George W. Cox

Antik yunan hikâyeleri


Скачать книгу

ve sanırım bir sürüyle birlikte geçen bir çocuk gördüm ama emin değilim. Bir bebekti ve elinde bir asa tutuyordu. Tuhaf bir şekilde yolun bir o tarafına bir bu tarafına geçerek yürüyordu.”

      Phoebus’un daha fazlasını duymaya ihtiyacı yoktu, zira artık, ona bu fenalığı yapanın Zeus’un yeni doğmuş oğlu olduğunu biliyordu. Mor bir pusa sarınarak hızla güzel Pylos’a gitti ve sürünün izini buldu. “Ah Zeus!” diye haykırdı. “Bu gerçekten de bir mucize. Sürünün ayak izlerini gördüm ama sanki hayvanlar çirişotu5 çayırına gidiyor gibiydi, daha ötesine değil. Erkek ya da kadın, kurt, ayı ya da aslan… Hiçbirine ait tek bir iz görmedim. Sadece orada burada tuhaf bir canavarın ayak izleri vardı, yolun iki tarafına rasgele basarak iz bırakmış.” Bunun ardından hızla Kyllenian'ın ağaçlı tepelerine doğru ilerledi ve Maia’nın mağarasının eşiğine dikildi. Tam karşıda çocuk Hermes, korku içinde beşiğindeki çarşafların altına girmişti ve yeni doğmuş bir bebek gibi uyuyordu. Phoebus gözlerini ısrarla mağaranın içinde gezdirdi ve tamamen tanrıların yiyecek ve içecekleriyle dolu, üç gizli kapı açtı. Aralarında aynı zamanda altın, gümüş ve kıyafet de vardı ama hiçbirinde inek yoktu. Phoebus sonunda gözlerini çocuğun üzerine çevirdi ve “Sahtekâr bebek, ineklerim nerede? Eğer hemen söylemezsen aramızda bir savaş çıkacak ve seni kasvetli Tartaros’a6, ne babanın ne de annenin seni geri getirebileceği, hükmünün yalnızca insanların hayaletlerine geçeceği o karanlık diyara yollarım,” dedi. “Ah,” dedi Hermes, “bunlar korkunç sözler gerçekten de. Ama neden benimle böyle konuşuyorsun ve ineklerini burada arıyorsun? Onları ne gördüm ne de duydum ben. Kimse onlardan bahsetmedi bana. Nerede olduklarını söyleyemem ve eğer onları bulma karşılığında bir ödül vaat edildiyse alamam. Benim işim değil bu. Uyumaktan, emmekten ve beşiğimin çarşaflarıyla oynamaktan, ılık suda yıkanmaktan başka ne umurumda olur ki? Dostum, böyle aptalca bir dalaşmayı kimse duymasa iyi olur. Ölümsüz tanrılar, küçük bir bebeğin beşiğinden çıkıp ineklerin peşinde koşması fikrine gülerler. Daha dün doğdum. Ayaklarım yumuşacık, yerse çok sert. Ama seni rahatlatacaksa, babamın başı üzerine yemin ederim ki (bak, oldukça büyük bir yemin bu) bu işi ben yapmadım, ineklerini çalanı da görmedim. Hatta inek nedir, onu bile bilmem.”

      Konuşurken sinsi sinsi bir o yana bir bu yana bakıyor, gözlerini kurnazca kırpıştırıyordu. Sanki Phoebus’un sözcükleri onu çok eğlendirmiş gibi uzun, yumuşak bir ıslık sesi çıkardı. “Pekâlâ dostum,” dedi Phoebus Apollon gülümseyerek, “anlıyorum ki birçok eve gireceksin ve peşinden gelenler olacak ve sığır eti düşkünlüğün birçok çobanı ağlatacak. Ama o beşikten in, yoksa bu son uykun olur. Sana vaat edebileceğim tek şeref bu, sonsuza dek hırsızların prensi olarak anılmak.” Phoebus daha fazla yaygara koparmadan bebeği kollarına aldı ama Hermes öyle büyük bir güçle hapşırdı ki adamın elinden düştü. Phoebus ona ciddiyetle, “Bu, ineklerimi bulacağımın işaretidir: yolu göster bana o halde,” dedi. Hermes büyük bir korkuyla doğruldu ve beşiğindeki çarşafları iki kulağına bastırarak “Zalim tanrı, ne yapacaksın bana? O inekler yüzünden beni neden kaygılandırıyorsun? Yeryüzünde hiç inek görmedim ben. Onları ben çalmadım. İnekleri çalanı da görmedim. İnek dediğin de her neyse… İsimlerinden başka hiçbir şey bilmiyorum. Ama dur, aramızdaki tartışmada kararı Zeus vermeli.”

      Böylece ikisi, kendi amaçları doğrultusunda konuşup durdular ve akılları daha da karıştı, çünkü Phoebus yalnızca ineklerinin nerede olduğunu öğrenmek istiyor, Hermes ise onu kandırmaya uğraşıyordu. Hızla ve asık bir suratla, bebek önde Phoebus arkada yola düştüler ve Olimpos’un tepesine, kudretli Zeus’un evine vardılar. Zeus yargı tahtında oturmuştu ve tüm ölümsüz tanrılar etrafındaydı. Onların önünde, tam ortada Phoebus ile çocuk Hermes duruyordu. Zeus, “Bugünkü avından iyi bir ganimet getirmişsin Phoebus. Bir günlük bir bebek,” dedi. “Tanrıların karşısına çıkarmak için güzel bir armağan.”

      “Baba,” dedi Apollon aceleyle. “Tek yağmacının ben olmadığımı gösterecek bir hikâye anlatacağım. Yorucu bir arama sonunda bu bebeği Kyllenian tepesindeki mağarada buldum ve bu çocuk daha önce ne tanrılar ne insanlar arasında görülmüş türden bir hırsız. Dün akşam çayırdan sürümü çaldı ve hayvanları doğruca Pylos’a, gürültülü denizin kıyısına götürdü. Bıraktığı izler tanrıları da insanları da hayrete düşürür. İneklerin ayak izleri sanki otlaklarımdan uzaklaşıyormuş gibi değil de otlağa doğru gidiyorlarmış gibi. Onun ayak izleriyse sözle anlatılacak gibi değil. Sanki ne ayağıyla ne eliyle yürümüş. Sanki meşe dalları bir anda yürümeye başlamış. Kumlu toprağın üzerinde böyleydi, sonra, kumlar bitince hiç iz kalmadı. Ama ihtiyar bir adam çocuğu, Pylos yolunda hayvanları yürütürken görmüş. Orada sürüyü serbest bırakmış ve annesinin evine gidip koca bir kül yığınının içindeki ufacık bir kıvılcım gibi beşiğine kıvrılmış. Öyle ki bir kartal bile güçlükle seçebilir onu. Onu hırsızlıkla suçladığımda küstahça inkâr etti ve bana inekleri görmediğini, onlardan bahsedildiğini dahi duymadığını, onları bulana bir ödül verilse bile onu alamayacağını söyledi.”

      Phoebus’un sözleri böylece bitti ve bebek Hermes, Zeus’a, tüm tanrıların efendisine saygılarını sunduktan sonra, “Zeus Baba,” dedi. “Sana doğruyu söyleyeceğim, çünkü ben çok dürüst biriyim ve nasıl yalan söyleneceğini bilmem. Bu sabah, güneş henüz doğarken Phoebus annemin mağarasına geldi. İneklerini arıyordu. Yanında hiçbir tanık getirmemişti. Beni itirafta bulunmaya zorladı, Tartaros zindanlarına atmakla tehdit etti. Kendisi ilk yetişkinliğin tüm gücüne sahipken ben, onun da bildiği gibi, henüz dün doğdum ve henüz bir sürüyü yağmalayacak durumda değilim. İnan bana, evladına duyduğun sevgiyle inan, bu bahsedilen inekleri eve getirmedim ya da annemin eşiğinden geçirmedim. Gerçek budur. Dahası, Hêlios ve diğer tanrıların huzurunda seni sevdiğime ve Phoebus’a saygı duyduğuma da yemin ederim. Suçsuz olduğumu biliyorsun, istersen onun için de yemin ederim. Ama o ne kadar güçlü olursa olsun, günün birinde bu nezaketsizliğinin intikamını alacağım Phoebus’tan. Sen de güçsüzün yanında ol.”

      Hermes de gözlerini kırpıştırarak ve kıyafetlerini omuzlarında tutarak böyle konuştu. Zeus, bebeğin kurnazlığına yüksek sesle güldü ve Phoebus’la çocuğun arkadaş olmalarını söyledi. Ardından başını eğip Hermes’e sürüyü nereye sakladığını göstermesini emretti. Çocuk ona itaat etti, çünkü bu işareti görmezden gelip de hayatta kalamazdı kimse. Hızla Pylos’a, geniş Alpheios nehrine gittiler. Hermes kıvrımların arasından sürüyü getirdi. Ama tam oradan ayrılırken Apollon kayalara asılmış derileri fark etti ve Hermes’e, “Daha bir günlük bir çocukken iki ineğin derisini yüzmeyi nasıl başardın, seni kurnaz alçak? İleride edineceğin kudretten korkarım ve seni canlı bırakamam,” dedi. Çocuğu tekrar yakaladı ve söğüt dallarıyla bağladı. Ama çocuk hepsini bedeninden kolaylıkla yırtıp attı. Phoebus hayrete düştü. Hermes boş yere saklanacak bir yer aradı. Kaplumbağa-lirini düşününce büyük bir korkuya kapıldı. Yayıyla tellere dokundu ve şarkı, her zamankinden yüksek ve tatlı bir sesle göğü doldurdu. Ölümsüz tanrıların ve karanlık dünyanın, yeryüzünün nasıl kurulduğunun ve her bir tanrının kendi paylarının nasıl verildiğinin şarkısını söyledi. Ta ki Apollon büyük bir arzuyla dolana kadar. Sonunda yeniden Hermes’le konuşan Apollon, “Sürü yağmacısı, kurnaz üçkâğıtçı, şarkın sürüden elli başa bedel. Anlaşmazlığımızı yavaş yavaş çözeceğiz,” dedi. “Bu arada söyle bana, bu muhteşem şarkı yeteneği seninle mi doğdu yoksa herhangi bir tanrıdan ya da faniden mi aldın bu yeteneği? Olimpos’taki ölümsüzlerin hiçbirinden böyle melodiler duymadım. Seni duyanlar, diledikleri ister neşe ister aşk ister uyku olsun, hemen elde ederler.