Sabri Kaliç

100 büyük düşünür


Скачать книгу

ayrı şeylerdir. Geçmiş zaman, gelecek zaman ve şimdiki zaman ayrımları gerçekliği olmayan, zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir. Augustinus etkileyici bir akıl yürütmeyle geçmiş zamanın artık varolmadığını, gelecek zamanın ise henüz varolmadığını, elimizde kalan tek zaman olarak “şimdi”ki zamanın da boyutlarını belirleyemediğimiz için bilemeyeceğimizi belirtir. Böylece Zaman kavramı üzerinden gerçeklik ile bilgi temel olarak ayrılmış olmaktadır ki modern felsefeye gelindiğinde bu ayrım Kant örneğinde olduğu gibi, temel bir felsefi eğilim olacaktır.

      25

      ANSELMUS

1033 – 1109

      Anselmus aslen İtalyalıdır ama 1093’den sonra Kuzey Fransa’da bir kilisede rahiplik ve ardından İngiltere’de Canterbury başpiskoposluğu yapmış ve orada ölmüştür. Düşünür Augustinus’un “anlamak için inanıyorum” önermesini almış, inancı akıl ile temellendirmeye çalışmıştır. Anselmus’un bu çabası skolastizmin akıl ile inancı birleştirmeye çalışmasının bir göstergesidir.

      İlkçağın son dönemlerine paralel olarak, Kavimler Göçü sonunda Antik dönemden süre gelen birçok kültür değerlerinin Avrupa kıtasında yok olduklarını söyleyebiliriz. Bu nedenle Batı’da 500-1000 yılları arasında kültür yönünden bir sessizlik dönemi vardır; oysa Doğu aynı dönemde canlı bir düşünce yaşamına sahipti. Batı’da düşünce yaşamı 1000 yıllarında yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu canlanma Kilisedeki bir hareketle ilişkilidir. 10. yüzyılda kültür yönünden büyük bir çöküş yaşamış olan Katolik Kilisesi bundan sonraki yüzyılda enerjik ve yenilikçi papazlar yardımıyla yeni bir hayata kavuşmuştur. Katolik Kilisesi’ne bu canlılığı getirenler arasında, özellikle Papa VII. Greguar ile öğrencisi Anselmus’u sayabiliriz.

      Ortaçağ’ı ilgilendiren başlıca konunun insanın Tanrı ile olan ilişkileri olduğunu biliyoruz. Bu konuyu Ortaçağ felsefesi dinin dogmaları yönünden yanıtlar. Çünkü bu çağa göre gerçek, zaten din kitaplarında bulunmaktadır. Bu nedenle yapılacak tek şey dogmayı savunmak ve temellendirmektir. İşte, her şeyden önce bir teoloji olan Ortaçağ felsefesi için, Anselmus tipik bir örnektir. Anselmus doğa ile hiç ilgilenmez, ruhtan çok az söz eder, onun tüm görüşleri “Tanrı” düşüncesi etrafında toplanmıştır. Onun için Tanrı tüm varlığın ağırlık merkezidir. Anselmus’un tüm çabası kutsal vahiy olan dogmaları savunmak ve temellendirmektir.

      Henüz Skolastiğin ilk döneminde yaşayan Anselmus doğa konusuna hemen hemen hiç ilgi göstermemiştir. Oysa Skolastiğin parlak döneminde, söz gelişi Aquino’lu Thomas’ta, doğaya ait geniş bir ilgiye, Aristo’ya göre ayarlanmış bir doğa felsefesinin var olduğuna tanık oluyoruz. Skolastiğin bu iki dönemi arasında başka bir farklılık daha oluşmuştur. İlk dönemin temsilcisi olan Anselmus, Kilise’nin “tüm dogmaları”nı akla uygun duruma getirmek isteyen tam imanlı bir Hıristiyandır. Skolastiğin parlak dönemi ise iman ile kabul edilmesi gereken dogmalarla, akıl ile aydınlanması mümkün olan dogmalar arasında bir ayırım yapar. Bu ikinci dönem için iman ve felsefe birbirine uygun olan iki alan değildir. Aksine iman aklı tamamlar. İmanın birtakım sırları vardır ki, bunlara yalnızca inanmak gerekir.

      İşte Skolastiğin “son dönemi”, özellikle bu yönden daha ileri bir adım atarak, akıl ile kavranabilecek dini gerçeklerin sayısını büsbütün azaltmıştır. Bu son dönem Tanrı’nın varlığını bile akılla temellendirmenin mümkün olduğunu reddeder. Böylece Tanrı’nın varlığı konusunu da bir iman meselesi yapar. Böylelikle ilahiyat ile felsefe tümüyle birbirinden ayrılmış olurlar. Felsefe ancak bilinmesi mümkün olanı, özellikle doğayı; iman ise akıl tarafından kavranmalarına olanak bulunmayan dini gerçekleri konu alır.

      Batı’da Skolastiğin üç dönemi vardır: Anselmus’un tipik temsilcisi olduğu ilk dönemde felsefe kurgusal ilahiyattır. Bu dönem en yüksek dini gerçeklerin akıl ile aydınlatabileceğine inanır. Oysa ikinci dönemde, yani Aristo’ya dayandırılan parlak dönemde felsefe ile ilahiyat artık birbirinden ayrılmaya başlar. Bu döneme göre, dinin ancak bazı temelleri akıl ile çözümlenebilir, geriye kalanlara yalnızca iman etmek gerekir. Skolastiğin son döneminde felsefe ve ilahiyat biri ötekinden tam anlamı ile ayrılır.

      Öncelikle “bilmek nedir?” sorusundan hareket eden Anselmus “bilmek düşünmektir, gerçeği çıkarabilmektir” der. Gerçek ise ancak kanıtlanarak bilinir. Peki, gerçek dediğimiz şey nedir? Gerçek, bilgimizin gerçekliğe “uygun” olmasıdır. Her düşünce kesinkes bir “var olana” geri döner. Her var olan ise “mutlak bir varlığı”, yani Tanrı’nın varlığını şart koşar. Skolastiğe göre biz “var olan bir Tanrı” olmaksızın düşünemeyiz bile. Anselmus bu düşüncesini Tanrı’yı kanıtlamak için de bir delil olarak benimser. Yani ona göre mutlak varlığın, yani Tanrı’nın varlığını gerektirmeyen hiçbir düşünce gerçek olamaz. Bu düşüncenin temelinde Platon’un ve özellikle Yeni Platonculuğun etkileri olduğunu kolayca fark edebiliriz. Çünkü Platon’a göre de “var olan” ancak mutlak varlığa katılarak var olur. Anselmus’un bir diğer yapıtında, sonraları felsefe tarihinde çok ünlenen ve Yeniçağ’da Descartes tarafından yeniden ele alınan ikinci bir Tanrı kanıtını, yani “ontolojik kanıt”ı bulur.

      26

      AQUİNOLU THOMAS

1225 – 1274

      Hıristiyanlık felsefesine hizmet eden düşünürler arasında en bilinenlerden biri olan Aquino’lu Thomas, görüşleriyle bugünkü Katolik inancının temellerini atan bir din bilginidir.

      Aquino’lu Thomas (okunuşu: Akinolu Tomas) 1225-1274 yılları arasında yaşamış olan ünlü Hıristiyan düşünürdür. Eğitim hayatına Monte Cassino Manastırı’nda başladı. 1239 yılında ailesinin yanına döndü. Daha sonra Napoli Üniversitesi’ne girip fen, tarih ve felsefe eğitimi aldı. Eğitimi sırasında bir dilenci tarikatı olan Dominikenler’e katılır. Paris ve Köln üniversitelerinde de eğitim gören Thomas, Paris’te kendi düşün yaşamında çığır açacak olan Albertus Magnus’tan (Büyük Albert) dersler aldı. Bu derslerle Aristotales’in yapıtlarına vakıf oldu. Aristotalesçi görüşler ile birlikte hocalık yaşamına adım atan Thomas 1256 yılında “hoca” unvanı aldı ve Paris Üniversitesi’nde açılmış olan, Dominikenlere ait iki kürsüden birinin başına geçti. Hıristiyan teolojisine yaptığı katkılar ve verdiği eserlerle ölümünden yaklaşık 300 yıl sonra, 1567’de Papa V. Pius tarafından Katolik Kilisesi’nin azizleri arasına yükseltilen Aquinolu Thomas’ın öğretilerini Papa XIII. Leo 1879’da Hıristiyan teolojisinin temeli olarak kabul etti. 1914’te ise, onun görüşlerini tartışmak günaha girmekle eş anlamlı kabul edilmiştir.

      Aquinolu Thomas şöhretini Tanrı’nın varlığını isbat konusundaki “Beş Delil” üzerinde göstererek teistik karakterli kozmolojik kanıtı en iyi şekilde kullanan ve onu sistemleştiren bir düşünür ve teologdur. Bu kanıt Ortaçağ felsefesi ve daha sonraki dönemlerde üzerinde önemle durulan bir problem olma özelliğini kaybetmemiştir. O Tanrı’nın varlığı ile ilgili kanıtlarını “Summa Theologiae

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив