Leonard William King

Babil Mitolojisi


Скачать книгу

ülkenin farklı bölgelerinde ve farklı dönemlerde ortaya çıkıp güncellik kazanan ve bazen de birbiriyle çelişen sayısız geleneği sınıflandırıp belirli bir sistem içinde düzenlemeye çalışmışlardı. Örneğin parçaları Asurbanipal’ın kütüphanesinden toplanan en büyük tablet üzerine, tanrıların ve unvanlarının bulunduğu bir liste kazınmıştı. Tablet tamamlandığında yaklaşık 28 cm x 40 cm ebatlarında olmuş olmalıydı. Her iki tarafına da altı sütundan oluşan küçük yazılar kazınmıştı. Her bir sütunda yüz elliden fazla satır vardı ve neredeyse her bir satırda ayrı bir ilahi varlığın ismi yazılıydı.2 Bu, üzerinde tanrıların isimlerinin kazılı olduğu sayısız tabletten sadece bir tanesidir ve bu gibi belgeler sayesinde, o dönemde yazılmış eserlerde Babil dininin epey gelişmiş bir durumda olduğunu görebiliriz.

      Şayet yalnızca bu gibi listelere bel bağlamış olsaydık Babil tanrılarının neye benzediğine dair tutarlı ve anlaşılır bir kanıya varmak çok zor olurdu. Tabii neyse ki böyle bir şeyle karşı karşıya gelmedik. Tanrılar arasındaki ilişkileri ve görece rütbeleriyle güçlerinin izlerini sürmemize yardımcı bir kaynak olan, içlerinde tanrılara atfedilen unvanların ve sembollerin de bulunduğu birçok ilahi ve dua metni bulundu. Ayrıca tanrılar hakkında hikâyeler ve efsaneler de muhafaza edilmiş olup bunlar sayesinde Babil mitolojisine dair eksiksiz bir taslak çıkarmak da mümkündür. Dahası ülkenin tarihinde, hem yakın dönemlerde hem de çok daha eski dönemlerde tahta çıkmış Babil ve Asur krallarının tarihsel kayıtlarında, sıkça tanrıların isimleri yer almaktadır. Düşmanlar karşısında kazanılan zaferler, her bir hükümdar tarafından kendi tanrılarının lütfettiği yardımlara atfedilmiştir. Hükümdarın bahsettiği isimlerden, hükümdarlığı sırasında hangi tanrılara özellikle hürmet edildiğini öğrenmekteyiz. Babil kralları yapı inşa etmeye önem vermişlerdi ve yeni tapınaklar inşa edip yıkılmaya yüz tutmuş olanları restore etmekten büyük zevk alıyorlardı. Yapım işlerine dair tuttukları kayıtlardan ve tapınaklara konulmuş adak tabletlerinden bu tapınakların, hangi ilahi varlığın onuruna inşa edildiğiyle ilgili epey bilgi edinebiliyoruz. Özellikle erken Sümer dönemi hakkında bilgi edinebileceğimiz bir başka kaynak tapınakların gelirleriyle hesaplarına ait listelerdir. Çeşitli dönemlere ait ticari yazışmalarda sayısı neredeyse tanrıların sayısını bulan kişi isimleri, başlıca tanrılara halk tarafından gösterilen takdir derecesinde görülen değişiklikler hakkında kabaca bir fikir sunmaktadır. Babillilerin tarihlerinin erken dönemlerine ait büyük dini ve mitolojik eserlerin kopyalarının elimizde bulunmaması elbette üzüntü verici, çünkü bu kopyalar sayesinde dini gelişimlerini açık ve net bir biçimde izlememiz mümkün olabilirdi. Bununla birlikte bahsi geçen sayısız dolaylı bilgi kaynağı da geç dönem Asur ve Babil imparatorluklarının dini metinlerini kontrol edip sınıflandırmamızı mümkün kılmaktadır. Bu sayede Babil mitolojisi ve inancına dair yerli kaynaklardan bilgi elde etmek ve Eski Ahit ile klasik yazarların eserlerinde atıfta bulunulan ülkenin dinine yönelik sınırlı kaynak metinlerini bir bütün haline getirmek mümkündür.

      Daha geç tarihi dönemlerde tapındıkları biçimleriyle Babil tanrılarının, çok belirgin ve kendilerine has kişilikleri bulunan varlıklar oldukları düşünülmüştür. Tüm büyük tanrılar insanüstü güçleri ustalıkla kullanırlardı ve rüyalarla tahayyüller dışında onlara tapanlara görülmemelerine karşın her birine insan biçimi bahşedildiği düşünülmekteydi. Ayrıca her birinin salt kendine özgü bir vücudu, farklı özellikleri ve belirgin bir karakteri olduğu tasavvur ediliyordu. Sadece bedenen insana benzemekle kalmıyorlardı, ayrıca düşünce ve hislerinde de oldukça insansıydılar. Tıpkı insanlar gibi bu dünyaya doğuyorlar, insanlar gibi sevip savaşıyorlar ve hatta ölüyorlardı. Aslında Babillilerin yüce güçler hakkında çok cismani düşünceleri vardı. Kendilerinden çok farklı bir yaradılışı ve doğası olan, soyut tek bir yüce ilahi varlığa inanmıyorlardı. Ayrıca her ne kadar tüm güçleri ve kudreti, tapındıkları daha büyük tanrıların çoğuna yüklemiş olsalar da bu tanrıları, insan arzularından etkilenen ve birbirlerine bağımlı olarak hareket eden varlıklar olarak görüyorlardı. Tanrıları hakkında tuhaf hikâyelerle efsaneler yaratmışlardı. Ortaya koydukları eserlerde bazı tanrıların kahramanca ve cesurca davrandıklarını, diğerlerinin şeytanlık ve hainlik gösterdiğini, bazılarının da korkuyla açgözlülük örnekleri sergilediklerini okumaktayız. İnsanların aksine güçlerinin sınırsız olduğu, sihirli silahları ustaca kullandıkları ve güçlü sözlerle büyüler yaptıkları doğrudur, ancak her şeye rağmen insan biçimine bürünmüşlerdi. Bir Babilliyle tanrısı arasındaki ayrım, yaratılışlarından ziyade ait oldukları sınıfın mertebesinde yatıyordu.

      Tanrıların eylemlerini anlayıp kendilerine atfedilen özellikleri belirtmeye çalışırken, doğal olarak Babillilere tanrılarının karakterleri arasındaki bu kesin ayrıma neyin ilham verdiği sorunuyla karşılaşmaktayız. Acaba bu tamamen hayal güçlerinin bir eseri miydi yoksa keyfi bir yaratıcılıktan mı ileri geliyordu? Soruya olumsuz bir yanıt vermek için inançlarının karşılaştırmalı bir incelemesine başvurmamıza gerek yok, çünkü tanrıların karakterleri zaten doğrudan kökenlerini açıkça ortaya koymaktadır. Tanrılar, doğal güçlerin kişileştirmeleridir. Başka bir deyişle tanrılarla onlar hakkında anlatılan çoğu hikâye, Babillilerin yüzlerce yıllık gözlemlerinden sonra çevrelerindeki doğada işlediğine tanık oldukları güçlerle değişimlere getirebildikleri en iyi açıklamanın ürünüdür. Babilli, Güneş’in her gün başının üstünden geçtiğini görmüş, Ay’ın evreleriyle yıldızların devinimlerini gözlemlemiş, rüzgârın esintisini hissedip şiddetli fırtınalardan korkmuştur, ancak bunların aslında doğa kanunlarının bir sonucu olduğuna dair en ufak bir fikri dahi olmamıştır. Diğer ilkel halklarla birlikte bu olayları, kendine çok benzeyen varlıkların eseri olarak yorumlamıştır. Doğanın, tecrübe ettiği olaylara göre bazıları insana karşı dostça, diğerleriyse düşmanca davranan sayısız varlık sayesinde hareket ettiğini düşünmüştür. Doğadaki daha büyük güçlerle kuvvetlerden yola çıkarak daha büyük tanrıların var olduğu sonucuna ulaşmıştır ve onlar hakkında anlattığı birçok efsaneyle mitte, aslında evrenin işleyişine dair ne kadar saf bir düşünce yapısı olduğunu görebilmekteyiz. Anlattıklarında kinayelerden ya da karmaşık sembollerden kaçınmıştır, hikâyelerine de gerçekten inanıp yaşamını bunlardan edindiği öğretilere uygun olarak biçimlendirmiştir.

      Bu sebeple Babil inanç sistemi, genel itibarıyla bir doğaya tapınma olarak değerlendirilebilir ve tanrılar da doğanın çeşitli güçlerinin kişileştirilmeleri olarak sınıflandırılabilir. Ancak daha başlangıçta, önceden gereğince açıklığa kavuşturulmamış bir zorluk karşımıza çıkıyor. Erken dönem tarihi boyunca, ülke tek bir yönetim altında kurumsal bir bütün olmaktan ziyade, hemen yakınlarındaki topraklarla birlikte büyük şehirlerin meydana getirdiği birbirinden bağımsız bir dizi devletten oluşmaktaydı. Yüzyıllar süren bağımsızlık ya da koalisyon yönetiminden sonra, birbirlerinden ayrık olan bu krallıklar kalıcı olarak birleştiler. Bu belirsiz geçmişe baktığımızda birçok büyük Babil tanrısının varlığının izlerini sürebiliyoruz. Ayrıca tıpkı sonraki dönemlerde olduğu gibi bu erken dönemde bile bu tanrılara tapınmanın, ülkenin her yerinde eşit derecede yaygın olmadığını, aksine her bir ilahi varlığın farklı şehirlere ayrılıp varlığının oralarda daha güçlü olduğunu görüyoruz. Örneğin Yeryüzü Tanrısı Enlil’e Nippur’da tapılıyordu. Denizlerin Tanrısı Ea’ya Eridu’da, Ay Tanrısı Nanna’ya Ur’da, Güneş Tanrısı Utu’ya Larsa’da vs. tapınılmaktaydı. Birlikte ele alındığında tüm ilahi varlıklara tapınma, doğanın farklı kısımlarına tapınmaya dair tutarlı bir resim sergilemekte olup, böylesi bir resim hiç şüphesiz sonraki dönemler için ulusal dinin genel karakterine tam olarak uygun düşmektedir. Öte yandan