışmış, okuduklarını özetlemiş, Yunanca ve Latinceden tercümeler yapmış, felsefi sistemler üzerinde çalışmış, kendi düşüncelerini kayda değer miktarda yazıya dökmüş, felsefi ya da hukuki taslaklar hazırlamış ve üç cilt şiir yazmıştır. 1837 yılı Marx’ın entelektüel gelişiminde önemli süreçlerden biri olmuştur; kararsızlık, huzursuzluk ve içsel çatışmalarla dolu bir dönem geçirmiş,