Sevil Yücedağ

100 büyük Türk


Скачать книгу

(METEHAN)

M.Ö. 234 – M.Ö. 174

      Türk-Hun İmparatorluğu’nun kurucusudur. Bütün Türk boylarını bir araya toplayan Oğuz Kağan’ın kahramanlık ve zaferleri “Oğuz Han Destanı”nda anlatılmıştır.

      Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, Asya Hun İmparatorluğu’nun kurucusu olan Teoman, oğlu Metehan’ın yerine Metehan’ın üvey annesi olan Yenşi’nin oğlunu tahta çıkarmak istedi. Törelerine göre Türk hatundan olan, has bir Türk’ün tahta geçmesi gerekiyordu. Metehan’ın Üvey Annesi Çin’liydi. Yani Çinli kadından olan erkek çocuk tahta geçemezdi. Bu durumdan dolayı üvey annesi Metehan’ın babasına yaptığı telkinler sonucunda Metehan’ı komşu kavim olan Yüeçiler’e (Yuezhi) rehin verdi. Ardından babası, Yuezhi’lere savaş ilan ederek Metehan’ı öldürtmek istedi. Metehan, babası Teoman Yuezhi’lerin topraklarına girmeden Yuezhi’lerin elinden kaçtı. Bu zorlukları atlatmasından dolayı babası, Metehan’ın hakkını teslim etmek istedi ve emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Metehan öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).

      Metehan Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler. Metehan M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı. Donghu’yu yendikten sonra, Kuzey Moğolistan’da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. Ordos’da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak’ın güneyindeki kaleleri egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolünü ele geçirdi. Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.

      Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Metehan ayrıca Tarım Havzası’nda1kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun bu devletlerde uyguladığı askeri ve idari yapılanma sonradan birçok merkezi Asya devletinde de uygulandı. Bölgesinde askeri gücü ile korku saldı. Savaş taktikleri ve askeri disiplini sayesinde Çin İmparatorluğu ve çevre kavimlerle yaptığı savaşları kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden değil, eğitimli ve her an savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.

      Metehan, M.Ö.174 yılında öldüğünde, geride birçok kavmi çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon kilometre kare büyüklüğündeydi. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi’nden İdil Nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya’dan Tibet ve Keşmir’e uzanıyordu. Hunların karşısında bulunan düzenli ve güçlü tek kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zafiyet içinde olması Metehan’ın devletini kolayca büyütmesinde önemli bir neden olarak gösterilir.

      2

      ATTİLÂ

395-453

      Hun İmparatorluğu’nun hükümdarıdır. Avrupa kıtasının önemli bir bölümüne egemen oldu. Bütün dünyaya egemen olma arzusundaydı, bu emelini tamamen gerçekleştiremedi ama tarihin tanıdığı en ünlü savaşçılardan biri oldu. Attilâ son derece sert ve acımasız bir karaktere sahipti. Batı kaynakları ona “Tanrının Kırbacı” ismini verdi.

      Babası Muncuk Han’dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken buldu ve yanına aldı. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu’yla ittifak yapan Attilâ, bir süreliğine Roma’ya büyük Roma Generali Flavius Aetius’un davetlisi olarak gitti. Her şey iyiye giderken, Rua’nın ölüm haberini aldı. Geri dönerek kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu’nun ortak hükümdarı oldu. Bleda 445 yılında öldü. Bu durum Attilâ’nın tek başına Hun hükümdarı olmasını sağlamıştır. Daha sonra aşık olduğu esir kızla evlenen Attilâ’nın bir oğlu oldu, doğum sırasında eşi hayatını kaybetti.

      Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila eden Attilâ, Orta Çağ kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa’da kendisine “Tanrının Kırbacı” (Latince: Flagellum Dei, İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) denilmiştir. Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Attilâ, iyiliksever bir hükümdar olarak geçer. Attilâ’nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Attilâ, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu’nun başkenti olan Etzelburg’un adının buradan geldiği sanılmaktadır. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşı’nda Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür.

      Batı Roma İmparatorluğu’na sefer yaparken Papa’nın araya girmesiyle Attilâ Roma’yı fethetmedi ve vergiye bağladı. Attilâ 453 yılında son eşi tarafından evlendiği günün gecesinde öldürüldü. Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Tarihçiler arasında Tuna Nehri’nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attilâ’nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır. Ancak Tuna Nehri’nin birçok ülkeden geçiyor olması bürokratik sorunlar çıkacağından kazı çalışması yapılamamaktadır.

      Attilâ’nın görünümü ile ilgili bilgiler ise genelde ikinci el kaynaklara dayanır. Ancak kendisini bizzat gören Priscus isimli tarihçi Attilâ’yı şöyle tarif ediyor: Kısa boylu, göğsü ve kafası geniş, gözleri küçük, burnu yassı, ince ve grimsi sakalları olan bronz tenli biriydi.

      Günümüzde, Attilâ bazı kültürler için kahraman (özellikle Türk ve Macar kültüründe), bazıları için ise barbarların atası (Avrupa kültüründe) olarak anılır. Fakat Attilâ barbar değildi; çünkü Avrupa’ya Asya uygarlığının önemli ögelerini ve özelliklerini Hunlar götürmüştür.

      3

      ALPASLAN

1030-1072

      Selçuk Türklerinin ikinci sultanı Alpaslan, Bizanslıları Malazgirt Ovası’nda yenerek Anadolu’yu Türklerin yurdu haline getirdi. Gerçek adı Muhammed olduğu halde unvanı olan Alpaslan adıyla tanınmaktadır.

      Selçuklu Devleti’nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in yeğeni olan Alpaslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarihçilerin çok yiğit bir savaşçı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi. Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, Alpaslan’ı tahta layık gördü. Fakat Alpaslan’ın ağabeyi Kavurd tahta kendisi çıkmak istedi. Alpaslan Kavurd ile yaptığı savaşı kazandı ve Selçuklu’nun başına geçti. İç meselelerini halleden Alparslan, 1064 yılından itibaren seferlere başladı. Ordusuyla önce Buhara’ya girdi. Daha sonra Harzem’i fethetti.

      Alpaslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı’nı kazanmıştır. Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alpaslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in canını bağışlamış, onu yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail’in yeni Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda