Sabri Kaliç

100 büyük düşünür


Скачать книгу

çok farklı biçimde yorumlamıştı.

      Soylu bir aileye mensup olan Platon Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Yirmi yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (MÖ 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur. Hocası ölünce diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya’ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra, kırk yaşlarında Atina’ya dönmüştür. Atina’da “Akademi”yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon MÖ 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.

      Platon hocası Sokrates gibi sokaklarda ve pazar yerlerinde öğretim yapmak istemiyordu; tam tersine ne yaptığını bilmeyen kuru kalabalıktan uzak bir yerde bir okul kurarak, seçkin öğrenciler yetiştirmeyi düşünüyordu. Atina’nın batısında bulunan ve adını bir Yunan kahramanı Academios’tan alan bölge, bu amaç için çok uygundu. Platon meşhur okulu Akademi’yi burada kurdu. Bu dönemde, Akademi bölgesinde esin perileri “Müz”ler için bir tapınak, öğrenciler ve öğretmenler için odalar, toplantı odaları, konferans salonları ve yemekhaneler yapılmıştı. Ancak öğretimin nasıl yürütüldüğüne ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz. Büyük bir olasılıkla Sokrates’in diyalektik yöntemi uygulanmış, yani öğretim esnasında konferans yöntemi yerine tartışma yöntemi benimsenmiştir. Platon’un amacı, öğrencilerine bilgi aşkını aşılayarak, onları filozof bir yönetici olarak yetiştirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete ağırlık vermiş, ancak bunları mantık ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemiştir.

      Platon’un ölümünden sonra Akademi’nin başına kız kardeşinin oğlu geçmiş ve Platon’un düşüncelerinin yerleşmesi ve gelenekselleşmesi için uğraşmıştır. Akademi uzun bir süre seçkin yöneticilerin yönetiminde ve denetiminde, seçkin öğrenciler yetiştirmiş ve 6. yüzyılın başlarında bir Pagan okulu olduğu gerekçesiyle Bizans İmparatoru Justinianus tarafından kapatılmıştır. Hıristiyanların tehditlerinden kaçan öğretmenlerden ve öğrencilerden bazıları Sâsânî Kralı Anuşirvan’ın (MS 531-579) Cundişapur’da kurmuş olduğu tıp okuluna sığınmışlardır. Bu, uygarlık tarihi açısından çok önemli bir gelişmedir; çünkü buraya yerleşen Yunan filozofları ve hekimleri, birkaç yüzyıl sonra İslâm dünyasında yeşerecek olan bilim ağacının tohumlarını atacak ve böylece bilim ve felsefe Atina’dan Bağdat’a taşınacaktır. Batı’nın Rönesans’a kadar yaşadığı Ortaçağ karanlığının en önemli nedenlerinden birinin Akademi’nin Justinianus tarafından kapatılması olduğunu söylemek hiç de abartılı bir saptama olmayacaktır.

      Platon “barbar”larla dost olmasa da, onlara karşı Aristoteles kadar katı bir tutum içerisinde de değildir. Mısır’a yapmış olduğu gezi sırasında, Mısırlıların bilimleri, dinleri ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi edinmiş ve Mısır uygarlığının Yunan uygarlığından daha önce geliştiğini ve onun biçimlenmesine yardımcı olduğunu anlamıştır. Platon Mezopotamyalılara ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmasa da Asur hükümdarı Ninos’un kanunlarına atıfta bulunması, bu uygarlığa tamamen yabancı olmadığını göstermektedir. Eserlerinde görülen astroloji anlayışı büyük ölçüde Babillilerden gelmiştir. Yunanlıların sürekli düşmanları olan Persleri ise Platon çok iyi tanımaktaydı. Olasılıkla Herodotos ve diğer Yunan tarihçilerinin yapıtlarını okuyarak Achaemenidian İmparatorluğu’na hayranlık duymuştur. Perslerin otokrasisi ona Yunanlıların demokrasisinden daha sempatik görünüyordu.

      18

      SİNOPLU DİYOJEN

M.Ö. 412 – M.Ö. 323

      Sinoplu Diyojen fıçı içinde yaşayarak geçirdiği yaşamı, Büyük İskender’e dediği “gölge etme, başka ihsan istemem” sözü ve gündüzleri sokakta fenerle gezerek “adam araması” gibi anekdotları nedeniyle en bilinen filozoflardan biridir.

      Sinop’ta dünyaya gelmiştir. Babası Sinop’tan sürüldüğü için babasıyla birlikte Atina’ya yerleşmek zorunda kalmıştır. Tarihte Sinoplu Diogenes (okunuşu: Diyojen) diye ün yapan bu kinik filozofun MÖ 411 ya da 412 yılında doğduğu söylenmektedir.

      Elinde bir fenerle gündüz zamanı sokaklarda gezerek soranlara “adam arıyorum” demesi veya kendisine ne tür bir servet istediğini soran Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” demesi gibi bazı hikaleyeler anlatılmaktaysa da bunların gerçeği ne derecede yansıttığı şüphelidir.

      Diyojen bir sürgündü, kalpazanlıkla suçlanmış bir adamın oğlu idi. Her yerde ve herkes tarafından itilmiş, hakaret ve küçümsemeyle karşılaşmış; sefaletin her çeşidini tatmıştır. Onda güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret vardı. Üstelik çok iyi konuşuyordu, üstün ve pırıl pırıl bir zekaya sahipti. Bütün bunlar Antishenes’in bu öğrencisine kendi felsefe ve öğretisini telkin, onu eğitmek için yeterlidir.

      Özel hayatında fakirlikten başka bir şey yoktu. Çok zaman kirli ve pis elbisesi ile ayrıca köpek derisine benzeyen mantosu ile dolaşır, geceleri heykel diplerinde ve sokak köşelerinde yatardı. Bir maşrapa, bir fıçısı ve bir sopası vardı. Fıçının içinde yaşaması herkesi şaşırtıyor, kendisine sual soranlara da köpek olduğunu söylüyordu. Fakat bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu görünce, elindeki maşrapayı kırıp attı ve “bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti” diye söylene söylene uzaklaştı.

      Bir düşünürün hayatı ve maddi değerleri küçümseyerek yaşaması gerektiğini savunması o zaman da bugün de çoğu insana anlaşılmaz gelse de, Diyojen kendinden sonra gelen birçok filozofa düşünsel olarak önderlik etmiş biridir.

      Kış günleri çıplak ayaklarla karlar üzerinde dolaşır, donmuş heykelleri kucaklar, vücuduna zulüm ederdi. Servet ve varlık düşmanı idi ve bunların filozofça erdemlere ters düştüğünü iddia ederdi. Zamanın felsefe okullarına da eleştirmekten çekinmeyen bir yapıya sahipti. Günün hatiplerine “zamanın uşakları” deyimini uygun görür, Eflatun’un öğretimine “zaman kaybettirme” derdi.

      Çok güzel konuşan, üstün zekası ile herkesi etkileyebilen bu ünlü kinik düşünür bütün gariplik ve anormal tavırlarına rağmen zamanında saygı görmüş ve ölümünden sonra Korintoslular adına bir sütun, Sinoplular da bir heykelini dikmişler, onun adını ve anısını yaşatmışlardır.

      Diyojen insan için iki tür disiplin kabul ediyordu:

      Ruh disiplini,

      Beden disiplini.

      Ona göre beden disiplini jimnastikle elde edilebilirdi. Ruh ise ancak erdem ile gelişebilirdi. Erdemin ne olduğunu araştırmış onun doğaya uygun yaşamak olduğunu bulmuştu. Yani bir insanın erdemli olabilmesi için doğaya uygun yaşaması gerekmekte idi. Bu ise arzu ve ihtiyaçları olabildiğince azaltmak, hatta kaldırmaktan ibarettir. Bu nedenle refah, nezaket, güzel sanatlar ve bilim atılmaları gereken fazlalıklardır. Zenginlik, asalet ve onur iğrenilecek şeylerdir. Din ve kanunlar politikanın icatlarıdır. Evlenme ve mülkiyet kaldırılması gereken fazlalıklardır. Zira doğa hükümetinde her şey ortaklaşadır. Servet, kadınlar, çocuklar hepsi de öyledir. İnsan nasıl ki bedenini jimnastikle disipline sokmalı ruhunu da fazlalıklardan arınarak, erdeme sığınarak terbiye etmelidir. Diyojen herhangi bir şehir veya devlet adı vermeden “ben tüm dünyanın vatandaşıyım” diyen ilk düşünür olarak da tarihte önemli bir yere sahiptir.

      19

      ARİSTOTELES

screen_46_102_96